Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

İman-Küfür gözlüğü nedir?

“Eğer inkâr ederseniz, hiç şüphesiz ki Allah size muhtaç değildir; bununla beraber kulları için küfre razı olmaz. Yok eğer şükrederseniz, sizin için buna razı olur.” (Zümer, 7)

Gözünde görme bozukluğu olanlara doktorlar gözlük verirler. Kimi yakını görmez kimisi de uzağı. 3 boyutlu filmler için de özel bir gözlük kullanılır. Pek ya kâinattaki gerçekleri görmek için nasıl bir gözlük almalıyız?

Evet, bu gözlük kendimizi, başkalarını ve dünyayı görme şeklimizi değiştiren bir gözlüktür. Olayları, akli ve duygusal bakış açısıyla birlikte değerlendirecek gözlüğü bulup takabilmektir doğru olan. Hayatının en önemli içsel yolculuğunu başlatan işte bu gözlüktür. Bu sayede insanda, geliştirilen yeni değerler sistemi, varlıklara ve olaylara bakışı da değiştirir.

Evrende olup bitenleri araştırmak, sebep-netice ilişkilerinin üstündeki perdeleri kaldırıp yaratıcıyı bulabilmek insanın işidir. Hiçbir sebebin elinin hiçbir neticeyi yaratmaya yetmediğini aklı ile bulabilecek varlık o dur.

Sebeplerin böyle netice vermesi için, sebepleri öylece Yaratan kimdir? Evrendeki ince hesapları, ilim, kudret ve iradeyi görebilecek olan kimdir? İnsan, ya iman gözlüğünü takıp bakacak, gerçeği bulacak ya da inkârın siyah gözlüğüyle bakacak, bataklığa saplanacaktır. Kapılar ona ya açılacak ya da tamamıyla kapanacaktır.

İlim tahsiliyle elde edilen bilgilerle elde edilecek iman noksandır. İlimle gelen bilgiler, akıl midesine girip buradan insanın içinde bulunan ruh, kalp, nefis ve diğer manevi duygularına dağıtılmalıdır ki iman noksansız ve mükemmel olsun. Ancak böyle bir imanla eşya arasındaki mükemmel ilişkiler, bağlar anlaşılır. Kabuğu bırakır içindeki meyveyle uğraşır. İman; karanlıktaki antika sanatları gösteren bir ışık gibidir. Maddenin arkasındaki sanatkârı gösterir. Hem insanın üstündeki sanatkâra ait imzayı gösterir hem de büyük bir insan olan kâinatın üstündeki imzayı gösterir.

*İmân yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis, ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır (MEKTUBAT, 26.Mektup)

*İman, bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.

Küfür ise, bürudet gibi, bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebî nazarıyla baktırır.

İman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir.

Küfür ise, lüb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir. (M. NURİYE, Katre)

*insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir san’atıdır. Ve en nazik ve nazenin bir mu’cize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musağğar suretinde yaratmıştır.

Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü’min, şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, “Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım” gibi mânâlarla, insandaki san’at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san’atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san’at-ı Rabbâniyeye göre olur; ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır. O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.

Eğer kat’-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse, o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz. Zira, Sâni unutulsa, Sânie müteveccih mânevî cihetler de anlaşılmaz, adeta başaşağı düşer. O mânidar âli san’atların ve mânevî âli nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve gözle görülen bir kısmı ise, süflî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvânâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz’î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder. (SÖZLER, 23. Söz)

*İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. (SÖZLER, 23. Söz)

İnsanların bir kısmı iman gözlüğünü bulup takarken bir kısmı niçin bulamazlar? Alışkanlık, devamlı aynı halde görme, mevcut bildik kanunlar ve kurallar gibi perdeler, bazı insanların hakikatleri bulmasına engel olurlar.

*Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok harika hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhassa ehl i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı bu âdetullah kanunlarının perdesi altında çok mu’cizât-ı kudret-i İlâhiyeyi görmeyip, dağ gibi bir hakikati, zerre gibi bir âdi esbaba isnad eder, yükletir. Kadîr-i Mutlakın her şeydeki mârifet yolunu seddeder. Ondaki nimetleri kör olup görmeyerek, şükür ve hamd kapısını kapıyorlar.

…Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fıtriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiçbir cihette yapamadığı ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağında ve dilinde gayet harika san’ata hiçbir cihette hiçbir parmak karışmadığı için, ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet “ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık” perdesiyle saklayıp, âdi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar. (E.LÂHİKASI-2)

*Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:

Birinci daire: Rububiyet dairesidir.
İkinci daire: Ubudiyet dairesidir.
Birinci levha: Hüsn-ü san’attır
İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.

Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san’at ve nimet levhasına bakıyor. (M. NURİYE)

İman gözlüğünün de, küfür gözlüğünün de dereceleri vardır, her kes aynı derinlikte olayları kavrayamaz. Ama asıl olan doğru gözlüğü takmaktır, sonra da görme derinliğini her gün daha da artırarak yaşamaktır.

*hidayet ve dalâlette insanların dereceleri mütefavittir, gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebîlerin tâğutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin ve teessüfler! (M. NURİYE, Zühre)

*Küfür iki kısımdır. Bir kısmı, bilmediği için inkar eder; ikincisi, bildiği halde inkar eder. Bu da, birkaç şubedir.

Birincisi, bilir, lakin kabul etmez.

İkincisi, yakini var, lakin itikadı yoktur.

Üçüncüsü, tasdiki var, lakin vicdani iz'anı yoktur. (İ. İCAZ)

Evrende kendini gösteren bu kadar çok mikro ve makro sanatın, sanatkârını bulmak onun görevidir. Aslında boşa geçirecek bir dakikası bile yoktur.  Aklı gözüne inerse, hiçbir şeyi göremez. Aklını kullanarak tefekkür edecek, kalbinin ve vicdanının sesini dinleyecektir. Sonunda evrenin gizli dilini bularak kulak verecek, sonra da onlardan sanatkâra açılan kapıları tek tek açacaktır.   Ona bütün kapılar hem çok yakın hem de çok uzaktır.  Şeffaf perdeleri kaldırıp bir kez bakmak yetecektir.

İnsan, imanın nuruyla en üst makama çıkar, Cennet’e layık bir kıymet kazanır. Çünki iman, insanı her şeyi yaratan Allah’a götürür, O’nunla bağlantı kurdurur. İnsan, iman ile kendinde yansımaları görülen İlahi sanatı ve Rabbinin isimlerinin nakışlarını görür ve o yüzden bir değer kazanır.

İman ile Yaratıcıyla kurulan bu ilişki küfür adı verilen inançsızlıkla kopar. Bu kopuşla beraber Rabbin insanda gösterdiği sanat gizlenir, anlaşılamaz. Yalnızca o eserlerin maddi değerine bakılır. Maddesi ise ezeli değildir, bozulmaya ve dağılmaya mahkûmdur. Bir hayvanın geçici hayatı gibidir. İnsanın maddi kıymeti ise sanatı yanında hiç hükmündedir.

*İnsan, nur-u İmân ile âlâ-yı illiyyîne çıkar; Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer; Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü İmân insanı Sâni-i Zülcelâline nispet ediyor. İmân bir intisabdır. Öyle ise, insan, İmân ile insanda tezâhür eden san'at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibâriyle bir kıymet alır. Küfür, o nisbeti kat' eder. O kat'dan san'at-ı Rabbâniye gizlenir, kıymeti dahi yalnız madde itibâriyle olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.(SÖZLER,23.Söz)

İnsan, Allah’ın antika bir sanatı, en nazik ve en kibar kudret mucizesidir. O, insanı bütün güzel isimlerini yansıtır, nakışlarını üzerinde gösterir ve evrene küçük bir örnek olacak tarzda yaratmıştır.

İnsan iman nuruyla bakmayı öğrenirse üstündeki bütün anlamlı işlemeler o ışıkla okunur. O mümin, şuurla okur ve o bağlılıkla da okutur. Yani” Ben, Celal sahibi sanatkârın eseriyim, yarattığı bir varlığım. O’nun rahmet ve keremine mazharım” diyerek Rabbinin sanatını ilan eder. Sebepleri aradan çıkarıp her şeyi Yaratıcıya bağlamaktan ibaret olan iman ile insandaki bütün sanat eserleri görünür. Maddesi itibariyle bir önemi olmayan insan bu ilişkiyi görüp kurabilmesi nedeniyle değer kazanır. O’nun sanatını görür, anlar ve ayna olup yansıtır. İnsan varlıklar içinde bu ilişkiyi kurup anlayan varlık olması açısından bütün yaratılmış varlıkların en üstündedir. Allah’ın dünyadaki muhatabı Cennete layık bir misafiridir.

Küfür denilen şey; varlıklarla Allah arasındaki bağı kesmektir. Onu sebeplere, tesadüflere veya tabiata vererek her şeyin ipinin O’nun elinde olduğunu görememektir. Varlıkları değersizleştirmektir, yalnızca maddesine bakıp Sanatkârını bilmemektir. Elmasa kömür nazarıyla bakmaktır. Kıymetli antikalara maddi ağırlıklarına göre değer vermek gibidir. Hâlbuki maddeye değer katan sanatkârdır. Bir sanat galerisini gezen birisi, oradaki eserleri tabloların renkleri, çerçevesi, panosunu gibi maddi unsurlarının fiyatına göre değil, sanatkârın kim olduğunu gösteren imzasına ve sanatsal değerine göre değerlendirir, bakar, zevk alır ve hayranlık duyar.

*İşte insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir sanatıdır ve en nâzik ve nâzenin bir mucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medâr ve kâinata bir misâl-i musağğar sûretinde yaratmıştır.

Eğer, nur-u imân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar o ışıkla okunur. O mümin, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yani, "Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım" gibi mânâlarla, insandaki sanat-ı Rabbâniye tezâhür eder. Demek, Sâniine intisabdan ibâret olan imân, insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhâr eder. İnsanın kıymeti, o sanat-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibâriyledir. O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.

Eğer kat-ı intisabdan ibâret olan küfür insanın içine girse, o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer; okunmaz. Zîrâ, Sâni unutulsa, Sânia müteveccih mânevî cihetler de anlaşılmaz; âdetâ baş aşağı düşer. O mânidar âlî sanatların ve mânevî âlî nakışların çoğu gizlenir; bakî kalan ve göz ile görülen bir kısmı ise, süflî esbâba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Her biri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gâyesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvanâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz'î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte küfür, böyle, mahiyet-i insaniyeyi yıkar; elmastan kömüre kalbeder. (SÖZLER, 23.Söz)

*kâfir münkir, kalbinde böyle bir küfrü taşımakla, akıl ve zekâ iddiasında bulunması kadar bir ahmaklık var mıdır? (M.NURİYE, Lasiyyemalar)

*Şu kâinatta zerreden şemse kadar bütün mevcudât, taayyünâtlarıyla, intizamâtıyla, hikmetleriyle, mîzanlarıyla Sâniin ihtiyârını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor (SÖZLER, 30.Söz)

*Hâlikın çok akılsız feylesoflar suretinde hayvanları vardır! (LEMALAR, 9.Lema)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.