İnsanın en önemli görevi

En önemli göreviniz nedir diye bir soruyla karşılaşsaydık? Acaba vereceğimiz cevap ne olurdu? İyi bir makam sahibi mi olmak? Çok zengin mi olmak? Yiyip, içip, yatıp gezmek mi? Evlenip çocuk sahibi mi olmak? Son lüks eşyayla donatılmış bir villa sahibi mi olmak, yoksa son model marka bir araba sahibi mi olmak? Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bunlar mı olmalı acaba insanın aslî hedef ve görevleri?  Acaba sadece bu soruların gereklerini yerine getirmek için mi yaratıldı insan? Hayır, bunlardan hiç biri için değil!

İnsanın en önemli görevi; Yaratıcısını tanımak ve Ona iman etmek ve imanın gereği olan kulluk görevlerini yerine getirmektir.  Peki, nedir bunlar? Namaz kılmak ve büyük günahlardan kaçınmaktır.

“Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek insanın hakiki bir görevi ve yaratılışının bir neticesidir.”[1] O halde yaratılış neticesi” nedir ve ne anlama gelmektedir? Mesela güneşin yaratılış neticesi, ısı vermek ve aydınlatmaktır. Tavuğun yumurtlamak, bal arısının bal yapmaktır. Diğer varlıkların da her birisinin birçok yaratılış amacı ve neticesi vardır.

Bununla ilgili insanların yaptıkları eserlerden örnek verilecek olursa: Bir saatin yapılış sebebi ve amacı, zamanı göstermektir. Saati yapan usta, ondan bir netice almak vermiş. Televizyonun yapılış sebebi, görüntüleri ve sesleri nakletmektir. Televizyonu yapan usta da ondan bir netice almak için ona emek vermiştir. Buna benzer misalleri çoğaltmak mümkündür.

Etrafımıza baktığımızda canlı ve cansız, bütün varlıkların bir amaç için yaratıldıklarını görüyoruz. Kuran’da geçen: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[2] ayeti bu hakikate en güzel bir işarettir.

Bulutların yaratılış neticesi yağmur, kar ve doludur, ipek böceğinin ipek, ağaçların meyve olduğu gibi, insanın yaratılış neticesi de iman, dua ve ibadettir. Büyük günahları işlememek ve nefis ve şeytanla mücadele etmektir.

Küçücük zehirli bir böceği yaratırken ondan bal gibi bir neticeyi murad eden Yüce Allah; yaratılmışların en şereflisi olan insanı başıboş ve neticesiz bırakır mı hiç?

İnsan, bazen namazı ve diğer ibadetleri terk edip gaflete ve günahlara dalabiliyor.  Buna bahane olarak da geçim derdini öne sürüyor. Belki ileri sürdüğü bu özrü kabahatinden daha büyüktür denilebilir. Çünkü bu sözde, Cenab-ı Hakk’ın rahmetini töhmet altında bırakmak, O’na güvenmemek, O’nun rızkı veren olduğuna inanmamak, kendi rızkını bizzat kendisinin kazandığına inanmak ve kendisini besleyenin Allah olduğunu unutmak gibi birçok manalar akla geliyor. Yani bu sözün sahibine göre, eğer çalışmazsa aç kalacak, perişan olacak, sefalete düşecek ve Allah ona yardım etmeyecektir... Dolayısıyla o kişi, bu yanlış inancı ve zannı sebebiyle en büyük görev olan ibadeti böylece terk ediyor.

Yüce Allah; “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum ve beni yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz ki rızık veren, kuvvet sahibi olan Allah'tır.”[3] buyurmaktadır.

İnsan rızık peşinde kştururken, rızka çalışmak bahanesi kulluk görevlerine mâni bir özür olmamalı. Çünkü Yüce Allah: “Siz ibadet için yaratılmışsınız. Yaratılışınızın neticesi ubudiyettir. Benim yaratıklarım ve rızıklarını üstlendiğim sizlerin ve aileniz ve hayvanlarınızın rızkını karşılamak, bana aittir. Rızık ve yiyecekleri hazırlamak için yaratılmamışsınız. Çünkü Rızık veren benim. Sizin ilgilendiğiniz kullarımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip kulluk görevlerinizi terk etmeyiniz.” [4] buyuruyor.

Bu konuda Kur’an-ı Kerimde “Nice Allah’ın kulları vardır ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” [5] buyrulur.

Resulullah (a.s.m.); “Kim bütün dertleri tek bir dert yaparsa (Yani derdi sadece Allahın rızası olursa) Cenab-ı Hak, onun dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeyine kefil olur. Kim de dertlerini çoğaltırsa, Yüce Allah, onun dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna bakmaz.” [6] buyurur.

İnsanın yanıldığı bir nokta da; hayatın devamını, sadece çalışarak elde ettikleriyle devam ettiğini zanneder. Hâlbuki “hayat, parlak bir mucize-i sanat-ı Samedaniye ve bir harika-i hikmet-i Rabbaniyedir. Elbette bu hayatı kim vermiş ve yapmış ise, rızıkla bu hayatı beslemek ve devam ettirmek vazifesi de O’na aittir.” Burada “Rızıkla hayatı beslemek ve devam ettirmek” vazifesinin Cenab-ı Hakk’a ait olduğu” cümlesi, çok manalar ifade etmektedir:

“Ey insan! Yoksa sen hayatın devamı için sadece rızkın kâfi olduğunu mu zannediyorsun? Hâlbuki hakikat böyle değildir! Hayatın icadı ve devamı için onlarca sebebin bir araya gelmesi şarttır. Bu sebeplerden bir tanesi olmasa hayat yok olur, devam etmez. Rızık ise bu sebeplerden sadece bir tanesidir. Sen zannediyor musun ki, rızkını tedarik ettiğinde hayatın devam edecek? Hayır, asla öyle değil! Mesela bir an nefes alamazsan ölürsün, başına bir taş düşse ölebilirsin, bulut orduları ile yağmurlar gönderilmezse, güneş üstünde doğmazsa ölebilirsin ve hakeza... O hâlde bırak beyhude bir şekilde hayatın devamı için manasız çabalamayı, çünkü hayatı devam ettirmek ve rızıkla hayatı süslemek vazifesi Allah’a aittir.”

Geçim derdi için namazını terk edenin hali, eğitimini ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eden bir askere benzer. Eğitimini ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eden bir asker, devlete güvenmediğini gösterir. Öyle de geçim sıkıntısı için namazını bırakan kimse de Allah’a güvenmediğini gösterir. Demek burada asıl problem, güvensizlik ve tevekkül edememektir.

Hâlbuki Cenab-ı Hak; “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenirse Allah ona yeter.” [7]

Başka bir ayette; “De ki: Gerçekten Rabbim kullarından dilediği kimsenin rızkını genişletir ve dilediği kimsenin rızkını daraltır. Her neyi hayra harcarsanız onun yerine başkasını verir. Muhakkak ki O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."[8] buyrulur.

Resulullah (a.s.m.) ise: “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşlar gibi rızıklandırılırdınız. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları hâlde akşam kursakları dolu olarak dönerler.” [9] buyuruyor.

“Nebi (a.s.m.) zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan biri ilim öğrenmek için Peygamberimize (a.s.m.) gelir, diğeri de geçimlerini temin için çalışırdı.

Bir gün çalışan kardeş, ötekini Peygamberimize (a.s.m.) şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor ve rızıklandırılıyorsun!” [10] buyurur.

Resulullah (a.s.m.) “Eğer kişi ölümden kaçtığı gibi rızkından kaçar­sa rızkı ona gelir, ölümün ona geldiği gibi.”[11] buyuruyor. Resulullah (a.s.m.) “Kulun rızkı, ecelinin kendisini aradığından daha fazla arar.”[12] buyuruyor. Resulullah (a.s.m.) “Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakir gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağın eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.” [13] buyuruyor.

“Başkalara yük olmamak için insanın bizzat kendisinin rızkının peşinde koşması güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.”

Kuran-ı Kerimde “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki; kurtuluşa eresiniz.” [14] buyrulur.

Resulullah (a.s.m.) “Güvenilir ve dürüst tüccar; peygamberler, sıddıklar ve şehidlerle beraber olacaktır.”[15] buyuruyor. Resulullah (a.s.m.) “Kim el işinde yorulursa akşama bağışlanmış olarak kavuşur.” Yine Resulullah (a.s.m.) “Allah sanatkâr mümini sever.”[16] buyuruyor.

“İnsanın fıtratı ve manevi duyguları, ibadet için yaratıldığının en açık bir delilidir. Çünkü

“Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa, iftiras ve parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır. Ve kavundaki letafete ve güzelliğe dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Kezâlik, insanın da (yapısına, organlarına yeteneklerine) istidadına bakılırsa, fıtrî vazifesinin ubudiyet olduğu anlaşılır.”[17]

Ayrıca insan, ihtiyaçlarını karşılamada en küçük bir serçe kuşuna dahi yetişemez. Fakat ahiret hayatına lazım olan ilim, dua ve ibadet yönünde hayvanların sultanı ve kumandanı hükmündedir.” [18]

Bu ifade, insanın ibadet için yaratıldığına bir delildir. Şöyle ki: Mesela bir sinek dünyaya gelir gelmez uçmaya ve vur-kaç tekniğini kullanmaya başlar. Bir balık hemen yüzmeye, bal arısı hemen bal yapmaya ve ipek böceği de hemen ipek dokumaya başlar. Bunlar gibi her bir varlık, dünyaya gelir gelmez hayat şartlarına uyum göstermeye ve hayatı için gerekli olan şeyleri hemen temin etmeye başlar. Âdeta her biri başka bir âlemde eğitilmiş de bu âleme öyle gönderilmişler.

Hâlbuki insan ancak bir-iki yaşına geldiğinde yürüyebilmekte, yedi-sekiz yaşlarında zararlı ve faydalı olan şeyleri ayırt edebilmekte ve ölünceye kadar da öğrenmeye muhtaç bir varlıktır.

Demek insan, şu dünya hayatında lazım olan ihtiyaçlarını karşılama yönünden en küçük bir serçe kuşuna yetişemez. Ne onun gibi uçabilir, ne onun gibi kolaylıkla yiyeceğini bulabilir ve ne de onun gibi hayatına lazım olacak ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilir.

Ancak insan, ahiret hayatına lazım olan ilim, tefekkür, iftikar, dua ve ibadet noktasında hayvanların sultanıdır. Hiç bir varlık insan gibi okuyup profesör ve bilim adamı olamaz, dua ve ibadet yapamaz, tefekkür edemez,  fakrını ilan ederek rızkı veren Allah’ın kapısını çalamaz.

O hâlde insan bu âleme sadece yemek, içmek ve geçimini karşılamak için gönderilmemiştir. Şayet öyle olsaydı,  o da serçe kuşu gibi hayat şartlarına kolayca uyum sağlar ve hayatı için gerekli olan ihtiyaçlarını kolayca karşılardı.

Demek insanı yaratan zat, insandan hayvan gibi yaşamasını istemiyor. Ondan ilim istiyor, tefekkür ve düşünmesini istiyor, dua ve ibadet istiyor, acz ve fakrını anlayarak Allah’ın Kudret ve Rahmeti önünde secde etmesini istiyor.

Bununla ilgili şöyle bir örnek vermek gerekirse: Ferrari marka bir arabayı satın alabilmek için büyük miktarda bir parayı gözden çıkar­mak gerekir. Bir traktörü ise daha az bir parayla satın almak mümkün. Ferrari her yönden traktörden daha üstün ve konforlu olmakla birlikte; şayet dağlık bir arazide yarıştırılsalardı, traktör Ferrari’yi geçerdi. Hâlbuki Ferrari traktörden daha mükemmel ve daha hızlı olmasına rağmen dağlık arazideki yarışmada traktöre yenik düşmektedir. Çünkü Ferrari’yi tasarlayan mü­hendisler, dağlık araziye göre değil, asfalt yolun şartlarına göre tasarlamışlardır.

İşte insan, sahip olduğu organ, his ve kabiliyetler yönünde hayvandan yüz derece daha üstün olarak yaratılmış. Sadece akıl nimeti terazinin bir kefesine konsa, diğer hayvanları kat kat ağır basacaktır.

Ancak iş, lezzet ve sefahat yarı­şına geldiğinde, hayvan insanı yüz defa geçer. Çünkü hayvan bu dünyaya gelir gelmez hayatın bütün şartlarını öğrenmiş olarak gönderiliyor ve hemen rızkını aramaya koyulur. Aklı olmadığı için de geçmişin hüzünleri ve geleceğin korkuları hiçbir zaman onun hazır lezzetini kaçırmıyor. Bulunduğu andan tam lezzet alıyor. Fakat insanda akıl olduğu için geçmişte yaşadığı tatsız olaylar ve geleceğin korkuları her zaman onun hazır lezzetini kaçırır. Hayvan ise kesilmeye giderken bile öleceğini bilmez. Ancak kesilince azıcık o acıyı hisseder, biraz sonra o da geçer.

Konuyu özetleyecek olursak: İnsan, bu dünyaya sadece geçim peşinden koşmak, keyif, zevk ve lezzet almak için değil, iman ve ibadet etmek için gönderilmiştir. Dünyada çalışmak ve geçim peşinde koşmak, insana bir meşguliyet olsun diye verilmiştir. Geçim peşinde koşmayı, abartıp, amaç ve gaye haline getirmek doğru bir yaklaşım değildir.

 


[1] Sözler | Beşinci Söz

[2]Zariyat 56

[3]Zariyat 56-57-58

[4] 28. Lem’a

[5] Nur Suresi 37

[6] Hz. İbn-i Ömer (r.a.)’den nakledilmiştir.

[7] Talak 2-3

[8] Sebe 39

[9] Tirmizi Zühd 33. / İbni Mâce, Zühd 14 İbn-i Abbas (r.a.) rivayet etmiştir.

[10] Tirmizi, Zühd 33

[11] Ebu Ya'la, İbn-i Hacer el-Askalani, Metalib-u Aliye - Hz. Enes (r.a.) şöyle dedi-Muaz b. Cebel (r.a.) rivayet etmiştir.

[12] Taberânî'nin Kebîr / İbni Adiyy'in el-Kâmiti - Ebu Derda (r.a.) rivayet etmiştir.

[13] Tirmizî, Kıyamet 31, 2467 - Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:

[14] Cuma 10

[15] Tirmizi Ebu Said Hazretleri (r.a.) rivayet etmiştir.

[16] Taberani İbn-i Abbas (r.a.) rivayet etmiştir.

[17] Mesnevî-i Nuriye - Zerre

[18] Sözler, Beşinci Söz

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum