İnönü, Said Nursi raporu isterdi ben de yazardım

İnönü, Said Nursi raporu isterdi ben de yazardım

Nurculukla Mücadele Komitesi üyelerinden Neda Armaner'in cehaletini ve "kemikleşmiş fikirleri"ni gösteren çok ilginç bir röportaj

Neda Armaner: Benim fikirlerim kemikleşmiş, değişmez artık

1964'te Risale-i Nurların aleyhinde bir kitap yazılır. Kitabın ve basıldığı yayınevinin ismi sahtedir. Risale-i Nurlarla ilgili sürekli raporlar yazmış ve Nurculuk aleyhinde kitabı bulunan Neda Armaner de bu olayın kahramanlarından (!) biridir.

1960 darbesini yapanlar Diyanet'in başına Sadettin Evrin Paşa'yı vekil olarak getirmişti. Amaç belliydi. İsmet İnönü de, 1964'te, Danıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkan Vekilliği görevlerinde bulunduktan sonra 1963 senesinde yaş haddinden emekliye ayrılmış M. Tevfik Gerçeker'i Diyanet İşleri Reisliğine atamıştı. Gerçeker'in döneminde Ankara Üniversitesi bünyesindeki İlahiyat'ta Neşet Çağatay'ın başkanlığında Nurculukla Mücadele Komitesi kurulmuştu. Bu komitede İlahiyat'ın dekanı Hüseyin Gazi Yurtaydın, İbrahim Çubukçu, Bahriye Üçok, Hamdi Kasapoğlu gibi isimlerle beraber Neda Armaner de vardı.

Komitenin amacı, 1960'ta vefat eden Bediüzzaman Said Nursi'nin eserleri ve talebelerinin etkinliğini kırmaktı. Bunun için umulmadık ve inanılması zor işlere imza atar komite mensupları. İlk işleri Tuhfetür Reddiye adıyla yalan-dolan bir broşür hazırlamak olur. Broşürü müftü, vaiz, imam, kaymakam, vali ve ağır ceza reisleri gibi ulaşabildikleri herkese posta ile gönderirler. Amaç, Risale-i Nurlar aleyhinde bir 'terör' havası estirmektir. Fakat Bediüzzaman'ın talebeleri olayın peşini bırakmaz. Araştırınca ilginç ve şaşırtıcı bilgilere ulaşırlar. İlahiyat gibi bir kurumun çatısı altında çalışan, İslam'ı ve güzelliklerini öğretmekle mükellef bu insanlar, kendi yazdıkları kitabı, kitabın basıldığı tarihten 10 yıl önce vefat eden Osmanlı’nın son şeyhülislamı Mustafa Sabri yazmış gibi göstermişlerdir. Rahmetli Bekir Berk, Mustafa Sabri'nin oğluna ulaşarak bu yalanı ortaya çıkarmıştır. İş bu kadarla da bitmez. Kitabın 'sözde' basıldığı Biricik Basımevi de 1950'lerin başında kapanmıştır.

İSLAM'DA BAŞÖRTÜSÜ YOK!

Hayatta iken inanılmaz eziyetlere maruz bırakılan, bu da yetmiyormuş gibi vefat ettiğinde kabrinde dahi rahat bırakılmayan Said Nursi'nin eserleri böylesine zor şartlarda filizlenerek günümüze gelmiştir. Nur talebelerinden İsmail Anbarlı'nın anlattıklarına göre İlahiyat'ta kurulan o heyette bulunanlardan biri de Neda Armaner'dir. Armaner, Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Babacan'ı üniversiteden uzaklaştıranlardan biri olduğunu da iftiharla anlatmaktadır bugün.

Neda Armaner, Diyanet İşleri Başkanlığı ve önde gelen İslam âlimlerinin aksine başörtüsünün gerekli olmadığını savunanlar arasındadır. Dolayısıyla bu düşüncenin eski kuşaklarındandır. Yani Kur'an'da var olmasına rağmen, bugün belirli bir kesimde başörtüsü konusunun bu kadar karmaşık hâle gelmesine yorumlarıyla tesir edenlerden! İlahiyatta okuyup da bu konuyu 'yorum farkı' ile anlayamamış olmak kelimenin en hafif tabiriyle 'nasipsizlik' olsa gerektir belli ki.

