İmam Bediüzzaman ve Ermeni meselesi-2

Geçen hafta başlığı koyduğumuz için bu hafta da aynı konuya devam etmek zorundayım.

Üstad Doğuanadolu’da oynanan oyunun öteden beri farkındaydı. Daha 1900’lü yıllara gelmeden Dahiye Nezaretine çektiği bir şifre ile Ermeniler ile Kürtler arasında bazı komitelerin bir fesat çıkarmaya çalıştığını, bunun önlenilmesi için tedbir alınmasını istemişti. Çok geçmeden batılı misyonerler ve özel eğitim kurumları sayesinde bölgede olaylar artmış, Kürtlerle Ermeniler arasında çıkarılan bazı olaylar Avrupa basınında abartılı bir dille anlatılmaya başlanmıştı.

Bu dönemde Üstad’ın Ermenilere yaptığı atıflar genelde olumluydu. Kürtleri en az Ermeniler kadar okumaya, aralarındaki nifakı kaldırmaya, maddi yönden güçlenmeye çağırıyordu.
Talebelerine kahramanlık dersi verirken, Taşnak fedailerinin ser verip sır vermemelerini örnek gösterir, onların fani hayatın menfeati için yaptıkları bu fedakarlığın on katını, baki hayat için seve seve yapmaları gerektiğini hatırlatırdı.

Medeniyetin inkişaf ettiği modern çağda Kürtleri özellikle Ermenilerden geri kaldıkları için eleştirir, “işte fikr-i milliyetle uyanmış bir Ermeninin himmeti, mecmu-u millettir” şeklinde ifadeleri sık sık kullanırdı.
Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte Kürt beyleri Ermenilerle eşit sayılmayı kabullenmekte zorlanmışlardı. İmam Bediüzzaman, Münazarat isimli eserinde bu konuya geniş bir yer ayırdı.
İlginç bir soru cevap şöyleydi:

Sual: Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur?
Cevap: Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi... Zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır.”

Üstad devam eden satırlarda iki unsurun bölgede dost olmalarının önemine vurgu yapıyor. Kürdlerin saadetinin Ermenilerle dostluk içinde yaşamalarına bağlı olduğunu ileri sürüyordu. Hz Adem’den beri kendilerine yol arkadaşı olan olan Ermenileri ortadan kaldırmak çare değildi. Ermeniler ancak “akıl ile, fikr-i milliyetle ,(1) meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirdi.”

Komşu olmak dost olmayı zorunlu kılıyordu. Ayrıca Ermeniler uyanmışlar terakki tohumlarını vatana ekmeye başlamışlardı. Onların terakki etmesi Müslüman unsurlar arasında İslam kardeşliğini uyandıracak, onları da terakkiye mecbur edecekti.
Büyük umutlar beslenen meşrutiyet, Müslüman unsurlar arasında İslam milliyetinden olma şuuru uyandırarak, Avrupalı zalimlere karşı ilimde, terakkide ve ittifakta bir yarış başlatacak yerde farklı unsurlar arasında ayrılıkçı düşünceleri kışkırtmış, Bediüzzaman’ın beklentilerini bir ölçüde boşa çıkarmıştı. Kürtler ve Ermeniler arasında dostluk değil bilakis düşmanlıklar arttı.

CİHAN HARBİ

Cihan Harbinde Ermeni çeteciler önündeki en büyük engel İmam Bediüzzaman ve talebeleriydi. Bu konuyu daha önceki bir yazıda ele aldık. O’nun Ermeni çocuklarını koruması, Ermenilerin de Müslüman çocuklarını korumaya mecbur bıraktı.
Ermenilerin asırlardır birlikte yaşadıkları Kürdlere ve tabi oldukları Osmanlı devletine ihanet etmeleri, bu tarihten sonra Bediüzzaman’ın Ermeniler hakkındaki tavrında önemli bir değişikliğe yol açacaktı. Harp dönüşü Van’da gördüğü dehşetli manzarayı şöyle ifade etmişti.

“Van'da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâsında Ermeniler yakmışlardı
Baktım ki, benim medresemin etrafındaki şehir içi, kale dibi mevkii, bütün baştan aşağıya kadar yandırılmış, tahrip edilmiş. Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme, güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip öyle hazîn nazarla baktım. O hanelerdeki adamların çoğuyla dost ve ahbap idim. Kısm-ı âzamı, Allah rahmet etsin, muhaceret ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlardı. Hem Ermeni mahallesinden başka, Van'ın bütün Müslümanlarının haneleri tahrip edilmiş gördüm. Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsaydı beraber ağlayacaktı. Ben gurbetten vatanıma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum. Vâ esefâ, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm.”

KÜRTLERLE ERMENİLERE ORTAK DEVLET TEKLİFİNE CEVAP!

Çok tekrar edildiği için burada uzunca bahsetmeye gerek yok Paris konferansına Ermenilerle Kürtlerin ortak bir devlet kurmak için anlaştıkları yolunda Şerif Paşa tarafından yapılan müracaata ilk tepki veren isim, Bediüzzaman’dı:
“Dört buçuk asırdan beri İslam'ın fedakâr ve cesur taraftarı olarak yaşamış ve dini geleneklere bağlılığı gaye bilmiş Kürtler, henüz beş yüz bin şehidin kanları kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerin, gözleri oyulan ihtiyarların hatıralarını teessürle anarken İslamiyet'in zararına olarak tarihî ve hayatî düşmanımız ile barış anlaşmaları imzalamak suretiyle dinlerine aykırı hareket etmezler.”

İlginçtir yaklaşık yüz sene sonra yapılan arşiv çalışmalarında, Ermeniler tarafından öldürülen insan sayısı 512 bin olarak tespit edildi.
Bediüzzaman’ın bizzat Ermeni tehciri ile ilgili bir sözünü ben bilmiyorum. Ancak harp sırasında yaşanan olaylardan kesin olarak Ermenileri sorumlu tuttuğunu anlamak zor değildir.

“Dediler:"İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?"
Dedim: "Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.
"Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver'e Venizelos ile beraber Said Halim'e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir."

O ruh sefilliğine hiç düşmemiştir. Siyaset düşkünü bazı çevreler 100 yıl sonra bu onuru hala yakalayamamıştır.
Ermeni komiteleri tek partinin dini inkara dayanan ideolojisini uzun süre desteklemiş, bir çok defa Üstad’a düzenlenen suikastlerde görev almıştır. Bu bahse girmek konuyu uzatacağı için şimdilik kısa keselim.

ERMENİ MESELESİ TARTIŞILIRKEN GÖZDEN KAÇIRILAN NEDİR?

İnsanlık tarihinin en esaslı kaidelerinden biri şudur: bir azınlık ya da bir unsur, harici bir düşmanın hücumu sırasında, tabi olduğu devlet aleyhinde düşmanla iş birliği yaparsa, o ülkede yaşama hakkını kaybeder. Dünya tarihinde böyle bir ihaneti tolerans ile karşılayan bir örneğe rastlanılmaz. Nitekim Hendek harbinde müşriklerle iş birliği yapan Yahudiler Medine’den sürülmüş, direnenler öldürülmüştür.

Milletini seven azınlık liderlerinin bu ince noktayı unutmamaları gerekir. Bu inceliği kavrayan yakın tarihte bir sürü örnek vardır. Gandi, İngilizlere karşı her türlü mücadeleyi verdiği halde İngilizler bir devlete harp ilan ettiğinde İngiltere saflarında çarpışmayı önermekten geri durmamıştır. Yine yakın tarihimizde Cihan harbi sırasında ayrılıkçı Kürdlere karşı Seyyid Abdülkadir’in, “bu zor günde Osmanlı’ya ihanet edemem” karşılığını verdiği meşhurdur. Aynı şekilde İmam Bediüzzaman, esir olarak Rusya’ya götürülürken bölgede kurulacak bir Kürd devletinin başına geçmesi halinde serbest bırakılması teklifini geri çevirmiştir. “Biz elbette bir fereç ve ferah istiyoruz, ancak bunun düşmanların elleri ile değil!” sözü ona aittir.

Ekonomik, ya da hukuki yönden hak aramak ile düşman ile iş birliği yapmak aynı şey değildir. Ermenilerin, -Osmanlı devleti içerisindeki en imtiyazlı sınıf olmalarına rağmen- devletin en zor anında Ruslarla iş birliği yapmaları başlarına gelen felaketin en birinci sebebidir.

Konuyu fazla uzatmadan esasa gelinirse, tehcir suçları İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği günlerde Amerika, İngiltere ve Fransa’nın ellerinde bulunan bütün belgelerle mahkemelere sevk edilmiş, suçlu görülenler cezalandırılmıştır. Birçok insan idam edilmiştir. Sonradan ortaya çıkarılan belgeler sahtedir. Buna karşılık birinci cihan harbinde neredeyse 50 milyon insanın kanına giren zalim sömürgecilerin hiç biri, hakkında benzerî bir işlem yapılamamıştır. Bu konuda da Osmanlı alacaklı durumdadır.
 
Herkesin vicdanen bildiği gibi bugün ortaya atılan Ermeni meselesi siyasidir. Ermenileri bizzat ateşin içine atan Avrupa devletlerinin Türkiye’den pay kapmak için kullandıkları bir şantaj aracıdır. Şu kadar Ermeni asıldı, kesildi demek belki bir insanı şöhret yapabilir, ama onu millet nazarında Avrupalı şeytanların oyuncağı olma ithamından kurtaramaz. Avrupa devletlerinin ahlaksız siyasetleri sürdükçe bu konuda bir arpa boyu yol alınamaz!
Belki 20 yıl sonra Türkiye bağımsız kararlar alabilecek bir seviyeye gelirse bu konuda hakkı zayi olanlar Hak adına davalarının peşine düşebilirler. Zira ben kendi adıma hiçbir zulmün tarafı değilim. Babanın suçunu evlada yüklemek gibi bir Hıristiyan itikadı da taşımıyorum!

Küçük bir Anadolu köyünde hiçbir şeyden haberi olmayan, masum bir kız çocuğunun uğradığı felaket kimin eseridir?
Benzeri felaketlerin önlenmesinde öğretici olması açısından bu sorunun varlığı önemlidir.

DİPNOT:
1-Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur'ân ve imandır. (Bediüzzaman)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum