İmam Bediüzzaman ve Siyasî Cemiyetler

Tarihin akışı her zaman aynı heyecan ve süratte olmaz. Esasen insanların tarihin akışına yaptıkları katkı son derece yüzeysel bir ön kabulden ibarettir. Alemlerin Rabbi (cc) isim ve sıfatlarının tecellileri ile hadisatı sevk eder, tek tek bütün insanlar, bir yönüyle imtihan saatini doldururken, diğer yandan tavır ve ibadetleri ile istikbali hazırlayan mutlak kudretin takdirine fetva verdirirler.

Bilindiği gibi Kur’andan gelen şeriate uymayanlar cezalarını ahirette görürler, ancak Sünnetullah tabir edilen ve alemin idaresi için yaratılışta konulan kanunlara (fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji vs.) uymayanlar daha dünyada iken bunun cezasını çekerler. Tek tek fertlerin kusurları bir araya gelince, bazen bir milleti yıkıp yok eden bir büyük fırtınaya döner. Aksine ekseriyet itibarıyla amelini ve niyetini düzeltmiş bir toplumun helak olmasına Allah’ın merhameti müsaade etmez.
İnsanlık tarihi bu hükümlerin doğruluğunu gösteren nice ibret verici hadiselerle doludur.

İmam Bediüzzaman, İstanbul’a geldiği dönemde, uzun asırların ihmali ile oluşan ve milletin ekseriyetinden doğan günahlar, bir milleti toptan yer yüzünden silecek derecede bir fırtınaya dönmenin işaretlerini veriyordu.
İslam milleti cahil bırakılmıştı. Bekçiliğini yaptığımız toprakların bütün servetleri yağmacı batılı organizasyonlar tarafından sömürülmekteydi. İslam milletini birbirine bağlayan manevi zincirler unutulmuş, kopmaya yüz tutmuştu. Çok daha kötüsü bu bağlara karşı derin bir şüphe oluşturulmuştu.

Avrupa’nın başımıza getirdiği manevî felaketler, maddî felaketlerden çok daha tehlikeli ve tahripkardı. Maneviyatını kaybeden nesiller, statükonun kendini korumak için ürettiği her türlü engeli aşıyor, açılan modern mekteplerde kısa zamanda inkarcı felsefenin kucağına atılıyordu. Bir medeniyeti yer yüzünden kendi elleri ile silecek nesil bu dönemin eseriydi.

(Bu izahlar bu günden bakınca bir derece mübalağalı gelebilir. Ancak değildi. Şeyhülislam’ın makamı Bab-ı Meşihat’te çalışan 600 civarında memurdan sadece 5-6 kişinin namaz kıldığı, döneme bizzat şahitlik edenlerce anlatılmıştı.
İmam Bediüzzaman’ın böyle bir fırtına karşısında –kuvvet-i iman- cihetiyle bütün cihana meydan okuyacak bir itikat taşıması, gerçekten maddi sebeplerle izah edilemezdi. Risale-i Nurlarda kuvvetli bir şekilde ilhama vurgu yapılması ve ilim cihetiyle doğrudan İmam Ali (ra.) ve evladı Hasan (ra.)’a nispet edilmesi, ihtimal bu sebebi izah edebilecek bir açıklamaydı. )

MEŞRUTİYET GÜNLERİNDE CEMİYETLER

Bir ihya hareketinin veya müceddid bir imamın böyle bir dönemde bir çok vazifesi vardı. En büyük sorun cahillikti. İp kopmadan önce mutlaka bir eğitim seferberliği başlatılmalıydı. Fakirlik her türlü belanın kaynağıydı. Bunun için büyük sosyal projelere ihtiyaç vardı. Bu iki sorundan beslenen ayrılıkçı fikirler üçüncü bir yaraydı. İlk iki sorun çözülmeden bu yaranın kapanması mümkün değildi. İmam Bediüzzaman, İstanbul’da önceliği eğitim problemlerini çözmeye vermişti. Aynı zamanda İttihatçıların milli ticaret ve yabancı sömürüsünü önlemek için geliştirdikleri projeleri,  milletin fakirliğinden kaynaklanan problemlere bir çare olarak görmekteydi. Ne varki II. Meşrutiyet’in erken ilanı bütün hesapları bozdu.

İstanbul’da etkili bir konumda bulunan İmam Bediüzzaman, bu dönemde pek çok cemiyet ve siyasî teşekkül ile irtibat halindeydi. Gerçekte o bir Üstattı. Ve her teşekkül onun gerek fikirlerinden gerekse şöhretinden yararlanmak istiyordu. Üstad ise bu mahfilleri fikirlerini beyan etmek için bir kürsü olarak görüyor, toplantılarında konuşuyor, yayın organlarına makaleler veriyordu. Kendi ifadesine göre 7 ayrı dinî cemiyetle ilgisi vardı.

Bu dönemde pek çok unsur gibi Kürdler de çeşitli dernekler kurdular. Bunların ilk planda maksatları çok cihetlerle geri kalmış olan Kürd toplumunu eğitmek, çeşitli sosyal faaliyetlerle onları İmparatorluğun saygın bir üyesi yapmaktı.
Söz gelimi bunlardan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluş gayesi şöyle ifade edilmişti:

“İslâmiyetin yüce hükümlerine uygun olarak  milletin saadeti ve vatanın selametini garanti eden Kanûn-ı Esâsî’nin (anayasanın) güzellikler sağlayan kurallarını, bunlardan habersiz olan  birtakım Kürtlere anlatmak ve övünç sebebi olan Osmanlılık sıfatını daima korumakla beraber din ve devletin yegâne hayat ve yükselme sebebi olan meşrutiyet ve meşveret usulünü koruyup devam ettirdikçe, yüce hilafet makamına ve muazzam saltanata Kürtlerin bağlılığını sağlamlaştırmak ve vatandaşları olan Ermeni, Nasturi ve sair Osmanlı kavimleri ile uyum sağlama ve güzel geçinmelerini temin etmek, kabileler ve aşiretler arasındaki nefreti  kaldırmak ile cümlesinin kanun dairesinde birlikte terakki etmelerinin yollarını araştırmak, eğitim, sanayi, ticaret ve ziraatı geliştirmek, esas maksadı üzerine “Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti” nâmıyla bir hayır cemiyeti kurulmuştur.”

Hiç kimsenin bu hayırlı niyet ve teşebbüslere hayır diyebilmesi mümkün değildi.
İmam Bediüzzaman, bu cemiyetin yayın organına da makaleler verdi. Yine derdi aynıydı. Eğitimin önemini, fakirlikle mücadeleyi ve milletin ittifakını ve İslam milliyetinin can damarı olan sevgi ve muhabbeti anlatmaktaydı.

Ne varki Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan gürültü kirliliği milletin birliğini bozacak dereceye gelmişti. Kulüp adı altında açılan siyasî cemiyetler, Rum ve Ermeniler bir tarafa İslam milletini teşkil eden İslam’ın ana unsurlarını birbirinden koparmaya çalışıyordu. Cahillik ve ayrılıkçı fikirler devletin çatısını zorlamaya başlamıştı. Millet-i İslamiye’nin birliğini korumanın  katî farz olduğuna inanan  İmam Nursî, önceliği bu tehlikenin önlenmesine verdi.

“Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira, Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatli revabıt ve milliyetleri İslâmiyet’ten başka bir şey değildir” diyor, ayrılıkçı fikirler neşreden kulüpleri, Babil kulesine benzeterek, kulenin yıkılması ile, içerden fırlayan her taifenin ayrı bir yöne dağıldığını anlatan efsaneye gönderme yapıyordu.

31 Mart hadiselerinden az önce  Süheyl Paşa, Şeyh Sadık, Es'ad Efendi, Halvetiye Şeyhi Seyyid Müslim vs. bir çok ünlü din adamı tarafından kulüplerin ırkçı fikirler yaymasına bir tepki olarak,  İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti kuruldu. Cemiyet Kur’an ve sünnete bağlılığı esas almıştı. Cemiyetin kullandığı isim, bütün Müslümanların hakkıydı. Hiç kimsenin bu ismi kendisine mal etme hakkı yoktu. İmam Nursî, bu isimle bütün mü’minleri kucaklamak ve yanlış anlaşılmaları önlemek için cemiyete dahil oldu. “-İttihad-ı Muhammedî- şark ve garba ve cenubdan şimale mümted bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir: Dahil olanlar bu zamanda üçyüz milyondan ziyadedir” gibi tariflerle cemiyet aracılığı ile kardeşlik bağlarını güçlendirmeye çalıştı.

31 Mart hadisesi  ile iktidarı kontrol altına alan İttihatçılar zamanla çok sesliliğe engel olacaklar, hürriyet yerine yeni bir isimle istibdadı dirilteceklerdi. Olaylar hızlı gelişti. Cihan harbi ve sonrasında mağlup imparatorluğun mütareke günleri başladı. Mütareke dönemi, cemiyetler açısından II. Meşrutiyet dönemini andırmaktaydı.

MÜTAREKEDEN SONRA CEMİYETLER

Mütareke döneminde İslam milletinin birliği yolunda yapılan çalışmalar Meşrutiyet döneminde yapılan çalışmalardan  çok daha önemliydi. Devletin istikbali açısından fevkalede karanlık bir dönem başlamıştı. Yine bir düzine kulüp, cemiyet ve siyasî parti kurulmuştu. Bunlardan çok bilinenler şöyleydi:

Radikal Avam Fırkası, Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası, Selameti Amme Heyeti, Teceddüt Fırkası, Osmanlı Sulh ve Selâmet Cemiyeti, Millî Kongre, Ahâlî İktisat Fırkası, Selâmeti Osmaniye Fırkası, Sulh ve Selâmeti Osmaniye Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Vahdeti Milliye Heyeti, Kürdistan Teâlî Cemiyeti, Millî Ahrar Fırkası, İngiliz Muhipler Cemiyeti, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, Osmanlı İlâ-yı Vatan Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası , Nigehban Cemiyeti Askeriyesi, Osmanlı Mesai Fırkası, Osmanlı Çiftçiler Derneği, Mağdurin-i Siyasiye Teavün Cemiyeti, Türkiye Sosyalist Fırkası ve Teâlî-i İslâm Cemiyeti (Cemiyeti Müderrisîn)dir.

Bu cemiyetlerin her biri kendi açısından bu zor dönemden kurtulabilecek bir yol arayışındaydı. Çok sayıda fikir ileri sürülecek, bir çok tartışmalar yapılacaktı. Esasen bunların biri diğerinden daha az vatansever değildi. Ama sonuçta başarılı olanlar öbürlerini hainlikle itham edeceklerdi.

İMAM BEDİÜZZAMAN VE CEMİYET-İ MÜDERRİSÎN

Rusya esaretinden dönen İmam Bediüzzaman, cihad arkadaşı Başkumandan Vekili Şehit Enver Paşa’nın tasvibi ile ordu kontenjanından Daru’l-Hikmeti’l-İslamiye azalığına tayin edilmişti. Burada İngilizlerin işgalci politikalarına karşı çalışmalar yapıyordu. Aynı dönemde Fatih  Dersiamları ve Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyelerinin kurduğu Cemiyet-i Müderrisîn’inin üyeleri arasında yer aldı. Cemiyet, kuruluş beyânnâmesine göre siyasi bir hedef taşımıyordu.

“Bir milletin siyasî varlığı, kendisini teşkil eden kavimlerin insan fıtratının bütün istidatlarını aynı seviyede geliştirmeye ve ihtiyaçlarını karşılamaya bağlıdır. Bir kavmin yalnız cengâverliği yahut yalnız ticaret ve ziraat kabiliyeti mevcûdiyetini temine kâfî değildir. İlimlerde ve fenlerde, sanat ve sanâyide, zirâatte, ticârette, adâlette, siyâsette, diyânette, askerlikte vesâir medeniyet vasıtalarında  gösterilecek varlık ile vücûd-ı millî payidâr olur.” (1)

Cemiyet bu esaslar dahilinde çalışmalar yapmasına rağmen Sultan Vahdettin, İstanbul ile ilişkilerini kesen Milli Mücadele aleyhine bir beyanname neşretmiş, siyasetle uğraşan bazı isimlerin gayreti ile cemiyet bu beyannameyi destekleyen bir bildiri neşretmişti. 26 Eylül 1335 Bu beyannamenin neşrinden sonra cemiyetin pek çok üyesi buna itiraz etti. İmam Bediüzzaman, cemiyetle ilgisini kestiği gibi milli mücadele aleyhinde yayınlanan fetvaya da açıkça karşı çıktı. Gelişmeler üzerine cemiyet kendini fesh etmek zorunda kaldı. Cemiyet-i Müderrisin yerine kurulan Teâli-i İslâm Cemiyeti’nde eski üyelerden sadece iki isim kalmıştı. 14 Kasım 1919 

İmam Bediüzzaman Milli Mücadele’yi destekleyen açıklamalarına devam etti. Nitekim Büyük Millet Meclisi, İngiliz siyaseti aleyhinde yaptığı çalışmalar için teşekkür etmek üzere kendisini daha sonra Ankara’ya çağıracaktı.

nursi_kurtler2.jpg

Mütareke’den sonra kurulan Cemiyetlerden biri de Kürt Teali Cemiyeti idi. Esasen her unsur gibi o dönemde Ermeni istilasına düşmekten korkan Kürdlerin çeşitli arayışlarda bulunması normaldi.  İstanbul’da  iki aileden bazı isimlerin dışında hiçbir Kürd aydını, Türklerden ve Osmanlıdan ayrılma fikrinde değildi. Bizzat Cemiyetin reisi olan Şeyh Abdülkadir, ayrılığı savunanlara karşı, Devlet-i Âliyye’nin en zor günlerinde Türkleri yalnız bırakmanın doğru olmayacağını ileri sürmekteydi. Buna rağmen cemiyet adına İngilizlerin veya bazı franksiyonların aykırı yorumlarına rastlanıyordu.  

İstanbul’da hükümet eden Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt nüfusunun daha yoğun olduğu bölgelerde İslam Halifeliğine ve Osmanlı Saltanatına bağlı kalmaları kaydıyla özerk bir yönetim şekli üzerinde anlaşmışlardı. Cemiyetin İngilizlerle görüşmeyi sürdürmesi İtilaf hükümetini de kızdırmış, kendilerine yapılan tenbih üzerine Mevlanzade Rıfat'ın, Wilson Prensiplerine göre bağımsız bir Kürdistan taleplerine karşı çıkılamayacağını ileri sürmesi üzerine, yapılan anlaşma reddedilmişti.  (2)

Cemiyet’tin bu tür faaliyetleri esasen bir İstanbul modası idi. Bu fikirleri savunan bir elin parmaklarını geçmeyecek derecede azdı. Aksine yurdun pek çok yerinde Kürd alim ve reisleri bu tarz fikirlerini açık bir şekilde reddediyorlardı. Van ileri gelenleri adına yayınlanan bildiri muhteva itibarıyla İmam Bediüzzaman’ın geçen hafta yayınlanan mektubuna bir cevap niteliğindeydi:

kardeslik_belgesi.jpg

Van Reislerinin Mektubu

Kürt Rüesâ-yı Mümtazesi Tarafından Gönderilmiştir: Kıymetli bir Vesika-i Uhuvvet
Bedhâhların Yüzleri Kızarsın
Vilson Prensibi üzere bazı bedhâh yaygaracılar tarafından uyandırılmış olan Kürdistan dâiyyesinden henüz feragat edilmediğine dair pek geç vakit aldığımız malûmat bizi bu bâbdaki muhitimiz efkârının kat'i ve muhtasar bir lisânla arzına ve bu saha üzerinde koşmakta olanların çıkmaz yola sapmış olduklarını izaha sevk etti. Van Kürtleri bütün Vilâyât-ı Şarkiye efkârına tercüman olamaz. Şu kadar diyebiliriz ki Van Vilâyeti ahâlisi umûmiyyet üzere gerek Kürt addedilsin ve gerekse Türk sayılsın bu iki millet Kadisiye Muharebesinden başlayan on üç asırlık bir tarih, bir din, bir ırk, ve bir âdet ile birbirine bağlı ve gayr-ı kabil infak, müşterek bir hayat-ı iktisâdiyeye mâliktir. Bu iştirak ve alâka ile müftehir ve memnûn olan Kürtleri Arnavut ve Araplara benzetmek ve Camia-yı Osmaniye'den birer suretle ayrılmakla millet ve hissiyât-ı ictimâiyye ve inkişâfiyyelerini Düvel-i 'tilâfiyye'nin zîr-i pây-ı ihtirâsatinâ esir veren sâir kâbâil-i İslâmiye'nin isrini ta'kib ecek kadar câhil ve budala Kürd'ü bu havalide aramak bir nev'-i cehalettir.

Bu gibi vâhî mefkurelerin bazı nifakçı ve menfaat-peres siyasilerin, Kürtlüğün istiklâl yâ muhtariyetiyle uğraşacaklarına onların terakki ve inkişâfına masdar olacak yeni muvafık usul-i idareler tesisiyle iştigâl eylemiş olsalar daha salim neticelere destres olurlar.

Badema memleketin ahvâl-i ruhiye ve ictimâ'iyesine tamamiyle mutabık ve vakıfane bir idare tesis edeceği kat'i surette me'mûl bulunan Hükûmet-i Osmaniye'den daha adil bir hükümet, Hilâfet-i İslâmiye'den daha kavî bir istinâdgâh ve Türklerden daha munis ve müşfik bir vatandaşa Küre-i Arzda tesadüf edilemeyeceğine kanaat getiren Kürtler mukadderatını, maksat uğrunda didinen kimselere ve Kürt Teâvün Kulübüne hukuk vekilliği bahşine cesaret edemeyeceğini cihan siyâsetinin sem'-i ıttılâ'ına isâli en mühim vezaif-i milliyesinden sayar ve bu tarihten sonra bu esâs dâhilinde vekil-i mutlakı olarak Ankara'da Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye  Heyet-i Temsiliyesi  ile İrâde-i Milliye Gazetesini veya naşir efkâr-ı olarak Dersaâdet’te Tasfir-i Efkâr Gazetesini tanır.

Van'ın Mübkî Beylerinden Mutı’ullah; Geradi Aşireti Reisi Lezkî; Kürdi Aşireti Reisi   Cafer;  Mamhorân Aşireti Reisi İsmail; Eyun Aşireti Reisi Hüseyin;
Kareki Aşireti Reisi Derviş; Oraz Aşireti Reisi Simo; Dilân Aşireti Reisi Kulihan; Dilan Aşireti Reisi Dursun; Dilan Aşireti Reisi Hasan; Cidaranlı Aşireti Reisi Yusuf;  Cidaranh Aşireti Reisi Emin;
Kuoli Aşireti Reisi Kulihan; Şemseki Aşireti Reisi Ömer; Yörüklü Aşireti Reisi Ali; Sülale-i Abbasiye’den İhsan; Dir Aşireti Reisi Rustem;  Çölemelikler ve Ergiri aşairi namına Abdullah, Şeyh Hamidpaşazade Abdullah; Kubanlı Ali; Biremanlı Reis Hasan; Nakuri Aşireti Reisi  Sultan."
  (3)

albayrak_gazetesi.jpg

(Albayrak Gazetesi)

TARİH NASIL YAZILDI?

İmam Bediüzzaman’ın kısa bir özetini verdiğimiz cemiyetlerle olan ilişkisi Cumhuriyet döneminin ulusalcı kalemlerince gerçeğin tamamen aksi olarak  iftira, üzerine yazıldı. Öncelikle adında Kürd kelimesi görülen her cemiyet zararlı ilan edildi. Ardından bu cemiyetlerle şu ya da bu şekilde irtibatlandırılan insanlar rejim düşmanı sayıldı.

Oysa Van reislerinin dikkat çektiği memleketin ahval ve durumuna uygun idare esasları geliştirmek için nelerin yapıldığı ya da niçin yapılmadığı soruşturulmalı ve milletin ittihadını  sağlayan değerlerin niçin tüketildiği sorgulanmalıydı.

Bunu sorgulayan İmam Bediüzzaman yüz yıldır laik çevrelerce iftiralara kurban edildi. İlk örneği Türkiye'de Siyasal Partiler isimli bir eser neşreden Tarık Zafer Tunaya verdi. Tunaya, Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti Kurucularından Medine eski Müftüsü Hacı Molla Said Efendi’nin ismi yanına ustalıklı bir şekilde Bediüzzaman adını yerleştirdi.(4)

Bununla da kalınmadı ne yazdığına ne söylediğine hiç bakılmadan isminde Kürd kelimesi geçen her türlü cemiyetlerin kurucusu gösterildi. Oysa gerek kurucu gerek aza olarak Bediüzzaman ismi sadece İttihad-ı Muhammedi ve Cemiyet-i Müderrisin’de yer aldı.(5)

İşin aslında gerek hiçbir tahakküme boyun eğmeyen şahsiyeti, gerekse ilmî ihatası onun herhangi bir kulübe üye olması ya da başkanlık etmesi gibi bir meşguliyete engeldi. O hangi cemiyette bulunursa bulunsun, aynı İmamdı. Milletini yalnızca İslamiyet biliyor ve “Kuran sizi kardeş ilan etmiştir ey insanlar Kur’anın bu kudsî kalesine giriniz!” diyordu.

DİPNOTLAR:
1- Kemal Gurulkan, İslâm'ın Siyasallaşma Sürecinde Cemiyet-i Müderrisin'den Teâli-i İslâm'a; Köprü Dergisi Güz 2000   [ 72. Sayı ]
Değerli kardeşim Kemal Gurulkan, beyannamenin tam metnini “Teâli-i İslâm Cemiyeti (Cemiyet-i Müderrisin)” adıyla yüksek lisans tezi olarak hazırladı. Bu tez dönemin anlaşılması için değerli bir kaynak eserdir.  İstanbul Ünv. Sosyal Bilimler Ens. İstanbul 1996. Cemiyet-i Müderrisin Nizamnâme-i Esâsisi, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, 1337.)
2- Turan, Şerafettin. Türk Devrim Tarihi, 2; Şimşir, Bilal. Kürtçülük, b.4, s.312 (İnternet ortamından alınmıştır)
3- Albayrak Gazetesi, nr. 72, 1 mart 1336 s.2; Albayrak Gazetesini tıpkı basım yoluyla neşreden Erzurumlu dostları tebrik ederim.
4-Tarık Zafer Tunaya'nın Türkiye'de Siyasal Partiler, c. II, s. 191-195'e
5-Yeşilay gibi bazı cemiyetler dikkate alınmamıştır.

İLGİLİ YAZI: Said Nursi'den Kürtlere mektup

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum