Abdullah MURADOĞLU

Abdullah MURADOĞLU

İnsan, zaaflarıyla insandır

İnsanları insani kusurlarıyla birlikte kabul edip sevmeyi bir türlü beceremiyoruz.

Oysa insan duygular ve davranışlar toplamıdır.

Ve her zaman duygularla davranışlar "yüksek ahlak" dediğimiz şeyle çakışmıyor.

İyi insan, hep mükemmel olana doğru bir yolculuk içerisindedir.

Ne var ki bu yolculuk hiç bitmez, çünkü mükemmelliğin sınırları belirsizdir.

Peygamberimiz, eli ayağı titreyerek ta'zimde ileri giden bir kişiye, "kendine gel, ben bir kral değilim, kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum" demek durumunda kalmıştı.

Örnek alınacaksa, işte örnek.

* * *

Oysa ne yapıyoruz biz.

Bir heykeltıraş gibi, elimizdeki resmi olmadığı biçimde yontup duruyoruz.

Bunun bir örneğini Can Dündar'ın "Mustafa" belgeselinde yaşadık.

Oysa bir şahsiyetin, insani kusurlarına rağmen nasıl olup da diğer şahsiyetlerden daha fazla önplana çıktığına dikkat kesilmemiz lazım gelmez miydi?

Şimdi de Sait Nursi hazretlerinin hayatını anlatan "Hür Adam" filminde benzer tartışmalar yaşıyoruz.

Said Nursi'nin hayatının filme alınması fikri bile netameli bir konu olarak algılandı hep.

Bu açıdan, ne kadar eleştirirsek eleştirelim, "Hür Adam" filmi bir tabunun yıkılması açısından önemli bir gelişme.

Daha film gösterime girmeden hakkında suç duyurusunda bulunulmuş.

"Mustafa" filmine gösterilen tepkiler, "Hür Adam" filmine de gösteriliyor.

Filmin ne kadar gerçekçi olup olmadığı, ne kadar iyi çekilip çekilmediği bir tarafa bırakılıyor, Atatürk'ün "kendisine kafa tutulan bir şahsiyet" durumuna indirgenmesi mevzu ediliyor.

Oysa Milli Mücadele'nin ilk yıllarında Meclis'te yapılan tartışmalara bakanlar, böyle çok örnek göreceklerdir.

Öte yandan Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Çankaya sofralarında yaşanan kimi tartışmalarda da "kafa tutma" örneklerine rastlıyoruz.

Gayet de doğaldır, insanidir.

* * *

Meselenin bir başka tarafı da, Bediüzzaman Said Nursi'nin Büyük Millet Meclisi Reisi ve Milli Mücadele'nin başkomutanı Mustafa Kemal Paşa'ya yazdığı mektuptur.

"Habertürk" gazetesi, Çankaya Köşkü'nde "çok mühim bir mektup" notuyla saklanan mektubu yayımladı.

Mektupta Mustafa Kemal Paşa'ya "İslâm âleminin kahramanı Paşa Hazretleri'ne.. Ey şanlı Gazi, yüce şahsiyetiniz hem başarılı ordunun hem de yüce Meclis'in manevi kişiliğini temsil ediyor" şeklinde iltifatkar ibareler yer alıyor.

Ardından Mustafa Kemal Paşa'ya bir takım tavsiyelerde bulunuyor Said Nursi.

Beklentilerini sıralıyor.

Aynı tavrı Van'da dini ve fenni ilimlerin birlikte tahsil edileceği büyük bir üniversite kurulması için yaptığı girişim sırasında Sultan Abdulhamit'e karşı da göstermişti.

Karşılığında da "deli bu adam" denilerek tımarhaneye gönderilmişti.

Doğru bildiğini söylemekten sakınmayan bir kişiliğe sahip Said Nursi.

Gelin görün ki Mustafa Kemal Paşa'ya yaptığı iltifatlar Said Nursi'nin hayatını anlatan kitaplarda yer almıyor.

Demek ki çıkarılmış, demek ki o iltifatlar Said Nursi'ye yakıştırılmamış.

Said Nursi'nin kendisine yakıştırdığını, sevenleri ona yakıştırmıyor.

Bu tür şahsiyetlerin hayatlarından bazı kesitleri hoşumuza gitmiyor diye koparıp atıyoruz.

Hazırladığım bazı dizilerde, bu tür kesitlere yer verdiğim için şiddetli eleştirilere maruz kaldığımı hatırlıyorum.

Sadece gelecek olursak, tarihi şahsiyetleri anlatan bir film yapılacaksa, gerçekte olan neyse, onu yansıtmak şarttır.

Sevdiklerimizi, neyse o oldukları şekilde sevmeyi denesek daha iyi olmaz mı?

Adalet ve güvenlik..

"Adalet" bir ülkenin en dikkat edilmesi gereken temel bir meselesidir.

Eğer bir ülkede insanların adalet duygularını rencide eden uygulamalar varsa, o ülkede gerçek anlamda bir güvenlikten söz edilemez.

Çünkü "adalet" ve "güvenlik" birbirinden ayrılamaz.

Toplumun güvenliği adaletle yan yana gider.

Uzun süredir yargı ve adalet, toplumumuzun gündeminde yer alan bir sorun olarak önemini koruyor.

Yargıda iş yükünün ağırlığı yüzünden adalet sisteminde bir takım aksamalar olduğunu da biliyoruz.

Tutukluluk sürelerinin uzunluğu da bu aksamalardan biri.

Tutukluların duruşmalar tamamlanıncaya kadar suçsuz oldukları bir hukuk ilkesidir.

O halde, bu tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmemesi için gerekli önlemlerin alınması şarttır.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun elindeki dosyalarla ilgisi olmaksızın verdiği istişari karar doğrultusunda suçlara ilişkin tutukluluk sürelerinde yeni belirlemeler yapmış.

Buna göre anayasal düzene karşı işlenen suçlarda azami tutukluluk süresini 10 yıl olarak belirlenmiş.

Organize suç örgütleri gibi suçlarda bu süre 5 yıl, diğerlerinde ise daha da az.

Devlete karşı işlenmiş suçlarla, topluma ve bireylere karşı işlenmiş suçlar arasında bir ayrım yapılıyor.

Yargıtay'ın sözkonusu dairesinin aldığı karara göre tutukluluk sürelerinde ağırlık devlete karşı işlenmiş suçlara veriliyor.

Siyasi nitelikli suçların, öteden beri olduğu gibi diğer suçlardan daha ağır yaptırımlara maruz bırakıldığı gibi bir tablo ortaya çıkıyor.

Yargıdaki iş yükünün ağırlığı nedeniyle alındığını düşündüğümüz bu kararın adalet duygularını rencide edeceği aşikar.

Daha şimdiden eleştiriler art arda gelmeye başladı.

İş yükünün azaltılması ve duruşma safhalarının kısa tutulması için gereken önlemlerin alınması yerine kimi suçlarda tutukluluk sürelerinin uzatılması, doğrusunu söylemek gerekirse hoş olmamıştır.

Suçlu olduğu mahkemece henüz kanıtlanmamış bir kişinin on yıl tutuklu kalması kulağa hoş geliyor mu?

Herhalde 2011'in gündeminde en fazla yer tutan konulardan biri olacak, bu.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.