'27 MAYIS ÇOK İYİYDİ'

Armaner'in röportajın sonunda itiraf ettiği şu cümle, bugünün Türkiye'sinde 'makul çoğunluğun' anlamakta zorlandığı bazı insanların düşünce yapısını çözümlememize yardımcı oluyor sanki: "Benim fikirlerim siz de anlarsınız ya, kemikleşmiş artık. Sizinle ne kadar konuşsam ben bu fikirlerden ayrı bir şey düşünemem."

-Menderes dahil 3 kişinin asıldığı 27 Mayıs 1960'taki ihtilal olaylarını nasıl değerlendirdiniz?

Çok iyi değerlendirdim. Bizim Atatürkçü, cumhuriyetçi olduğumuzu anladıkları için kapılarımıza çarpı işaretleri kondu. İhtilal gelmese idi nasıl bir durum olacaktı Allah bilir. Ben içinde yaşadım. İnönü'nün tembihine rağmen Demokrat Partililer 16 sene güzelce okunan Türkçe ezanı Arapçaya çevirdiler. Onunla kalmadı. Ticaniler, birtakım Nurcuların risaleleri bilmem neleri ortaya çıkmaya başladı. Said Nursi'nin ne olduğunu ben, yukarı, tahmin ettiğim gibi, rapor veriyordum. Şimdi 1963'te ben devamlı rapor veriyordum; mahkemeler... Nurculuk hakkında.

-Sizden rapor talep ediyorlardı.

Evet. Nurcular hakkında raporlar yazdığımı az çok bilen talebelerim olmuş ki… Çünkü bize çuval çuval, sandık sandık Nur risaleleri geliyordu.

-Türban konusunda ne düşünüyorsunuz siz?

Gereksiz, ne lüzum var buna?

AMEL DEĞİL, NİYET ÖNEMLİ

-Peki yasağın olması gerekli mi?

Dinde insanlara niyetine göre ahkâm keser Allahu Teala, kişinin günaha girip girmediğini niyeti belirler.

-Ama yapmamız gereken emirler var. Niyetim oruç tutmak; ama yemeğimi yiyorum. Oldu mu şimdi?

Senin içinden geçeni Allah daha iyi bilir. Sen ne söylersen ben bilemem. 'Sana şah damarından yakınım' diyor.

-Peki orada öğrenci gelsin, girsin okula. Ne olur yani?

Niçin girsin çocuğum? Askeriyede bir disiplin var, okulda da disiplin var.

-Askeriyeye gitmiyor ki; okula gidiyor.

Ben kısa etek giyeni de azarlarım. Yani başörtüsü farz değil İslamiyet'te.

-Nur Suresi'nde 31. ayet…

Hayır evladım.

-Diyanet İşleri Başkanı da dinin gereğidir diyor efendim.

O Diyanet İşleri… Şimdi İslam'ın şartını biz de öğrendik. Biz de başörtü takalım demedik ki. 1949'da açıldı ilahiyat, (Hatice) Babacan hadisesi 1968'de oldu. Aradan 30 seneye yakın bir zaman geçmiş. O kadar talebe mezun olmuş. Kimsenin aklına gelmedi bu farzdır, bunu yapalım diye. Namazı icap ettiği zaman kılıyorduk. İcap ettiği kadar orucumuzu tutuyorduk; ama başörtü meselesi geleneksel bir mesele. Sen içini rahat tutarsan başını örttün örtmedin. (Dışişleri Bakanı Ali) Babacan'ın halası var ya Hatice Babacan. Onu kovduk biz İlahiyat Fakültesi'nden. Kaydını sildik, sebebi de bu eski köye yeni âdet... Bu türbanı getirmişti. Birçok hadise vardır onunla ilgili. Onlara girmeyeyim, çok uzatırım. O zaman anlaşıldı ki bu bir piyondu.

-Hatice Babacan'ı üniversiteden atarken kim vardı sizinle beraber başka?

Uzun hikâye. Prof Hüseyin Yurtaydın, dekandı. Onun zamanında nasihat edildi buna. (Bu yöntem sizlere de tanıdık geldi mi, 'ikna odaları' gibi. C.K.) "Evladım siz İslamiyet'i burada öğreneceksiniz, aslını öğreneceksiniz. Bakın bu fakülte 1949'da açıldığından beri buraya gelen talebelerden hiçbiri başını örtüp de geleyim diye söylemedi. Siz niye böyle yeni âdet çıkartıyorsunuz?" Nasihat etti benim yanımda.

-Siz vardınız, Neşet Çağatay, Bahriye Üçok vardı değil mi?

Tabii, tabii. Bahriye Üçok çok tehdit aldı. Ben de aldım o arada. Çünkü eski köye yeni âdetler getiriyordu bunlar.

-Tuhfetür Reddiye diye bir kitap hazırlatıldı o dönemlerde…

Aeee...

-1964'te hazırlatıldı.

Eeee… Şeyde.

RİSALELER ALEYHİNE SAHTE KİTAP

-Osmanlı'nın son Şeyhülislamı Mustafa Sabri'nin ismi ile yayımlandı bu kitap/broşür.

Bak onun kitabı, Mustafa Sabri'nin kitabını, bu kitabı hazırlamıştı, Nurculuk hakkında.

-Kitabın kapağında 1964'te basıldığı yazıyor. Tam ismi Tuhfetür Reddiye, Alâ Mezhebi Saiydil Kürdiyye, Yazan Osmanlı İmparatorluğu sabık Şeyhül İslamı Mustafa Sabri, Biricik Basımevi, Ankara-1964.

İşte o zaman Nurcuların aleyhinde, Nurcuların siyaset yaptığını ben biliyordum. Çünkü bana gelen vesikalar, şeyler…

-Siz mi hazırladınız bunu?

Ben hazırlamadım. Mustafa Sabri'nin.

-Bir tane de yazanı belli olmayan, isimsiz Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Nurculuk Hakkında, Resimli Posta Matbaası, 1964-Ankara diye bir kitap var, yine o dönemde hazırlatılan.

Diyanet. Anonim olarak diyanet çıkarmış ama Mustafa Sabri'nin.

-Ama Mustafa Sabri kitabın çıkış tarihinden 10 sene önce ölmüş.

Öyle diyorlardı o zaman bunu yani.

-O zaman nasıl oluyor bu? Bunun amacı ne olabilir?

Yani Nurculuk aleyhine…

-Nurculuk aleyhine olacağız diye, ölmüş bir adamın ismiyle kitap çıkarılıyor.

Ölmüş bir adam ama ondan yararlanan, Nur risalelerini ticaret metaı olarak, durup durup basan, bakın bunu okudunuz mu? (Kendisinin yazdığı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlarından çıkmış İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk kitabını gösteriyor.) Bunlar matbaa ismini de yazmıyorlar, tarih de bildirmiyorlar.

-Ama yazsalar baskın yapacaklardı.

Tabii, tabii. Yani o kadar matbuat kanununa aykırı hareket ediyorlar ki, o bakımdan her vesile ile bastığı kitapta mesela ben burada sayfalarını yazıyorum değil mi, o sayfalar bir başka baskıda değişik oluyor. Bunlar durmadan değiştiriyorlar. Benim, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar Nurculuk kitabım 20 bin basılacaktı. Diyanet İşleri Reisi Tevfik Gerçeker duymuş, haber gönderdi bana '15 bin de biz sipariş verelim, bütün müftülüklere gönderelim' diye. 40 bin kadar basıldı. Ne oldu biliyor musunuz? Böyle söylememi mazur görün. Nurcuların piyonları, hangi kitaplıkta görmüşlerse bir bir alıyorlar, 'kaybettik, ne kadarsa fiyatı -gayet cüzi bir fiyattı- verelim.' diyorlar. Yok ettiler, 40 bin kitaptan çok az kaldı. Ancak, 1998'de Cumhuriyet Gazetesi tekrar kitap olarak verdi onu. Vereceğini de TV'den öğrendim. Benden izin almaları lazım. Sami Karaören var. Ben 1970-80'lerde Cumhuriyet'e yazılar veriyordum. Sami Bey demiş ki 'ben Neda Hanım'ı tanıyorum. Olurunu verir.'

-Cumhuriyet telif ödedi mi size?

Hayır. Yani normal basın kanununa göre 1 sene içinde basılacaksa, vârislerinden yahut sahibinden izin almak lazım. Ondan dolayı, yoksa telif alacak değilim.

-Neyse, Mustafa Sabri, Osmanlı'nın son şeyhülislamı, ölmüş bir adamın ismi neden kitaba konuyor? Bunu anlamaya çalışıyorum.

Bakayım, sizde bir şeyler var.

-Var var. İşte Tuhfetür Reddiye…

Mustafa Sabri. Ha Tuhfetür Reddiye, Alâ Mezhebi Saiydil Kürdiye. Kürt Said diye anılır.

-Neden böyle yaptınız?

Ben gerçekleri elimden geldiğince ikna ediyorum; ama sizin kafanız biraz dolmuş da. (Kahkahalar.)

-Kitaba, seneler önce ölmüş birinin ismi konuyor. Üstelik basımevi olarak görünen Biricik Basımevi de yine seneler önce kapanmış.

Ama bu kitaba dayalı olarak…

-Yani yazar ismi yanlış, yayınevi kapanmış ve risaleler aleyhine böyle bir kitap…

Şimdi, eeeeee…

-Şimdi, madem böyle bir kitap yazılıyor. Neden Mustafa Sabri'nin ismi kullanılıyor. Yani bunu yazan her kimse neden kendi ismini koymuyor buna?

İşte orasını ben bilmiyorum. Yalnız Diyanet İşleri'nde onun bu yazısına göre… meşhur bir zat olarak…

ONU DİYANET'E SORUN, AMA…

-Oğlunu buluyorlar. Oğlu, “Bamın böyle bir kitabı yok.” diyor mesela.

Ama ben Diyanet İşleri'nin içinde değilim.

-Yani bu, Risaleleri yalanlamak için ortaya konmuş bir projeydi.

Ne bileyim ben. Onu Diyanet İşleri'ne gidip sormak lazım ama onlar şimdi eeeeee net olarak daha eskileri bilen zat da kalmadı. Ben, Allah izin verdi bu yaşa geldim, ama benim gibi böyle uzun ömürlü kimseler yok. Ben mesela orada tezimi yazarken o tez dolayısıyla Diyanet İşleri'ne sık sık giderdim.

-Neşet Çağatay başkanlığında İlahiyat'ta Nurculukla Mücadele Komitesi kurulmuştu.

Hiç öyle bir şey yok.

-Hamdi Kasapoğlu, İbrahim Çubukçu, Hüseyin Gazi Yurtaydın ve siz de vardınız orada…

Hiç. Ama hepimiz, Bahriye Üçok değil; ama Neşet Çağatay, ben, İbrahim Agah Çubukçu, bunlar raporlar yazıyordu. Diyanet İşleri de raporlar yazıyordu ama…

-Diyanet'e siyaset karışmıştı o dönemde.

Orada bunları (risaleleri) bir bir, satır satır biz okuyarak rapor yazıyorduk. Onun için bunları elediğimizde çok şeyler öğreniyorduk, hangi yola gidiyorlar diye. Hangi tarafla işbirliği yapıyorlar.

SAİD NURSİ NE YAZDIĞINI BİLİYOR MUYDU?

-Hepsini okudunuz mu?

Hepsini, bütün çıkanları okudum diyemem, ne kadar gelmişse bu kitapta bahsetmişimdir

-Risaleler ilk okumada biraz zor anlaşılır.

Arapçadır. Kendisi de ne yazdığını biliyor muydu?

-Kur'an'ın tefsiridir onlar.

Allah'ım ya rabbim. Öyle bir tefsir. Yani sen de bunları okudun mu?

-Okudum.

Maşallah sana. (Kahkaha)

-Okumadan düşman olmamak lazım. Okumak lazım. Şöyle bir soru sorayım. Bugün Çin dâhil dünyanın pek çok ülkesinde Risale-i Nurlar okunuyor. Biliyorsunuz değil mi?

Ah ah ah. Bunları, bu Risaleleri mi okutuyorlar. Aferin onlara.

-Pek çok dile çevrilmiş.

Fethullah'ın yazılarını da şey ettiler. Mübarek olsun. Uğur Mumcu'nun ruhu şad olsun. Siyaset, ticaret neydi tarikat. Said Nursi Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanı. Said Nursi Kürt'tür.

ÇOCUKLAR, BU İŞ BURADA BİTER!

-Kürt-Türk düşmanlığının aksine kardeşliği pekiştirmiştir.

Şimdi siz bunları yarım okumuşsunuz.

-Siz ne kadar okudunuz risaleleri?

Ben okumadım. Bize gelen dokümanları bir bir gözden geçiriyorduk. Tamamı birbirinin aynı zaten.

-Sizin böyle okumadan yazmanız olaya siyaset karıştığını belgelemiyor mu?

Valla mübarek olsun. Yani dediğim gibi burada sizin gelişinize memnun oldum. Sizi tanıdım. Gerçekten ama çocuklar burada bu iş biter. Çünkü ben burada Nurculuğun müdafaasına muhatap olacak durumda değilim. Çünkü siz bunların nereye gittiğini bana açık seçik…

-Ama siz Risaleleri yanlış algıladığınız için…

Ben bunu yanlış mı yazdım. (İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk kitabını gösteriyor.)

-Hayatını okudunuz mu?

Yo. Benim yazdığım bu kitabı niye topluyor madem ki piyonları. Bu kitap ortada yok. Kalmamış.

-Sizden istediler yazdınız onu… Ama Risaleler bugün dünyanın birçok ülkesinde okunuyor.

Şerif Mardin... Nur Enstitüsü kuruldu. Amerika niye kurdu Nur Enstitüsü? Şerif Mardin'i de getirdi başına. Bu TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) onu ısrarla almıyor. Zorladılar, almadı. Neden almadı?

-Şerif Mardin'i oraya almamasını onaylıyor musunuz?

O kafa ile oraya girecek adam değil. Orası bilimsel bir yer.

-Şerif Mardin'in kimliği ortada efendim. Yani burada siyaset karışıyor işin içine. İlle de TÜBA'nın istediği araştırmaları yapanlar mı bilim adamı oluyor?

Şimdi bu arada elbette yani bu nurculuğun felsefesine kendisini kaptırmış olanlar bence gerçek bilim adamı değil, siyaset yapıyor demektir. Ben o kanaatteyim.

-Önyargı yani.

Beni yanlış bulabilirsiniz. Ben o kanaatteyim.

-Bunca yıllık tecrübenize istinaden soruyorum.

Teşekkür ederim. Ama bak hiçe indiriyorsun beni.

-Hiçe indirmiyorum. Gazeteci olarak soruyorum. En son ne zaman okudunuz Risale-i Nurları?

Bana ne canım Risale-i Nur’dan. Kim okursa okusun.

-En son ne zaman okudunuz?

Yani ben kanaatimi vermişim. En son niye okuyayım ben.

-1960'larda mı okudunuz?

Hayır, niye okuyayım yani? Said Nursi öldüğü zaman talebeleri gelip gelip onun yatağında yatmış, ondan sonra askeriye tabii onu mezarından alıyor…

-Yani mezarında bile rahat bırakılmadı. Dünya neden bu kadar ilgi gösterdi ona peki? Siz Nurların aleyhinde bir kitap yazdınız; ama dünyadaki insanlar sizin yazdığınız gibi düşünmedi?

Düşünmesin bana ne. Ben okuduğum kadar okudum. Yani 50 sene, 40 sene evvel okuduklarımı tekrar tekrar okuyacak değilim ki.

NE KADAR KONUŞSAK FAYDA ETMEZ

-Ama bu Mustafa Sabri olayının cevabını vermediniz…

Şimdi benim fikirlerim siz de anlarsınız ya kemikleşmiş artık. Sizinle ne kadar konuşsam ben bu fikirlerden ayrı bir şey düşünemem. Ama size teşekkür ederim. Benim tecrübemden, edindiğim bilgilerden yararlanmaya geldiniz. Yararlanmıyorsunuz, beni telkin altında bırakıyorsunuz.

-Fikirlerin kemikleşmesi ilim insanı için doğru bir şey mi?

Ama şimdi ben bugünkü düşüncelerimle yetişen bir insan değilim ki. Onları takviye etmişim ben, sağlamlaşmış artık onlar. Atatürk ilkelerini değişmez bir yol olarak kabul etmişim. Onun dışında kalanları kabul etmiyorum. Said Nursi'den ne anlıyorsunuz Allah aşkına. Hadi getir bir gün Said Nursi'yi beraber okuyalım. Bir şey anlaşılmaz ondan.

-Müsait bir zamanınızda gelelim.

Ha ha (Kahkaha). Boşuna zaman sarf edersin ama…

* * *

BABASI FUTBOLCU FENERBAHÇELİ SOLAÇIK SADİ

1920 senesinde İstanbul'da doğan Neda Armaner Urfa Siverek'te Kelebekzadeler olarak bilinen toprak ağası bir ailenin mensubudur. Büyükbabası Ali Seydi Bey, Bolu'da mutasarrıflık, Elazığ, Adana ve sürgün gittiği Bağdat'ta valilikler yapmış, lügatleri bulunan, ilim adamı olarak da tanınan birisidir. Torunu Neda'ya önce Işılhan adını koyan Ali Seydi, zaten hürriyet yanlısı olduğu ve Bağdat'a sürüldüğü için eşinin itirazları ile torununun ismini değiştirir. Ali Seydi'nin Bağdat'tan dönüşü de eşinin padişahın huzuruna çıkması neticesinde 'affı şahane' ile gerçekleşir.

Ali Seydi Bey'in babası da birçok nişana sahip Hacı Üzeyir Paşa'dır. Kırım ve Yunan muharebelerine katılmış ve askerî şûra üyeliği yapmış Üzeyir Paşa'nın kabri Fatih Camii haziresindedir. Neda Armaner'in babası ise Altınordu ve Fenerbahçe'de futbol oynamış 'Solaçık Sadi'dir. Halkevinde müzik kolu başkanlığı da yapmış olan Sadi Bey, keman, piyano gibi pek çok müzik aletine yatkın birisidir. Hocalık, ardından Nafia Müdürlüğü’nde bürokratlık ve sonra da Emniyet Genel Müdürlüğü'nde birim müdürlüğü yapmıştır.

ARMANER SOYADINI BARDAKÇI VERDİ

Armaner soyadını, memuriyeti dolayısıyla Konya'da bulunan Sadi Bey'e, sanata yatkınlığından dolayı zamanın Konya Valisi, Murat Bardakçı'nın da dedesi olan Cemal Bardakçı önermiştir. Faika Hanım'la evlenen Sadi Armaner'in dört çocuğu olur. Sırasıyla Neda, Nebire, konservatuarı birincilikle bitiren Selçuk Armaner Gündemir (Fazıl Say'ın hocalarındandır) ve Sudi.

İstanbul 47. İlkokul'da eğitimine başlayan Neda Armaner, diplomasını Konya Gazi İlkokulu'ndan alır. Ardından Ankara Kız Lisesi'ni bitirir. Bir yakınının yardımı ile girdiği Ziraat Bankası'nın merkezinde 7-8 sene çalışır: "Çok güzel sicilim olduğu için dediler ki "size bu senenin iznini veriyoruz. Şubatta birkaç gün devam edin, onun da maaşını veririz. Beni böyle ikramiyeden, maaştan mahrum etmediler."

İsmi 'nem' anlamına gelen Neda Armaner, sosyoloji veya psikoloji okumak niyetinde iken buraların devam mecburiyeti istemesi neticesinde hukuka yönelir önce. Hukuktaki ikinci yılında, 1949 senesinde Ankara Üniversitesi bünyesinde açılan İlahiyat'a geçer. Armaner, bugün, "İlahiyat'a geçtim, hukukta o iki senemi yaktım, helal olsun!" diyen birisidir.

BEYZA BİLGİN'İN HOCASI

Ord. Prof. Dr. Sabri Şakir Ansay, Ord. Prof. Dr. Suut Kemal Yetkin, Esat Arsebük gibi hocaların yetiştirdiği Armaner, ilahiyattan 1953 senesinde mezun olur. Edirne Öğretmen Okulu'nda görev alır. Bu arada Millî Eğitim Bakanlığı'na Öğretmen okulları için 'çağdaş anlayış' içinde din bilgisi kitabı hazırlar ve kitap 1957'de basılır. 1959'da asistan, psikopatolojide dinî belirtiler tezi ile de 1972'de doçent olur. Tevfik Gerçeker döneminde oluşturulan Nurculuk Aleyhine Komite'de vazife alır. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlarından çıkmış İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk kitabını çıkarır. Osmanlı'nın son şeyhülislamı Mustafa Sabri adı kullanılarak Tuhfetür Reddiye, Alâ Mezhebi Saiydil Kürdiyye isimli kitabı hazırlayanlardan olduğu söylenen Armaner'i bu çabalarından dolayı 1971 yılında Türk Kadınlar Birliği ödüllendirir.

1987'de emekli olduktan sonra konferanslar veren Armaner, Kemalist Atılım Birliği Derneği'nin de kurucularındandır. Yeğeni Doç. Dr. Türker Armaner Galatasaray Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Fatma Neda Armaner, bugün Ramazan ayında Milliyet gazetesinde yazılar yazan Beyza Bilgin'in de hocasıdır.

Cemal A. Kalyoncu-Aksiyon

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum