İnsana neşe mi yoksa hüzün mü daha çok yakışır?

İnsana neşe mi yoksa hüzün mü daha çok yakışır?

İnsana neşe mi yoksa tatlı hüzün mü daha çok yakışır? İsterseniz soruyu “İnsan neşeli iken mi yoksa hüzünlü iken mi daha çok etkiler ya da etkilenir?” diye soralım.

Sizi bilmem, ama ben hüzünlülerden daha çok hoşlanır ve daha çok etkilenirim. Şen ve şakrak olandan, hangi ruh haleti içinde olursam olayım, bunu saman alevi gibi geçici bir şey gördüğümdendir herhalde, fazla etkilenmem. Hüzünlüler ise benim hemen ilgimi çeker. Hüzünlü vardır; kendi beninin ötesinde bir şeyler arar gibi dikkatlidir, dünyanın değil ötelerin kaygısını duymaktadır. Hüzünlü vardır; hayat serüveninde çaresizdir, ama büyük bir teslimiyet içinde çözüm aramaktadır. Bu iki tür hüzün sahiplerinden birinden ders alırken diğerine karşı şefkatim kabarır, yardım etme duygularım harekete geçer. Ağlayan bir çocuğun karşısında ise kalbimden bir tel kopar.

Hüzün insanın daha derinindedir, daha derininden gelir sanki, neşe ise daha yüzeysel, uçuk, köksüz ve dayanaksız. Tatlı hüzün içinde olanlar daha ciddidir ve ama neşeliler daha tutarsız sanki. En azından bana öyle geliyor.

Hüzün derinlerden, hayatımızın gerçeklerinden, köşe başı hakikatlerinden geliyorsa; mesela, herkesin karşılaşacağı ölüm ötesinden kaynaklanıyorsa, hiçbir teminatımızın olmadığı bir ömür için elbette hüzünlenir insan, tutum ve davranışlar bunu açığa vurur; belki de bu kaygıdan ötürü hayat yeni bir aşamaya gelir. Bulunduğu anın birkaç saniye sonrası için hiçbir garanti veremez insan. Şu an varsa yarın yoktur. Bütün düşündükleri, hayal ettikleri, bel bağladığı projeleri bir anda belirsizleşir. Hayatı süresince işlediği günahların, beğenmediği hallerin bir muhasebesini yapmadan ağırlıklarını geride bırakarak beklenmedik bir anda elinin altından çekilip gitmeleri bile her an hüzünlü olmaya yeter bir sebeptir.

İnsana en ağır gelen ve insanın en çok pişmanlık duyduğu, yapılanları yararlı mı zararlı mı diye kontrolden geçirmeden önce fırsatın kaçmasıdır. Fırsat kollanılır, ancak onu değerlendirmek ise insanın elinde değildir. Birçok konularda insan tamamen kaderin emrindedir. Bütün planlar hak olan ölümle altüst olabilir. Tam bir müflis olarak ölüm ötesine gitmesi her zaman ihtimal içindedir insanın. Tatlı bir hüzün sanki onun varoluşunun gereğidir. Allah’a karşı boyun büküklüğü aslında güzel bir davranış biçimidir. Böylesi bir hüzün özünde melankoniyi değil, yoğunca ümidi, sevgiyi ve tövbeyi saklar. Bu hüzün insanı katıla katıla güldüremez ama büyük bir ümitsizlik içinde yerin dibine de batırmaz; evet, onu sırları aralayan bir gözlemci yapar. Bu hüzün bir tutarlılık, bir kararlılık, bir dengelilik ve bir teslimiyetçiliktir. Hayatı bütün gerçekleriyle tanımaktır.

Hz. Âdem, kendine yapılan uyarılara rağmen şeytanın aldatmasına kanarak, ilk günahı işleyip kendine geldikten sonra ne kadar hüzünlenmiştir. Onun hüznü ve ardından affedilmesi için içli duası tövbenin kapılarını açmıştır. Tatlı hüznünde çiçeği burnundaki insanlığın ebedî sevincin tohumları vardı. Hüznü insanlığın tarihinin de başlangıcı oldu. O güzel sesi ve konuşmasıyla Davut Aleyhisselamın tatlı hüznü de hem kendini ve hem de onu dinleyenleri ağlattırmıştı.
Hüzün aynı zamanda bir tefekkürdür; neşeyi sonraya ertelemenin ruh olgunluğudur. Ölçüsüzce neşelenen ise hayatla ilgili ne varsa ince eleyip dokuyamaz. Çoğunlukla neşeli olanın fikri dağınıktır, duyguları rahata açıktır, konsantrasyonu sönüktür. Neşelenme, bir anlamda insanın duraklama anıdır.

İki tür hüzün var; biri bir şeyden ötürü duyulan hüzün, diğeri bir şey için duyulan hüzün. Eğer dışarıdan dayatılan ya da bir faktör nedeniyle ortaya çıkan bir hüzünse, algı derecelerine göre herkes bu tür hüzünden etkilenir. Karşılaşılan bu hüzünler sabredildiği takdirde en az zararla savuşturulur. Mesela; doğal afet gibi felaketlerin üstesinden sabredilerek gelinir. Acıların da zorlukların da panzehiridir sabır. İlk aşamada zor gelen her şeye sabır aynı zamanda iyi bir duygu eğitimidir. Eğer kendi kusurlarımızın bizi sürüklediği bir kaostan ya da geleceğimizin belirsizliğinden kaynaklanan bir hüzünse, yine herkes kapasitesine göre bundan etkilenir. Bu ikinci hüzünde bizim özel çabamız söz konusu. Bu tür hüzün bizim olumlu yanımızı da güçlendirir, harekete geçirir. İrademize bağlı efor harcadığımız için de ödülü büyüktür; ödülü de kemal ve cennettir. Dünyanın hayhuyu içinde bizim belirsizliğimiz bir gerçekse, -ki düşünen akıllar için öyledir- bu durumdan üzülmek elbette bilinçli hüzünlülük halidir. Bilinçli hüzünlüler, dünyaya ilişkin hiçbir şeyden ve dünyanın hiçbir nesnesinden asla kaygılanmazlar. Bütün kaygıları ümidin daha çok olduğu ölümden sonrasınadır. Sonunun ne olacağından hüzün duymaz mı insan?

Neşe ile hüzün arasında bir tercih gerekecekse “hüznü tercih ederim” diyor Kıerkegaard ve “Ben de hüznün güzel olduğunun bilincindeyim ve gözyaşlarında cesaret vardır.” diye ekleyip kendi tecrübelerine dayanarak, insanların neşeden çok hüzün duyma eğilimi göstermesini modern çağların tüm gelişiminin bir parçası olduğuna bağlar. Buna göre hüzün daha yüksek hayat görüşü olarak değerlendirilmektedir.  Neşe, neşeden kaynaklanan rahatlığa karşı bir teşekkür borcu da yükler mi insanın sırtına? İşte Kıerkegaard bu yüzden de hüznün kişiyi bir sorumluluktan kurtardığını öne sürerek daha başka açıdan olaya bakar. Ama aslında hayatın sorumluluğundan dolayı hüznü yaşar insan. Böyle olunca da duyulan hüzün bir anlamda pişmanlık insana yaşatarak tövbenin kapılarını da aralar. Kıerkegaard’ın dediğinin aksine, hüzün gururun değil tevazuun kaynağıdır.

Çevremizde hikmetini bilemediğimiz bize kapalı olan o kadar çok olaylar var ki! Bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında hiç hükmündedir.  Ebu Zer Hazretleri Resulullah’ın “Muhakkak ben sizin göremediğinizi görüyor, bilmediklerinizi biliyorum” dediğine şahit olduktan sonra, “Vallahi eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız.” diye belirsizlikler içinde yüzen insanın öyle istediği gibi neşelenemeyeceğine vurgu yaptığını rivayet eder.

Kendimiz hakkında bir tahminden öteye geçemeyen bir konumdayız. Duadan başka bir yaptırım gücümüz yok. Neşelenmek güzel; ama nereye kadar? Neşenin bittiği noktada zoraki hüzün başlamıyor mu?
Zoraki hüzünlerin bizi ablukaya almadan önce bilinçli hüznümüzden güç, enerji ve moral toplamaya bakalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum