İnsanî olan mı evrensel, İslâmî olan mı?

İslâmî duyarlıkları gelişkin biri, güyâ karşısındakini ikna edebilmek kaygısıyla, cümleyi şöyle kuruyor: "Sadece İslâmî açıdan değil, insanî açıdan bakıyorum meseleye" (!) 

Böylelikle, "insanî olan"ı, evrensel / aslî; "İslâmî olan"ı, "yerel" / arızî bir yere yerleştirdiğini fark edemiyor bile. Oysa bu, hakikati örten, yıkıcı bir psişe bozulması ve zihin savrulması hâlidir. Böyle bir -müslüman- zihnin, insanlığa verebileceği bir şey olabilir mi?

İnsan, tür olarak evrenseldir ve bunun tartışılabilecek bir yanı yoktur. İnsanı ilgilendiren "evrensellik", Yaratıcı'ya ve kâinât'a, insana ve gerçekliğe ilişkin geliştirilen tasavvurun derinliği ve kuşatıcılığı ile ilgilidir. Bu açıdan bakılınca, "evrensel Batılı değerler" gibi bir ifade kullanan biri, çağının çocuğu değil, çağının mahkûmu olduğunu fark edemeyecek kadar, "çağ hapishanesi"nin içinden konuşuyor demektir.

* * *

İnsan, çağının çocuğudur: Çağının çocuğu olmayan insan, insanlığa bir şey söyleyemez. Peki, çağımızda insan, çağının çocuğu mu; çağının mahkûmu mu?

Çağdaş düşüncenin en temel meselesi, insanın, algı ve düşünme melekelerini yok ettiği gözlenen "çağ hapishanesi"nden insanın nasıl kurtarılabileceği meselesidir: Foucault'nun panopticon'undan (küçük bir azınlığın, çoğunluğu kontrol etmesi, yönlendirmesi, ağlarına bağlaması meselesi'ne), Baudrillard'ın simülasyon / sanallaşma sorununa kadar çağdaş düşüncenin temel problematiği, insanın, insanî yetilerini nasıl koruyabileceği ya da nasıl yeniden-kazanabileceği meselesidir: Nietzsche'den itibaren, insanı sürüye dönüştüren modernliğin dekadans biçimlerine, türbülanslarına, idrak ve varolma biçimlerini yitirmesine yoğunlaşıyor çağdaş düşünce.

* * *

İçinde yaşadığımız çağ, insanı, çağının farkında, çağının sorunlarını özümsemiş bir varlık katına yükseltmek yerine, çağının ve kendi sorunlarının farkına varabilmesini sağlayabilecek algı kapılarını sürgit daraltıyor, bulanıklaştırıyor ve hatta kapatıyor.

Oysa algı kapıları kapanan, düşünme melekeleri yok olmaya yüztutan bir insan, çağdaş değil, tastamam ağdaş bir varlıktır; herhangibiri'dir; hiçbirşey'dir.

İnsanın algılama melekelerini kötürümleştiren, algı kapılarını kapatan şey, doxa'yı / kanaat sahibi olma, düşünme çabası içine girme imkânlarını artırması beklenen ama tam tersi bir sonuç veren medya çağında yaşıyor olma paradoks'udur: Hayatın her şeyine nüfûz eden, dahası medyalar üzerinde/n sürdürülen hayat, hayatı, insanı ve gerçekliği simülatifleştirmekten ve anlamsızlaştırmaktan başka bir şey sunmuyor insana.

İnsan, içinden geçtiğimiz çağda, akl-ı selimini, zevk-i selimini, kalb-i selimini, şevk-i selimini, fikr-i selimini, zikr-i selimini ve şükr-ü selimini yitirmek gibi esaslı bir ontolojik sorunla boğuşmuyor yalnızca. Aklını, zevk'ini, kalb'ini, şevk'ini, fikr'ini, zikr'ini / hatırlama biçimlerini ve kibri yok edecek yegâne varoluş imkânı sunan şükr'ünü de yitirmek gibi bir ontolojik yokoluş sorunuyla da boğuşuyor aynı zamanda.

İnsan, yazılı kayıtlı insanlık tarihinde, daha önceki çağlarda bizatihî insanın varoluşunun metamorfoza ve mutasyona uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir yokoluş sorunu yaşamadı, hiçbir zaman.

* * *

Oysa akl'ın, fikr'in, kalb'in, zikr'in, zevk'in, şükr'ün "selîm" hâli, insanın inanötesiyle, Yaratıcı'yla, kâinât'la, diğer insanlarla ve varlıklarla "bütünleşme" hâlidir: Yani idrak kapılarının sonuna dek açılabilmesi ihtimali.

Dolayısıyla insanın bütün "selîm" hâlleri, insanın derinleşmesi, enginleşmesi, "zenginleşmesi" ve kendini aşarak sâhil-i selâmete çıkabilmesi hâlleridir. İnsanı, sâhil-i selâmete çıkarabilecek bu idrak genişliğini insana kazandıran yegâne kaynak, bütün selîm hâllerini üreten ve selîm'le aynı etmimolojik ve semantik kökü paylaşan İslâm'dır.

"İslâmiyet, insaniyet-i kübrâ [büyük insanlık]dır" diyen Bediüzzaman, bu gerçeği derinlemesine kavrayarak hareket edebilen düşünürlerin başında geliyor ve bu gerçeği enfes bir dille şöyle ifade ediyor 23. Söz'de: "İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. [Çünkü seküler-kapitalist Batı uygarlığı gibi, bütün tabiî varlıkları, cansız, hükmedilecek bir nesne olarak konumlandırarak, tabiatı -ve diğer insanları- yok eden bir sürecin temellerini atmak yerine, Yaratıcı'yı tesbih eden canlı varlıklar olarak kabul eder; insanı, Yaratıcı'yla ve kâinât'la dost hâline getirir; cemâl ve kemâl noktasına ulaştırarak insanın idrak kapılarını sonsuza -kadar- açar]. Küfür, insanı [nefsine, egosuna, arzularına, fetişlerine, araçlara teslim ederek] gâyet âciz bir canavar hayvan eder."

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum