Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-1

İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sani, yani ikinci bin yılının müceddidi olan Ahmed-i Farukî Serhandî hazretleri Sünnet-i Seniyyeyi saadet-i dareynin temel taşı, her nevi kemâlatın madeni ve membaı olarak görür. Mektubatında özetle şöyle der:  “Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.” (Lem’alar, 2005, s. 185)

Seyr-i sülûk ile, yani tarikatle ulaşalamayan makamlara Peygamberin (sav) sünnetine uymakla ulaşılabileceğini belirtmiştir. “Sonra gelen Evliyâdan birini, bu ni'met ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetişdirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma'rifetlerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün 'aleyhi ve alâ âlihissalevât' sohbeti ile mümkin olabilir. Onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdıran nisbet ile, yol ile şereflenir. Bu makam Eshab-ı Kiramdan sonra Hz. Mehdi’de görülecektir” (İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1:32. Mektup) buyurmaktadır.

Hz. Muhammed’den (sav) önce yüce Allah her bin senede bir ulul-azm peygamber göndererek yeni bir şeriatle din kuvvetlendirilirdi. Hz. Muhammed (sav) peygamberlerin sonuncusu olduğu ve dini değişmeyeceği için onun dinini kuvvetlendirme işi ümmetinin âlimlerine verildi. Bundan dolayı onun ümmetinin âlimleri Benî İsrail’in peygamberleri gibi oldu. İslamiyeti bunlar kuvvetlendirdiler. Böylece “Kur’ânı biz inzal buyurduk; onu koruyacak olan da biziz” (Hicr, 15:9) ayeti gereği din müceddid âlimler eliyle güçlenmiş oldu.

Resulullah’ın (sav) vefatından bin sene geçtikten sonra ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı az ise de, islâmiyeti tam kuvvetlendirmek için çok yüksek olacaklardır. Resulullah (sav) Hz. Mehdi’nin geleceğini haber vermiştir ve bin sene sonra gelecektir. İsa (as) da bin sene sonra gökten inecektir. Bin sene sonra gelen evliyanın yükseklikleri Eshâb-ı Kiramın yüksekliklerine benzeyecektir. Her ne kadar peygamberden sonra insanların en üstün olanları sahabeler ise de sonra gelenler bunlara çok benzedikleri için peygamberimiz (sav) “Beni görmeden iman eden ve dine hizmet edenler sahabelerime benzedikleri için hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılmaz gibi olmuştur” buyurmuşlardır. “Ben bilmem” buyurmadı, “bilinemez” buyurdular. Peygamberimiz (sav) bildiği için “En üstün olanlar sahabelerimdir” buyurmuşlardır.

Sonradan gelenlerin sahabelere benzemesi zamanın dehşetinden ve bidaların yaygın olmasındandır. Peygamberimiz (sav) “Bidaların yaygın olduğu, ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılıp sünnetimi ihya eden yüz şehit sevabını kazanır” (Feyzü’l-Kadir, 9:171) buyurduğundan dolayıdır. İşte Hz. Mehdi bunlardandır” buyurur İmam-ı Rabbanî hazretleri… (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:209. Mektup)

İmam-ı Rabbanî hazretleri Sahabe-i Kiramın ve bilhassa “Aşere-i Mübeşşere”nin ilk dördü olan “Hulefa-i Raşidinin” yüksekliklerini ve hiç kimsenin onlara yetişemeyeceğini izah ederken bu dört büyük sahabeyi bizzat peygamberimizden (sav) ders alan kimseler olması münasebeti ile kendilerine kitap verilen peygamberlere benzeterek şöyle der: “Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra) ve Hz. Ömer (ra) velâyet-i Mustafavî’in derecelerine kavuştukları için velayet bakımından Hz. İbrahim’e (as) ve insanları dine çağırmak bakımından Hz. Musa’ya (as) benzer. Hz. Ali (ra) de her iki bakımdan da Hz. İsa’ya (as) bağlıdır. Hz. İsa (as) ruhullah ve kelimetullahtır. Bu nedenle Hz. İsa’nın (as) velayet yönü daha kuvvetlidir ve Hz. Ali (ra) ona bağlı olduğu için Hz. Ali’in (ra) de velayet yöne daha kuvvetlidir. Dört halifenin de mertebe-i taayyünleri “İlim Sıfatı”dır. Geleceği haber verilen Mehdi’nin sıfatı da ilim sıfatıdır.” (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:251. Mektup)

İlimlerinin membaı doğrudan Vahyin kaynağı olan Resulullah (sav) olduğu için onun getirdiği “İman ilmi” en yüksek ilimdir. Peygamberimiz (sav) “Ben ilmin şehriyim Ali onun kapısıdır” buyurmuşlardır. Mehdi de Hz. Ali’in (ra) menevi evladı olduğu için ilim sıfatı ile şöhret bulacak ve ilmi ile bütün âlimleri ilzam edecek, şeriatın hakkaniyetin ispat edecek ve ehl-i dalaletin ve ehl-i küfrün davasını ve iddialarını iptal edecektir. Bu sebepledir ki Hz. İsa (as) semadan nüzul ile kendisine tabi olacaktır. Zira Mehdinin davası İman ve Kur’ân ve Hak ve Hakikat olacaktır. İmana ve Kur’âna, hak ve hakikate hizmet etmek isteyen onun ile beraber olması iktiza eder. Ona muhalefet İmana ve Kur’âna, hak ve hakikate muhalefet sayılır. Yine bu nedenledir ki Mehdi’ye onun ilmini bilen âlimler tabi olacak ve cahiller ona muhalefet edeceklerdir.

İlimden maksat “Marifetullah” yani “İman İlmi”dir. İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir. Nitekim İmam-ı Gazali (ra) buyuruyor ki, halife Hz. Ömer (ra) şehit edilince oğlu Abdullah b. Ömer (ra) “İlmin onda dokuzu Ömer (ra) ile beraber öldü” buyurdu. Bazıları bu sözü anlamayınca “İlimden maksat Allah’ı bilmektir. Abdest ve gusul bilgileri değildir” şeklinde izah etti. Üstünlük kitaplarda yazılı olan bilgileri ezber bilmekte değil onlardan elde edilen marifette ve Allah korkusundadır. Marifetullah ise bütün ilimlerden elde edilen amaç ve anlayıştır. Her ilim insanı Allah’a götürür, kişi bunu anlayamamışsa ansiklopedileri ezberlemenin kendisine faydası yoktur. Bu nedenledir ki marifeti olmayanın ilmi yoktur. Nitekim şeytanın Allah hakkındaki bilgisi, münafık ve kâfirlerin imanı olmadığı için marifetleri de yoktur. Onların Allah hakkındaki bilgileri cehalettir. Cehalet ise bilmemek değil, yanlış bilmektir.

Nitekim peygamberimiz (sav) “Yeryüzünden ilim kalkar. Âlimlerin fetva vermede ilimleri olmaz, halk arasında imtiyazları da kalmaz. İşte o zaman neslimden Mehdi gelir de ilmi yeniden ihya eder. Önemsiz hale gelmiş olan dine yeniden önem kazandıracaktır” (Müslim, İlim, 5; Tirmizi, İlim, 5; İbn-i Mâce, Mukaddime, 1) buyurarak bu hususa dikkatimizi çekmiştir. İmam-ı Rabbanî hazretleri de Mektubat’ında bu hususa dikkatimizi çekerek “Hz. Mehdi’nin velayetin en yüce mertebesinde olmasını” kendisinde bulunan ilme bağlamıştır. (Rabbanî, Mektubat, 1:251. Mektup) Çünkü peygamberler mal miras bırakmazlar, onların malı ilimdir. Bu nedenle “Âlimler peygamberlerin varisidir.” Burada kastedilen ilim “İman ve Marifet ilmidir.” Bu ilme kim daha çok sahip olursa gerçek âlim odur. Bu da o âlimin bu konda yazdığı eserlerinden ve ümmetin meselelerini halletmesinden belli olur. Müceddidlerin en belirgin özelliği de zaten ilimleriyle kendilerini ulemaya kabul ettirmiş olmasıdır. Yoksa bu konuda ilim ve ihtisas ehli olmayan cahillerin ve inkârcıların hiçbir değeri ve kıymeti yoktur. Milyonlarca ehl-i ihtisas ve ilim sahibi olmayan bir ispat edici âlim kadar olamaz.

Biz bu makalemizde şahıs ve isim üzerinde durmuyoruz. Vasıf üzerinde duruyoruz. Peygamberimiz de (sav) ondan dersini alan İmam-ı Rabbanî’de (ra) ve her ikisinden dersini ve ilmini alan Bediüzzaman hazretleri de isim üzerinde durmamışlardır. Mehdinin yapacağı hizmeti ve vasıflarını nazara vermişlerdir. İsme ve resme takılmamak öze, esasa ve vasfa bakmak lazım. Mehdilik ve Mehdiyet bir dava ve ilim işidir; iddia meselesi değildir. Kendisinde Marifetullah ilmi ve vasfı olmayan Mehdi olamayacağı gibi, birilerine “şeref ünvanı” olarak Mehdiyet vermek de onu Mehdi yapmaz.

İnşaallah konuya devam edeceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum