İman sönmez, söndürülemez bir güneştir

Bu güneşin farklı yansımaları şöyle açıklanabilir:

I. İman İttihad-ı İslam’ın güneşidir

İttihad-ı İslam ancak iman ikliminde tahakkuk eder. Bilindiği üzere, güneş kendi ekseni etrafında kendi yörüngesinde hareket etmektedir. Bu hareketten hararet, hararetten kuvvet, kuvvetten ise cazibe meydana gelir. Bu bir ilahi kanundur; güneşin bu cazibesi sebebiyle gezegenler kendi yörüngesinden kaymadan imamları olan güneşin etrafında birer meczup gibi dönüp dolaşırlar ve herhangi bir eksen kayması yaşamazlar.

Bunun gibi İman da kendi ekseninde hareket eden, çevresini aydınlatan, uydularını cazibesinin merkezine alan bir güneştir. İslam âlemine bağlı olan ülkeler, eğer iman güneşinin cazibesini keşfetse ve bu cazibenin etrafında hareket eden birer gezegen olsalar, fert ve sosyal hayat sisteminde hem kendileri aydınlanmış olur, hem de başka insanlara ışık yansıtan birer ayna olurlar. Bu güneşten mahrum kalanlar karanlıkta kalmaya mahkûmdur. Ey Ehl-i iman! “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (Sözler, 146)

II. İman İslam dininin güneşidir

Din, İslam âleminin birliğini sağlayan yegâne unsurdur. Dinin ihyası ise imanın ihyasına bağlıdır. Milletin ihyası ise dinin ihyasına bağlıdır. İslam âleminin üç yüz yıldan beri girdiği cehalet, tefrika ve yoksulluk mezarından yeniden dirilmesi için dinin yeniden dirilmesi gerekir. Dinin dirilmesi ise imanın yeniden asrın idrakine sunulmasını gerektirir. Asrın idrakine sunulması ise, asrın gereği olan fen bilimleri ile din ilimlerini birlikte okumak, hazmetmek ve uygulamakla tahakkuk eder. Çünkü “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.” (Münazarat,86)

III. İman hayat sisteminde bir güneştir

İslam âleminin sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı, ancak iman güneşinin hâkim olduğu, İslam ülkelerinin ise birer gezegen olarak bu manevi güneş sistemindeki yörüngelerinde hareket etmeleriyle mümkündür. Çünkü “Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası.” (Sözler, 717)

Evet, iman kalplere coşkun bir şekilde yansıdığı zaman, ondan büyük bir cazibe kuvveti meydana gelir ve bütün mümin ülkeler bu cazibenin etrafında pervane olurlar. Eğer iman cazibesi gereken manada zihinlere nakşedilmezse, hayat sistemindeki cazibesi kaybolmaya ve gezegenleri olan İslam ülkeleri de dağılmaya başlar. Her birisi yüzünü başka ideolojilere ve başka sistemlere çevirir.

Bediüzzaman hazretlerinin şiirsel ifadesiyle“Evet Güneş bir meyvedardır; silkinir tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczubları.” (Sözler/25. Söz, 394) 

Üç yüz yıldan beri, İslam âleminin içinde bulunduğu manzara bu hakikatin tartışmasız delilidir. Ve bu günkü İslam âleminin hal-i pürmelali, iman güneşinin cazibesini kaybettiğinin, en azından zayıfladığının bir göstergesidir.

IV. İman- Amel yörüngesi

İmanın cazibe merkezi olabilmesi için, bütün zarar ve yararları elinde tutan, sonsuz rahmet ve kudret sahibi, kâinatı ilk defa yoktan var ettiği gibi kıyametin kopmasından sonra yeniden onu kıyam ettiren/ayağa kaldıran, insanları da ilk defa yarattığı gibi yeniden dirilten, Allah’a ve ahiret gününe dair itikatların çok güçlü olması gerekir. Diğer bir ifadeyle, imanında samimi olana kullarına cennet gibi ebedi bir saadet yurdunu vadeden, bütün nimetlerin yegâne sahibi olan Allah’a ve ebedi saadet diyarı olan ahiret hayatına olan imanının tahkiki bir surette ortaya konulması gerekir. Bu gün fen ve felsefeden kaynaklanan dalaletin tuzağına düşmemek, imanın sürekli cazibedar bir merkez olmasını sağlamak için, sürekli salih/iyi-güzel amellerle pekiştirilmesi gerekir.

İmanı vicdanlara hapsetmek, imanın dışa yansımasına ve onu pekiştirecek olan salih amellere  yer vermeyen bir zihniyetin dünyaya hâkim olmasından sonradır ki, dünya, özellikle de İslam dünyası imamesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılmaya başlamıştır.

Salih ameller arasında ibadetler olduğu gibi, insanlarla olan muamelelerde hakkaniyetin gözetilmesi, hak ve hukuklara riayet edilmesi, bütün güzelliğiyle adaletin tecelli etmesi de vardır. Ahiret hayatının mutluluğu yanında dünya hayatının saadetini temin eden bir imanın kalplerde yer alması onun bütün haşmetiyle tecelli etmesine bağlıdır. Müslümanların ittihat etmesi, beraber olması, birlikte hareket etmesi, bir ortak payda olan imanın parlak bir şekilde fert ve toplum hayatına yansımasına bağlıdır. Cazibenin olmadığı yerde dairenin çevresindeki olanlar merkezkaç kuvvetle dağılmaya mahkûmdur.  Sosyal hayat dairesinden iman cazibesi kaybolursa, kardeşlik yörüngesindeki müminler eksen kaymasını yaşayacak ve yabancılaşacaktır. İslam âleminin bu günkü perişan vaziyeti bunun açık örneğidir.

V. İman hem nurdur hem kuvvettir

İman hayat merkezinde bir cazibe merkezi olduğu zaman, ilahî emir ve yasaklar da bu yörüngeye bağlı olarak yerlerini alacaktır. Din sistemindeki iman güneşi hareketini ve cazibesini kaybederse, dinin diğer emir ve yasakları da yörüngelerinden ve din ekseninden kaymaya başlayacaktır. Semadaki güneş hareket etmediği takdirde, kuvvetten düşer ve cazibesini kaybeder. Bunun neticesinde ise gezegenlerin dağılması ve bir kıyametin kopması kaçınılmaz olur. Bunun gibi, manevi bir güneş olan iman kendi sisteminde hareketsiz kalırsa, kuvvetini kaybederse, cazibesi de yok olur. Cazibesinin yok olmasıyla, insanlık, özellikle İslam dünyası yörüngesinden sapar, kardeşlik bağlarını koparır ve manevi bir kıyametin kopmasına sebep olur.

VI. İman müminlerin şaşmaz imamıdır

“Eğer imamın abdesti bozulsa bütün cemaatin namazı bozulur.” İman da insanlık cemaatinin imamıdır. Eğer bu imam, vicdanlarda ve sosyal hayatta kendine layık bir performans göstermezse, uyduları olan mümin cemaatin nizamlı intizam namazı bozulur ve niyaz makamından naz makamına yeltenirler. Sonuçta ahsen-i takvim kulesinden esfel-i safilin çukuruna düşeler. Bu ise bir herc-u merce, fitne-fesada, katl u kitale sebep olur. Zira, hedefinde iman esaslarını güçlü bir şekilde ders vermek olan “Kur'an-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. Eğer el'iyazü billah, Kur'an küre-i arzın başından çıksa, arz divane olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebeb olması akıldan uzak değildir. Evet Kur'an arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır. Cazibe-i umumiyeden ziyade, zemini muhafaza ediyor.” (Şualar, 376)

VII. İman şuuru ve din hissi dünyevi zaferlerin de anahtarıdır

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki, İman her iki dünya hayatını da kurtaran bir can simididir. Müslümanların bu günkü sefil duruma düşmelerinin önemli sebeplerinden biri genel olarak doğru İslamiyeti bilmemeleri ve imanın gereği olan tavırları ortaya koyamamalarıdır. Ve “Allah’ı zikrederseniz/hatırlarsanız, o da sizi zikreder/hatırlar. Allah’a (dinine) yardım ederseniz o da size yardım eder” mealindeki ayetlerde ifade edilen çizgide yürümemeleridir. Hz. Muhammed’in (asm) zincirinden koptukları için hayatın gerçeklerinden de kopuk bir girdaba düşmüşler... Buna mukabil, bir avuç İsrailli dini hissiyatla hareket etmeye başladıktan sonra yaklaşık iki milyar nüfusa sahip Müslümanlara meydan okuyor. Halbuki Kur’an’ın ifade ettiği gibi ve tarihin de açıkça gösterdiği gibi, Yahudiler her zaman dünya hayatına karşı çok hırslı oldukları ve dini hissiyatı hep bir kenara attığı için zillet ve meskenet damgasını yemekle cezalandırılmıştır. Bu günkü Filistin’deki üstün durumlarının devam etmesinin altında yatan sebep onların bu konudaki dini hassasiyetleridir.

Konuyu Bediüzzaman hazretlerinden dinleyelim: “Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin mes'elesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki Enbiya-i Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan'da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.” (Şualar, 507)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.