İmâni sorulara cevaplar-2

Zaman zaman okurlarımız e-Mektup yoluyla bazı sorular göndermekte ve bu soruların cevaplarını onlarla birlikte mütalaa edip bulmaya çalışmaktayız. 

Okurlarımızın gönderdiği suallerden bir kaçını ve bu suallere verdiğimiz cevapları bugün de sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Mesleğimiz “iman hizmeti” olduğu için bu gibi soruları ehemmiyetli görüyor, karihamız yettiğince ve vaktimiz olduğunca bu gibi soruları cevaplamayı bir vazife-yi asliye telakki ediyoruz.

Ve şunu da bir kere daha ifade edeyim ki, bu konuların cevapları hususunda istifade ettiğimiz eserler Kur’ân-ı Kerim’in hakiki ve hakikatli bir tefsiri olan Risâle-i Nur eserleridir.

Bu konularda araştırma yapacaklara âcizane tavsiyemiz, bu eserleri yazarak, okuyarak, anlayarak ve ihlasla mütalaa etmeleridir.

Birinci suâl:

"Sen bir İslam ülkesinde doğmamış olsa idin müslüman olmayacaktın. Peki bu dine böylesine bağlanmanın hikmeti nedir?"

Cevâbımız:

1- Öncelikle şunu ifade edelim ki, "Müslüman olarak yaratılmak" seçeneğinin tek alternatifi "başka dinden olmak" değildir. Zira hayvan olabilirdik, taş olabilirdik, atom olabilirdik, kuş olabilirdik ya da hiç var olmayabilirdik. Bizi yaratan Sonsuz Yaratıcı, külli ihtiyar ve iradesiyle varlığımız hakkında milyonlarca seçeneği seçebilecekken, bizim insan ve Müslüman olmamız seçeneğini uygun görmüştür ve bizi böyle yaratmıştır.

2- Kâinatı yoktan halkeden yaratıcı, ilmi ve hikmeti de diğer bütün özellikleri gibi sonsuz olan bir yaratıcıdır. Pazara gittiğimizde elmaların, armutların iyisini cüzi irademizle seçişimiz gibi, o da sonsuz hikmeti ve iradesiyle başkasının öyle, bizim de bütün özelliklerimizle böyle olmamızı seçmiştir. Ve görüyoruz ki, bütün bu seçimlere rağmen kâinat, dünya vardır ve varlığını muhteşem bir şekilde devam ettirmektedir.

O halde o Sonsuz Yaratıcı tarafından böceğin antenlerinden, insanın dinini belirlemeye kadar yapılan bütün o "seçimler", kâinatın umumi düzeni için gerekli seçimlerdir ve öyle olmaları gerektiği için öyle olmuşlardır. Kendi sınırlı irademiz ve şuurumuzla, bizlerin düşünemeyeceği trilyonlarca seçeneği aynı anda düşünüp tartan, Sonsuz Bilen ve İrade Sahibi bir varlığın seçimlerini sorgulamak gibi hakkımız asla olamaz.

Bu seçimler böyle yapıldıysa, elbette hikmelice yapılmışlardır. İnsan 46 kromozomlu olması gerektiği için böyledir, gözün yeri orada olması gerektiği için öyledir ve biz Müslüman olarak doğmamız gerektiği için böyle doğmuşuzdur.

3- Müslüman olmanın illeti İslam milleti içinde doğmak değil, bizim irademiz ve Allah'ın hidayetiyle, iman nurunu kalbimize ilka etmiş olmasıdır. Kader Risalesindeki “ateş etme” örneğinde anlatıldığı gibi, biz Ehl-i sünnet olarak İslam milleti dışında doğmasaydık, Müslüman olup olmayacağımızı bilemeyiz deriz. Yani seçimi yapan sonsuz seçici kâinatın bütün şartlarını ve imkanlarını gözeterek bu seçimi yapmıştır. Belki de o seçimin değişmesi için kâinatın bütün o şartları ve imkanları da değişmelidir. Mesela, ben İslam milletinde doğmamış olsaydım, bana bu soruyu soranın da insan olarak doğmamış olması, mesela bir kuş olarak doğması gerekirdi.

İşte bütün o ince denklemleri ve şartları tamamen kuşatamayacağımızdan bu şartlarda doğmasaydık ne olurduk, bunu kesin olarak bilemeyiz. Buna bağlı olarak bize bu soruyu soranın insan mı, taş mı, hayvan mı olacağını da elbette bilemezdik. O halde bu soru anlamsız bir soru olmaktadır.

4- Şu anda biz Müslüman, o Hıristiyan, başkası taş, şu kuş olarak yaratıldığına göre bu şartlar ve imkanlar için yapılabilecek en güzel seçimler bunlardı. O halde "olmuş olan bu en mükemmel seçeneğin" dışında bir başka olabilir seçenek hayal etmemiz imkansızdır. Çünkü o seçenekler zaten seçilmemiş, şu anda içinde yaşadığımız bu durum, O Sonsuz İrade tarafından diğer bütün seçenekler elenerek seçilmiştir.

5- Başka bir memlekette doğmuş olsaydım, Müslüman olmayacağımı da kimse iddia edemezdi. Zira Müslüman memleketinde doğmayıp Müslüman olan milyonlarca insan vardır. Zira ilk Müslümanlar bile "doğuştan" Müslüman değillerdi, kimisi Hanif, çoğu müşrik, bir kısmı da ehl-i kitaptı. Ama kendi iradeleriyle ve Allah’ın hidâyetiyle İslam'ı seçtiler. Bunun gibi ben de kendi iradem ve Allah'ın hidayetiyle İslam dinini seçebilirdim.

6- Olmamış ve olmadığına göre de asla olmayacak seçenekleri düşünüp, şu anda var olan gerçek duruma bağlılıkta tereddüt etmek akıllıca bir iş değildir. Müslüman olmayacağımız gibi insan da olmayabilirdik, mesela taş olabilirdik. O halde neden yemek yiyoruz, neden evleniyoruz, neden su içiyoruz, o halde bu gibi insani fiilleri yapmayalım taş gibi olalım demek kadar mantıksız bir ifadedir "Neden İslam'a bağlanıyorsunuz?" sorusu.

İkinci sualiniz:

"Madem ki İslam hak dindir, 7 milyar insanın sadece 1,5 milyarı İslam ile müşerref oldu diye cennetle mükfatlandırılması ve diğerlerinin ise cehennemi boylaması adaletli midir?"

Cevâbımız:

1- Allah'ın kâinattaki icraatlarına ve ilahi kitaplardaki isimlerine baktığımızda O'nun sonsuz Adaletli olduğunu görüyoruz. İctima’uz zıddeyn muhaldir. Yani aynı anda siyah beyaz, aynı anda sıcak soğuk olamayacağı gibi, Sonsuz Adaletli Allah’ın aynı anda zalim olması asla düşünülemez.

2- Allah adaleti gereği son hak dini olan İslam'ın mesajını gerçek manada duymayanları, öğrenmeyenleri sorumlu tutmamaktadır. Ehl-i fetret olarak adlandırılan bu insan toplulukları, kendi inanç ve kabullerine göre sorgulanacak, belki de bir kısmı hiç sorgulanmadan cehennem azabından muaf tutulacaktır. Çünkü Allah sonsuz adildir ve bu adaleti gereği dininin tebliğ edilmediği ya da mesajının kasıtlı bir şekilde çok yanlış anlatıldığı kavmi sorumlu tutmayacaktır.

3- İslamın mesajından sorumlu olanlar, hakiki manada bu dinin tebliğine mazhar olanlardır. Bu dinin mesajını doğru şekilde duymuş ve öğrenmiş olanlar, elbette bu dine inanmakla yükümlüdürler. Kendilerini bekleyen tehditin ne olduğunu çok açık bir şekilde bildikleri halde inanmazlarsa cezaya müstahak olurlar. Bu da Allah'ın sonsuz Adaletinin ve dünyadaki imtihanın bir gereğidir.

4- Allah o kadar adildir ki, cehenneme gidecek farklı inançlara mensup kafilelerin, şahısların cezalarını da onların bütün olumlu seçimlerini ve işlerini göz önünde bulundurarak, derece derece verecektir. Bu nedenle ceza yeri olan cehennemde Sonsuz Adalet, her bir şahsın bütün iyi-kötü amellerine göre farklı farklı derecelerde tecelli edecektir. Allah kimi kullarına cehennem içinde hususi bir cennet yaratacak, kimi kullarının azaplarını bazen hafifletecek, bazılarını sadece yalnızlık azabıyla azaplandıracak vs. Sonsuz Adaletin sonsuz tecellileri gereği, kulların düşünce ve amellerindeki bütün ayrıntılar hesaplanacak, cezada da ilahi adalet tecelli edecektir.

5- Aslında kâfirler ve günahkarlar için cehenneme gidecek olmaları bile bir rahmettir. Çünkü yok olabilirlerdi ve bütün sevdiklerinin yok olduğunu düşünerek daha büyük azaplara giriftar olabilirlerdi. Cehennemdeki bir insan, küçük yaşta ölen bir çocuğunun cennette olduğunu bilirse elbette bu onu mutlu eder. Hatta kendi itikadınca yok olmak olarak algıladığı ölümün, yok oluş olmadığını cehennemde de olsa var oluşuyla anlayan o insan için cehennem, mükafat gibidir.

6- Cehennem konusunda Müslümanlar için de bir ayrımcılık yoktur. Zira onlar da günahları gereği cehenneme girebileceklerdir.

7- Allah'ın ve bir Yaratıcının varlığını inkar edenler ise, Allah'ın Sonsuz varlığını ve O’nun kâinat çapındaki tecellilerini kendi nazarlarında "katletmiş hükmünde" olduklarından, Sonsuz Adalet gereği bu sonsuz katlin cezası olarak haps-i ebediye müstahak olacaklar.

8- Risâle-i Nur’da da verilen bir örnekle konuyu bitirelim. Elimizde 100 adet hurma çekirdeği olduğunu düşünelim. Bu hurma çekirdeklerinin yüzünü de uygun şart ve zamanda toprağa gömdüğümüzü varsayalım. Diyelim ki bu çekirdeklerden 80’i büyümedi, sadece 20 tanesi büyüyüp ağaç oldu. O 80 hurma çekirdeğinin ağaç olmaması bir zarar ya da zulüm değildir.

Büyüyen 20 hurma çekirdeğinden elde edilecek müthiş neticeler ve kârlar düşünüldüğünde o çekirdeklerin zayi oluşu asla nazara alınmaz. Çünkü kemiyetin keyfiyet yanında hiçbir önemi yoktur. Bunun gibi, imtihana mzhar olup kendi seçimleriyle cehennemi seçen insanların cehenneme gidişi kâinat ağacının ulvi gayeleri ve neticeleri açısından bir zarar, şer ya da zulüm değildir.

Üçüncü suâl:

Üstad Bediüzzaman bin nefyediciler,bir isbat ediciye karşı gelemez diyor. Çünkü nefyedenler nefsül emre bakamaz diyor. Konuyla ilgili ay örneğini veriyor.Bu örneği Cenab-ı Hakkın varlığına nasıl tatbik ederiz?

Evrimci bilim adamları biz de söz birliği ettik evrende evrim vardır diyorlar. Onların ki neden birbirine destek vermiyor?

Cevâbımız:

1- Allah'ın varlığını, O'nun zatını maddeten göremedikleri ve varlığına maddeten şahit olamadıkları için inkar ettiklerini söyleyenler, O'nun yokluğunu ispat edebilmek için meşrepleri gereği, milyonlarca ışık hızı mesafelerdeki bütün kâinat mertebelerini ve hatta varsa paralel evrenleri gezmek, gözlemlemek, araştırmak zorundadırlar ki, O'nun yokluğunu kendi bilim anlayışlarına göre ispat edebilsinler. Böyle bir araştırma faaliyeti içine giremeyeceklerine göre Allah'ın yokluğunu "ispat" edemezler.

2- Allah'ın varlığını inkar edenler, herhangi bir delile dayandıkları için değil, "kafa ve kalplerindeki şüphelere" cevap bulamadıkları için bu inkarı gerçekleştirirler. Şüphe, bir varlığın yokluğunu değil, o varlık hakkında kişideki bilgilerin yetersiz olduğunu ispat eder. Peygamberler gibi yüz binlerce ihtisas sahibi, evliyalar ve hakikat alimleri gibi milyonlarca "şahit" şüphesiz bir şekilde, kesin bir imanla Allah'ın varlığını kabul ettiklerine göre, inkar edenlerin şüpheleri, uzmanlar tarafından ispat edilmiş bu ZORUNLU VARLIĞIN varlığına zarar getirmez.

3- Maddeci bilim adamları imani ve mânevi meseleleri inkar ettikleri için bu konularda asla uzman ve söz sahibi olamazlar. Fizik biliminin varlığını inkar eden bir insan, daha başlangıçta bu bilimde uzman olmadığını ve olamayacağını ilan etmiş demektir. Dinin bütün kabullerini inkar edenler, elbette bu konuda uzman olamazlar ve manevi varlıkların ya da alemlerin yokluğu konusunda söz söyleyemezler. Coğrafya bilimini inkar eden ve bu alana ilgisi olmayan bir cahilin, Amerika kıtası yoktur demesine kimse itibar etmez. Bunun gibi dini meselelerde de ancak Paygamberler, evliyalar ve asfiyalar gibi din âlimleri söz söyleyebilirler.

4- İnkarcılar şahsi düşünceleriyle ne kadar inkar ederlerse etsin, din konusunda uzman olan bu insanların bir tek beyanı ve ispatı onların bütün inkarlarını yok hükmüne getirir. Dünya dönmüyor diyen bir adama bilim adamları dünyanın döndüğünü ispat ettiğinde, o inkarcının inkarının hiçbir değeri kalmaz.

5- İnkar, şahsi ve psikolojik bir haldir. Nesnel bir gerçekliği yoktur. Yani inkarın sebepleri kişiden kişiye değişir. Allah yok diyen, "bana göre yok" demek zorundadır. Allah'ın varlığı ise kâinatın varlığı kadar zahirdir ve bu nedenle Allah var diyen kâinat kadar büyük ve nesnel bir gerçekliğe istinad etmiş olmaktadır.

6- Evrim konusunda öncelikle şunu anlamak gerekiyor, Evrim fizik ya da kimya bilimi gibi kainatta cari olan Allah'ın kanunlarına dayanan bir bilimsel mevzu değildir. Bilim evrendeki mevcut ilâhi yasaları keşfeder ve onları formülleştirerek sonraki süreçlerin nasıl gelişeceğini ispatlarıyla ortaya koyar. Mesela bilim, yüksekten atılan ağırlığı belli bir cismin yerçekimi vasıtasıyla ne kadar zamanda yere düşeceğini formüllerle ispatlar. Evrim ise tabiatı gereği rastalantılarla, şanslarla izah edildiğinden bilim değil, olsa olsa imkansız bir inançtır. Bir sonraki evrim sürecinin ne olacağını bu yüzden hiç kimse formüllerle ispatlayamaz. Bu da onun evrenin yasalarına değil şahsi yorumlara dayandığını gösterir.

Yine bilim, gözlemlere ve deneylere dayanır. Bugüne kadar evrimin doğruluğunu ispatlayacak hiçbir gözlem gerçekleşmemiştir. Onca bilim adamının evrim var demesi, bunu ispatladıklarının değil inançsızlıklarına bir kılıf arama arayışının bir ürünüdür. Orta Çağda insanların çoğu -Müslümanlar dışında- dünyanın tepsi şeklinde olduğuna inanıyorlardı. Her hangi bir ispata ve delile dayanmayan bu inanç ne kadar fazla kişi tarafından kabul edilse de şahsi bir yorumdur ve bilimsel olarak yok hükmündedir. Yine Hindistan'da avamdan bilim adamlarına kadar pek çok kişi İneklerin, farelerin ilah olduğuna inanır. Onların bilim adamı olmaları bu inancın haklılığını göstermez.

Yani bir varlığın var olduğunu ortaya koymak, o konudaki şahsi inançta ve öznel yorumda söz birliği edilmesini değil, o konunun "ispatında söz birliği" edilmesini gerektirir. Allah'ın varlığını ortaya koyan maneviyat uzmanları ise inançta ve yorumda değil, "ispatta söz birliği" etmiş olan uzmanlardır. Peygamberler ve İmam Rabbani, İmam Gazali, Bediüzzaman gibi uzmanları "söz birliği" işte bu şekilde ispata, delile dayalı bir söz birliğidir. Mesela tek başlarına Tabiat Risalesi, Haşr Risalesi ya da Ayet'el Kübra Risalesi bile inkarı imkansız kuvvetli birer delildirler. Evliyaların keşfiyata dayanan şuhudları da böyle birer kesin delil ve ispat hükmündedir.

Twitter’dan gelen bir suâle verdiğimiz cevabı da sizlerle paylaşarak yazımızı şimdilik sonlandıralım:

Dördüncü Suâl:

Canlı Türleri arasındaki, mesela maymunla insan arasındaki benzerlikler tesadüfçü evrimciler tarafından evrimin delili olarak kullanılıyor. Böyle bir şey olabilir mi?”

Cevâbımız:

Canlıların türleri arasındaki benzerlikler onların birbirinden evrildiğini göstermez. Mesela bütün araba markalarının benzer yönleri vardır.

Farları, aynaları, silgeçleri, camları, arka lambaları, sinyalleri, tekerleri, tekerlerinin yerleri ve pek çok şeyi birbirine benzer arabaların.

Bu durum onların, mesela Mercedes'in Ford'dan ara formlarla evrildiğini göstermez. Hem zaten böyle bir hurafeyi hiçkimse, hiçbir zaman da müşahede etmemiştir.

Biz biliriz ki, o arabalar ilim sahibi mühendislerin projelerine dayanılarak, fabrikalarda işçiler tarafından üretilmektedir.  Yani onlar milyonlarca yıl süren süreçler içinde birbirlerini doğurmamışlardır.

Peki nedir bu muhteşem benzerliklerin sebebi. Aslında biraz tefekkür edildiğinde cevap çok açıktır:

Ortak Kanunlara dayanan Ortak Akıl ve İlim o benzerliklerin sebebidir.”

Yani bu dünya şartları içinde tüm arabaların dikiz aynası öyle olmalıdır, tekerleri böyle olmalıdır, silgeçleri, lambaları hep öyle benzer yerde olmalıdır.

Arabaların elbette marka özelliklerine göre birbirlerinden çok farklı özellikleri de olabilir ama yerleri, şekilleri farklı da olsa gaz sistemi, freni, motoru olmayan bir araba, bu dünya şartlarında mümkün değildir.

Bunun gibi bir sinekte de, bir farede de hatta bir insanda da gözün baş kısmında olması, kâinatta cari Ortak Kanunları bilen o Kuşatıcı ve Ortak İlmi gösterir.

Yine tüm hayvanlarda üreme, dışkı, yürüme vb. organların benzer yerlerde olması da onların Kanunlarının müsebbibi olan Tek Allahın Varlığını ve İlmini gösterir.

Mesela şu aşağıdaki resimdeki iki farklı araba markası, Maymun ve İnsanın birbirine benzerliğinden daha fazla benzerdirler.

http://www.otodizayn.com/images/h_bbo1b.jpg …

Bu arabaların bu mükemmel benzerliği onların birbirlerinden tesadüflerlei doğal seçilimlerle evrildiğini mi, yoksa aynı kanuna dayanan Ortak Bir Mühendislik İlmine dayandıklarını mı gösterir?

Kainatta câri Ortak Kanunlara dayanan ve onları gözeten bir Kuşatıcı Ortak İlim bu benzerliğin sebebidir. Kainat çapındaki bu benzerlikler de evrimi değil, Ortak Aklı gösterir!

Kediyi de, maymunu da, insanı da yaratan aynı Yaratıcıdır ve o Yaratıcı yarattığı varlıklarını içlerinde bulundukları şartlara en uygun şekilde yarattığını açıkça göstermektedir.

Bu canlı türleri arasındaki benzerlikler ise, onları oluşturan Sonsuz Yaratıcının birliğini ve tekliğini gösteren açık bir delildir.

O arabalarda olduğu gibi bütün o canlılarda da Ortak Bir Aklın yani Vâhid-i Ehad’in İlm-i Muhiti’nin tasarrufu hakimdir ve o canlılar bu kâinat şartları içinde öyle olmasaydılar bu derece mükemmel şekilde varlıklarını devam ettiremezlerdi. 

Elbette Rabbimiz bu muhteşem sanatlarının mükemmelliğini anlamamız için istisna olarak kimi zaman genlerde hastalıklar yaratmakta, çeşitli biyolojik sorunlara sahip canlılar karşımıza çıkabilmektedir.

Bu durum da Rabbimizin Varlığını ve Sonsuz İlmini gösteren apaçık bir delildir. Yoksa akılsız, kudretsiz, kör, sağır, cansız tesadüfler, şanslar, mutasyonlar, doğal seçilimlere iş bırakılsaydı, kainatta ne bir düzen, ne bir mükemmellik kalırdı ki, böyle bir durumda o özürlü canlının oluşması bile imkansız üstü imkansız olurdu.

O halde artık türler arasındaki benzerlikleri gördüğünde tesadüfçü evrimin safsatalarını kov gitsin. Tüm aklın ve gönlünle, SUBHANALLAH de, tüm varlıkların Ortak Yaratıcısı huzurunda  hayretle secdeye var!

Not: Bu bahsettiğimiz konuların daha geniş açıklamalarını “Dawkins'i de Allah Yarattı” adlı çalışmamızda bulabilirsiniz:

http://tr.scribd.com/doc/84927597/DawkinsiAllahYaratt%C4%B1 … (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum