M. Nuri BİNGÖL

M. Nuri BİNGÖL

İlkyazdan öte

Bahar da, baharlar da eninde sonunda, “ erinde gecinde “ behemahal geliverir; o sevimli ve samimi vagonuna renk renk, desen desen  “çiçekleri” takıp takıştırarak, yem yeşil bir alemi sırtına  - yahud uhdesine - alarak, bizlere ulaştırıverir.
Teşrif ettiği zaman o, daha evvelki baharlar bile aniden geliverdiği vakitler, çok kimseye hiç gitmeyecek, hiç bitmeyecek vehmi hakimdi herkese. Çok zaman kendimize şunu sormadan edemeyiz; güz, kış, hatta yaz mevsimi gelecek diye bir acayip telaşa kapılıyor, hazırlık üstüne hazırlık yapıyoruz. Peki, yalnız insanların değil, tüm mahlukatın maşuku “ bahar” için neden hazırlanmıyoruz?
Bahardan bir önceki mevsimin kış olduğunu çoğumuz biliyoruz. Bahara çekilen hasretle, onun eşiği kış mevsiminin boraları, fırtına ve tayfunları bile nasipleniyor, nasiplenmeli; hikmet ve teklif sırrı gereği...
Hiç kış da özlenir miymiş; kimi zaman özlenirmiş, öyle diyorlar. Kardelenlere duyulan iştiyak, karın varlığına teşne gönüller teşkil etmez mi hiç?

Kışın da kendine göre güzellikleri bilinir elbet; hele tatlı yanları.. saymakla bitmez belki. Sobanın yaydığı ısıya yaslanıp, dışarıda yağan karı seyretmenin hoşnutluk verici bir hal olmadığını kim diyebilir?Kalın pardösülere sarınıp, kar örtüsü üzerinde, yağmur altında veya  “teferrüc”e çıkmayı sanırız herkes sever.  Hele yağmurun camları yıkadığı bir günde, şiir dakikaları geçirip de hayallere dalmanın tadına doyum olmaz.
“Bazılarının hissine karışmak tabii ki hiç birimizin haddi değil. Ama kışın gelmesini sadece bu zevkleri yaşamak için, yalnız bunun için isteyenlere de hodgam gözüyle bakmamak da elimden gelmez. O kadar fakir fukara var; evsiz- barksız, gariban vatandaş. Onlar ne yapacak peki? Odun alamayanlarına yardım elini uzatabilecek misin; O sıcacık pardösünü bir tarafa fırlatıp, soğuğun tadını duyanların halini anlamayı hiç ister misin, pek bilemem. Belki de sadece  ! Aha bahara ne kaldı...’ sitemiyle eğlenmeyi iş edineceksin!”
Kar ile kışa lüzumsuz mu diyorsun; herhal yanlış anladık, veya maksadını çok çok aşan sözlere takıldın sen. Aldığın, hep birlikte aldığımız irfan öyle demene yol vermez senin. Benimki belki de bir hüsn-ü kuruntu; belki!
Bahar da, “baharlar” da gelir elbet, gelmeli ve gelecek de... Hem vaadedilmiş, hem de şaşmaz mizan kantarı... Her çıkışın bir inişi olacak elbet; her kemalin de zevali misali...Demek istediğimiz o ki, bizler kışı hiç bir vakit tan ettiğin zaviyeden hiç bir vakit sevmedik, daima da sevmeyeceğiz. Kar tabii ki toprağı örtmeli, , yağmurun yağması için ancak tedbirsizler itirazı basabilir; sen değil! Hem kış gelmezse, baharın o sevimli ve samimi vagonu zaman rayının üzerinde tekrardan ve yeniden görünebilir mi hiç? Demir gülle içine  “düşürülmüş”  damlacığın donması için bile, şiddetli bir soğuk gerekmez mi?

Kış gelmeden evvel ve “ evailinde” onun verebilmesi muhtemel ziyanlara karşı sıkı hazırlanırız; tedbirimizi almamazlık da etmeyiz ama... Yine de - bazen - tedbir medbir dinlemeyip, yataklara düşürür bizi. Hele bir de uzar, Nisan ortalarına kadar sarkarsa, yandı gülüm keten helva... Kar örtüsü, haftalar ve haftalar boyunca  kas katı kesilip  sokaklardaki, damlardaki, kırlardaki istila hareketinden vazgeçivermezse, kış insana hiç gitmeyecek, hiç bitmeyecekmiş hissi yamar. Öylesi bir halde, bahar akıllara değil, rüyalara bile kolay kolay giremezmiş, diyorlar. Fakat, ah o hayal!Yine de arada bir oraya uğramadan edemez.
“...Herşeye rağmen bilinen hakikat; bahar ve baharlar yine de geliverir ansızın, dünyamıza çat kapı ediverir. Kış uzun da sürse, rüzgarlar, boralar acayip dehşette de olsa,  karlar istila hareketinde pek ısrarlı da dursa, bahar günün birinde, erinde gecinde - belki de apansız- çıkagelir. O samimi ve sevimli vagonuna renk renk, desen desen çiçekleri takıp takıştırmıştır gene; yem yeşil bir alemi sırtına - yahut uhdesine- alıp, bize ulaştırmıştır bir bakarsın. Sen de - haydi Yallah - dalmışsından baharın kucağına...Tedbiri mi soruyorsun; Hak getire. Her şeyin geçtiğini, artık günlerin hep böyle çiçekli, hep böyle yeşil olacağını düşündün ya bir anlığına; kendini bile unutursun azizim, bırak tedbiri... “

Belki de haklısın. Biz bile - bir bakarsınız-  baharın o sevimli ve samimi vagonunun zaman rayı üzerinde çekilerek hiç bir yere götürülmeyeceği hissine düşmüşüz; olur ya, insanlık. Hiç birimiz hazırlanmayız üstelik; yanımıza bir ceket bile almadan yollara çıkarız. Bahar için de hazırlıklı olmak gerektiğini es geçmek, belki de yılların biriktirdiği hasretin aniden dinebileceği ümidine kapılmamızdan kaynaklanıyordur!
Nisan yağmurunu kırlara açılıp da iyice yeyip,  yatağa düşenler sürü sepettir; gözlerimiz tavanda düşünürken olan biteni, belki de  “bahara hazırlanma”nın bir zaruret olduğunu mırıldanıp duracağız. “Çiçekler baharda gelir.” Amenna; “O nurani çiçeklere zemin ihzarı” için heyecanlı olmayı anlamak da mümkün; fakat  dört başı mamur yol azığını yanına almamayı anlamak boyumuzu pek aşar, şaşar kalırız.
“Beni kazanmanın  pek ehven  ve adiyattan olduğunu, her vakit de aynı basitliklerle çevrili olacağını sanan, elbet aldanır, hatta aldanmaktadır.  Layık olmayan ile bana hazırlık  yapmayana hangi tarihte eriştim ki... Teyakkuzda bulunmalısınız her zaman. Kim dedi size bende ani soğuklar, yağmurlar, hatta fırtınalar yoktur diye; badem dallarında açıveren pes pembe ümit çiçeklerini kavuruveren gece ayazına hava çekmez diye kimden teminat aldınız siz?.. İşti onlardan birini daha yaşıyorsunuz; belki ilerde daha da yaşayacaksınız; ilkyaza kavuşmanın bedelini onca ucuz mu zannettiniz?

Bir önceki baharı hatırlıyorum da; büs büyük ümitlerle ne hedef kalmıştı yerinde, ne vazife; “ tavzif...” Varsa yoksa , “Bahar geldi!” büyüklenmesi ve  “ Müfrit hüsn-ü zann” vadileri...Ne kaldı elde avuçta içi boş böbürlenmelerin dışında?
Hep mazinin haşmetindeki hayallere dayanarak yaşamak isteği, - bak - başınıza neler açtı. Gerçekten ne güzeldi geçen bahar; İstanbul bile “ İspanyol hastalığından” kurtuluverecek zehabındaydınız. Verilen müjdeli ihbarların o günü değil de, ilerileri hedeflediğini düşünemeyecek kadar sermesttiniz zaferden; belki de cezbe halindeydiniz. Neticede anlaşıldı ki ezici ekseriyet ona,  bahara, “ferec”e tam manasıyla hazır değildi; görünen köy ile “ müştebih ağaçlar” meseli gibiydi haliniz. Kıymetimi bilemez kimselerin görünmesiyle, hadiselerin seyrine  “cevelan”  verdiğinizi düşünemezdiniz bile... Öyle ki bana kızıp küsenleriniz bile oldu; soba veya mangal başındaki keyfiniz bozuldu diye; hayret! Kışı ve kışları kalker tabakalar kalınlığındaki bir  “hakikat-perestlik sıddıkiyeti”ni inciten  etvar ile , öyle bir unutmuştunuz ki, göreni afallatacak büyüklenmelerle, kendi ayağınıza bizzat kendiniz vuruyor; ne “ fetva”lar verdiriyordunuz Kader’e.

Kış soğuklarının aniden tekrar bastırıvereceğini - en çok da buna şaşar, meslek-i hakikatın hangi ilkesiyle bağdaştırabileceğimi bilemem - aklınızdan da, fikrinizden de, hayalinizden de, idrak sisteminizden de ışık hızıyla çıkarmıştınız sanki. Onun tekrar gelebileceğini, bahara baskın verip elinizi ve dilinizi bağlayabileceğinden - sahi - nasıl gafil olurdunuz? Kiminiz kendini, kimbilir hangi akılla aniden dağıtıverdi.
Yok öyle yağma ağam; bazınızın bana kaş çatması bile beni bunları demekten alıkoymamalı, ama.. suçu biraz da kendinizde aramalısınız. Yağmurlarımın olmadığını, ani soğuklarımın bulunmadığını, hatta rüzgarlarımın kesiliverdiğini,tekrar baş çıkarmayacağını, kapanmış yarayı tekrar eşelemeyeceğini size - sahi- kim söylemişti?!.. “

Acı verici ama yerden göğe haklıdır bahar. Onun da yağmurları varmış demek; fırtınaları,boraları... Sizleri bilemem ama, biz hak vermedeyiz ona.  Kıymeti iyi bilinmeyen her nesne avucumuzun içinden kaymaya mahkum.
Söylediklerini burada kesmedi tabii; “ çare”yi de işaretledi. Papağanvari tekerlemeleri bırakıp, “ Çiçekler baharda vücut-pezir olur!” nidasını aleme yayan  “Dümdar”a dönmeliymiş .bakışlarımız;Bahar sevincinin bile bir ölçüsü olduğunu  “ O” ne güzel de söylermiş. Herşeyin kadrini kıymetini bilmenin, “...Sani’ye nisbetle...” şekillenebileceğini biz nasıl unutur muşuz? Kırlara  “açılmanın”, yokuşları  düze çıkarmanın yolunun da yordamının da tasdikini, ancak orada bulabilirmişiz; En Büyük Vazife’ye namzet  “ ferid”lerin  hallerinde görebilirmişiz ancak; yoksa  kendi “ başlarını yiyecek  kılıç sahiplerinde değil.
Ey aziz Bahar!  Biz bazen  “su-i ihtiyar”ımız ile seni kışa çevirsek., takıp takıştırdığın çiçeklerin bir kısmını uçurtmalara taktırıp kaybettik diye  kimimiz sana düşman kesilsek; o hasta yatağında geçireceğimiz günlerin hiç bitmeyecek, hiç gitmeyeceğini vehmetsek de, yolu yordamıyla, “ müsbetçe” hazırlıklı olamadığımız , kırlara tedbirsizce açılıp  “harami”lerce tar u mar edildiğimiz  “ bu sahralar”a sere serpe yayılıp, kendimizi dağıttığımız için bizi bırakıp bir yerlere gitsen bile, senin o zaman rayından kayarak tekrar gelivereceğini, ansızın teşrif edeceğini elbette bilmekteyiz; ümit etme değil, öyle olacağını “hikmeten” hesaplamadayız.
Bahara hazırlanmanın, hatta layık olmanın kolay bir iş sayılamayacağını, sizler gibi biz de bilmekteyiz; ama “En hayırlı amel, en zahmetli olandır.” Hükmü, hala yerli yerinde duruyor değil mi? Mesele ne öyleyse...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum