İnsanın inanç biçimleri üzerine

İnsanın inanç biçimleri üzerine

Gülşan Saru’nun yazısı

Gülşan Saru’nun yazısı:

İnsanın inanç biçimleri üzerine

Hayata ait olmak doğumla başlar.

İnsanın yaşam hakkını Rabbi verir, insan değil. Dünyaya geldikten sonra beraberinde getirdiği haklar, onun en temel yaşam haklarını oluşturur ve dünyadaki serüveni böyle başlar.

İnsanlığın gelişim ile beraber yaratılan inançlar, gelenek görenekler, adetler, tabular sosyal hayatın içinde var olur. Bu oluşum her kavmin, her topluluğun, her yeni buluşun katılımıyla çok renkli sosyal yaşam farklılıkları ortaya çıkarır. Farklılığımız insanoğlunun arayışı sonunda keşfettiği en büyük hazinedir.

İnsanoğlunun yaradılışı O’nu bilmek.

Rabbimiz, O’nu bilmek, O’na inanmak fıtratıyla yarattı bizi. Hangi şekilde ve biçimde olduğu değildir amaç. O’na ulaşma arayışında insan, yazıyla, resimle, seslerle, dans ve en derin aşklarla aradı.

Huzur ona inanmak.

Siz dünyaya geliş sebebinizi bulamazsanız, mutsuz olursunuz. Dünyadaki göreviniz nedir?  Kâinat içindeki parçanız nedir? Neyi tamamlıyorsunuz? Bu sorulara cevap veremezseniz hiçlik dediğimiz boşluk içinde kaybolursunuz. Hiçlik duygusunu; kendini bulamayan, varlığını anlamlandıramayan insan yaratır. Bizi anlamlı kılan bu görevimizi bilip, O’na hizmet etmektir.

Her insanın dünya üzerinde inşa ettiği O’na ulaşma, kendini bilme eylemi ile başlar, ve bu çoğu zaman içgüdüseldir. Eylemin sonunda sorgulayan akıl, neden yaptığını,  hangi amaca hizmet ettiğini bilmeli ve doğru yaptığından emin olmalı. Bu duygu insanın hakikatle buluşmasını ve ruhunun besler. Yaptıklarımız aslında bizi biraz daha insan yapar, her insan O’na ulaşmada bir yoldur, önemli olan o yolu birlikte inkâr etmeden yürüyebilmektir.

Dinler ve inançlar dünyanın zenginliği. O’na ulaşmak bu kadar tek düze olsaydı, insanın inanç serüveni bu derece derin, karmaşık ve bilindikçe bu sadeliğe kavuşamazdı.

İnsanı farklı kılan kendisi değil, bizzat rabbidir.

İslam âlemi içinde kendine yer edinmeye çalışmayan, ayrım olduğuna inanmayan, sadece inanmayı – iman etmeyi farklı biçim de yaşayan aleviler, bu oluşum içinde, kendine yer aramak gibi kaygılar duymaz. Din yani şeriat dediğimiz yol, inanmakla ilgili düzendir ve hayatımıza nakşedilmesi gereken bir süreç. Aleviler; Hz. Muhammed’in Rabbi’nden taşıdığı Kuran’ı yaşam felsefesi edinmiş Hz. Ali’nin yolundan gider. Ayrımdan ya da farklılıktan söz etmez. Yani bir bütündür ikisi. Birinin diğerinden ayırımı yoktur.

Hz. Muhammed şöyle buyurular ki; ‘’Biz Ali ile bir vücuttuk, bu âleme geldik, baş ayrıldı.’’

Alevi “ insan “ der, yaratanın yansıması onun tecellisi der. Kendini bilen insan, rabbini bilir, rabbini bilen insan, nefsini bilir. Alevi imam yolculuğuna böyle başlar, insanla başlar, O’nun la bitirir. Bu yolculukta kuran-ı kerim, Hz. Muhammed onun rehberi, Hz. Ali yaşamı boyunca yol arkadaşıdır. Ona daima yol gösterir, en büyük yardımcısıdır. Her daim “ yetiş ya Ali! kurtar beni bu dardan! “ yanlış yapmadan yol göster bana. Ne kendime, ne de başkasına zararım dokunmasından öte bir şey değildir bu.

Alevilerin İslam dinini yaşama biçimi, yaşam biçimleridir.

Bu yaşam felsefesi içinde aleviler kendilerini anlatmak ihtiyacı da duymaz. O nasıl inanıyorsa, nasıl iman ediyorsa, öyle yaşıyor, nasıl yaşıyorsa öyle de besleniyor.  Nefsini denetim altına alarak, Rabbine hizmet ettiğini ve O’na ulaşmanın bin bir yolu olduğunu da biliyor. Hayatını bu felsefe ile devam ettiren alevi, sosyal hayat içinde diğer inançlara, kurallara, yaşama biçimlerine karışmıyor ve saygı duyuyor. Onun derdi kendisiyle, başka insanlarla, kurallarla, kurumlarla değil.

Birbirlerini sevgiyle besleyen insanlar, asla birbirlerine zarar vermez. Aleviler bunu destur edinmiş. İnsana değil, hiçbir canlıya zarar verilmemesini öğrenir ve öğretir. ‘’incinsen de incitme’’. İnsan insana, insan kâinata zarar vermez. Kâinata zarar vermek, rabbine zarar vermektir çünkü.

İnsan ilişkilerini böyle kuran alevi, inançlarını da bu doğrultuda yaşar. Tabi ki Rabbini biliyor, diğer bütün insanlar gibi, dünyaya geliş sebebi bu. Bunu bilmek onun birinci görevi. Kuran-ı Kerimi, Hz. Muhammedi, Hz. Ali’yi yani kısacası ehlibeyti biliyor, hiç birini diğerinden ayırmıyor. Hz Muhammedi, Hz. Ali’ den, Hz. Fatma’dan, Hz. Hasan ve Hüseyin’i birbirinden ayırmıyor, onlar bir olmanın bütün olmanın sembolü.  Bir bakıyor, bir olmak, O’na ulaşmanın birinci yolu, belki de tek yolu. O’na giden yolu inanç kurallarıyla farklı yaşamak çok mu önemli?  Önemli olan O’na gitmek değil mi?

İnancımız yaşam biçimimiz, öyle inşa edildik.

İnançlarımızı yaşama ritüelleri bizim O’na ulaşmadaki en büyük zenginliğimiz. Taşta da görürüz biz O’nu, ağaçta da. Kuşun kanadında da görürüz biz O’nu, suda da. Sözde de görürüz biz O’nu, bir anlık nazarda da. Her daim görürüz O’nu. Şar hoşluğumuz ondandır, bizden değil.

Böyle bakıldığında hayat dediğimiz iki kapılı handa her insanın kendi yaradılış fıtratı gereği, fiziksel donanımımız aynı, ruhsal, akıl ve duygusal zenginliğimiz farklı işlenmiş ise, bu yolculuğu yaşarken insan olarak birbirimize bu yolları nasıl yaşadığımız konusunda eleştirilmek, onaylanmamak ve kabul görmemek doğru mudur? Benim aklım var, benim duygularım da var, benim yaşamakla oluşan birikimlerim de. Ben bu yolculuğumu; kendi duygularımla, kendi aklımla, kendi serüvenimle yaşamak istiyorum. Bunu sorgulamak, bunu reddetmek,  buna inanmamak benim değil, beni kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan ve ötekileştirenlerin sorunu diye düşünüyorum. Aslında biz aleviler bu duruma sorun diye de bakmadık hiçbir zaman. İnancımız yaşam biçimimizdi, öyle inşa edildik. Bizi bilmek, zaten imanımızı-İnancımızı bilmek demekti. Her nefsi tadarken O’nu hatırlamak, her nefeste O’nun varlığına hizmet etmeyi amaç edinmek, doğru olmak, yalansız davranmak, ağaca, toprağa, hayvana, insana kısacası kâinattaki bütün âleme sahip çıkmak, korumaktı amaç.

Bütün olarak bakıldığında inanma, iman etme ve bunu yaşama biçimi Alevileri diğer inanç dinlerinden inanma kuralarını yaşama biçiminde ayrı kılıyor. Kabul ettik, inandık ve sığındık. Sosyal hayatımız içinde şekillenen inanç ifade biçimimiz Alevilerin kendisiydi. Bir başlarız farklı yollardan O’na ulaşırız. Bu biçim olması gerektiği gibi idi, bir açıklamaya, kendini ifade etmeye gerek yoktu. Bu ayrımı biz koymadık, bu ayrım canımızı yaktı mı? Evet. Zarar vermeden, bizim adımıza karar veren, hüküm veren, kural koyan veya bizi görmezden gelenleri anlamaya çalıştık, yaptığımız sadece bu oldu.

Yaşamlarımızın içinde zaten dinimiz-imanımız var, bunu farklı kurallarla yerine getirmiyorsak bu dinsiz, imansız, kuralsız ve inançsız olduğumuz anlamına gelmez. Ama maalesef bu konuda çok canımız yandı, hala da yanmaya devam ediyor. İnsanın başka bir insanı, inanma biçimi yüzünden yargılaması, çamur atması, dışlaması; İlkellik, cahillik, bilgisizlik, kendini bilmezlik mi, ya da densizlik mi bunu o düşüncede olanlara sormak lazım.

Bugün bizi ayıranlar kendi koyduğu kurallar ve dayatmalar ile bizi yeniden gözden geçirmeye, anlamaya, ulaşmaya, bizi yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Siz bizi anlayamazsınız. Çünkü bizim gibi düşünüp, bizim gibi yaşamıyorsunuz. Bizim gibi nefes almıyorsunuz,  bizim gibi hayata dokunmuyorsunuz. Koyduğunuz kurallar yine sizin koyacağınız kurallarla belirlenecek ki bu bizimle aranızdaki duvarı yükseltecek.

Bizden önce kendinize bakmanız, kendinizi anlamanız, kendi yolculuğunuzu tamamlamanız gerek. Bu olgunluk gerçekleştikten sonra bizi anlamaya, dokunmaya başlayabilirsiniz. Hz. Ali’nin sırrına eremezsiniz belki ama anlayabilirsiniz. Sizin kendinizden emin olmanız lazım. Tabularınızı yıkmanız kolay olmayacak, önyargılarınızın öyle hemen değişeceğini ya da ortadan kalkacağını hiç zannetmiyorum.

Bizde böyle bir duygu yok, biz de sizi bilmiyoruz, bu kurallarla yetişmedik çünkü. Bizim ayrımlarımız yok, bizim ötekileştirdiklerimiz yok, bizim o bizden değil, o hak etmez, değişlerimiz yok, yani biz ayrım bilmeyiz. Biz bütünüz, bütünün parçaları gibi, ehlibeyt gibi, Ali gibi, Hz, Muhammed gibi, Hz. Hüseyin gibi, bütüne giden yol bizi O’na,  Ali ile taşımıyor, hepsiyle birlikte taşıyor. Onlar da birbirinden farklı 5 tane renk, 5 tane güzellik, 5 tane tecelli. Hz. Muhammed bizim de peygamberimiz hiç kuşku yok ki. Öğretisi rabbi bilmek, O’na hizmet etmek, bunu hayata geçirmek,  başka da bir şey demiyor zaten. Peygamberimizin devamında onun kadar inanmış ve doğruluğundan bir an bile şüphe etmemiş Ali. Hz. Ali, Kuran-ı Kerimi, kâinat içinde hayata geçiren en önemli zad. Kim onun kadar iman etti ki? Kim onun kadar insana, kuran-ı Kerim’e, Hz Muhammed’e iman etti ki? Bilmiyorum.

Kul O’nundur.

Bir tek Rabbimize kulluk ederiz, O’na kul, insana kardeş.

Renklerimiz, dinlerimiz, dillerimiz, inançlarımız farklı, farklı da olmalı zaten. Siz,  O’na ulaşmanın yolunu nasıl keşfettiyseniz öyle yaşayın. Korkmayın bu durum kimseye zarar vermez, büyütür insanı, olgunlaştırır, birbirine yaklaştırır. Bütüne ulaşmak bununla başlar, insan birlikteyse insan olur, paylaşırsa insan olur, birbirini anlarsa insan olur, birbirine tahammül değil, birbirini severse insan olur. Rabbinde söylediği bu, başka bir şey değil.

İnsan, Allah’ın yarattığı diğer varlıklar gibi O’nun kâinatta ki tecellilerinden biri. Bu onu ağaçtan, kuştan, sudan, rüzgârdan daha değerli yapmıyor. Bu insanın kendi kibri, kendini bilmezliği. Kâinatın sadece bir parçasıyız. Bütüne taşınan parçalardan biriyiz, yani zerreyiz. O’nu bilip, birlikte hareket edersek, O’na ulaşmanın yolculuğunu muhabbetle tamamlarız, yok bilmez isek, ha var, ha yok bilinmezlik içinde savrulur gideriz.