İktisat Risalesine dair

Risale-i Nur Külliyatı’ndaki bazı meseleleri anlamak emek istiyor. İfadelerini anlamakta zorlandığımız meselelerin daha çok üstünde duruyoruz ve daha dikkatli okumak ve üzerinde mütalaa etmek ihtiyacı hissediyoruz. Bazı risaleleri ise dili çok yalın, net ve anlaşılır olduğu için anlamakta güçlük çekiyoruz. Çünkü, kolay anlaşılabilir olduğundan üzerinde fazla mütalaa etmeye gerek görmüyoruz. Okuyup gayet açık, anladık deyip geçiveriyoruz.

İşte İktisat Risalesi de ifadeleri gayet açık ve net olan bir risale ama üzerinde çok mütalaa edilmesine ihtiyacımız var. Nedense bu risale derslerde pek fazla okunmuyor, açıkçası çok ta talep olmuyor. Halbuki Üstad Hazretleri bu risalenin özellikle hanımlar arasında sıklıkla okunmasını tavsiye ediyor. Bizler ise “biz onu biliyoruz” gibi, cehaletimizi ortaya koyan bir tavır takınabiliyoruz. Hepimiz tam iktisata riayet ediyor gibi o risaleye fazla ihtiyaç hissetmiyoruz. Belki de bizi biraz rahatsız edeceğini daha doğrusu rahatımızı kaçıracağını hissettiğimizden çok üzerinde durmaktan kaçıyoruz. Bununla beraber hayatımızdaki pek çok sıkıntının da bu noktadaki eksikliğimizden kaynaklandığını fark edemeyebiliyoruz.

Kanaat etmemek, kısmetimize razı olmamak, verilenleri görüp şükrünü eda etmemek hayatımızın tüm alanlarına sirayet eden bir dizi sıkıntılar yumağını beraberinde getiriyor.

İktisada riayet etmemenin, kanaatsizlik ve hırsı netice vererek ihlası kırdığını da düşünecek olursak bu risalenin önemini de daha iyi anlayabiliriz.

Evet bir şeye olan ihtiyacımız ne kadar şiddetli olursa o şeye sahip çıkmamız ve alıp koynumuzda saklamamız da o kadar kolay olur.

Şu asrın insanı olarak hepimiz şükürsüzlüğün ve kanaat etmemenin ve hırsın vahim neticelerine az çok, enfüs veya afakta şahit oluyoruz. Genel olarak bir memnuniyetsizlik ve salgın hastalık gibi yayılan bir şikayet kültürü ne yazık ki kuşatıyor etrafımızı. Öyle hale geliyor ki memnun olmamak ve daim şikayet etmek çok normalmiş gibi algılamaya başlıyoruz. Halbuki şekva etmek demek şükür kapısını kapatmak demek. Şükür ile şekvanın ortası yok, ya şükür üzere olacağız ya da şekva üzere. Bazen de iyi ama bi de şöyle olsaydı demeden yapamıyoruz.

Salim kafa ile bir halimize bakmak ihtiyacındayız. İsraf kültürünün tozu dumana katan tüketim çılgınlığı görüşümüzü bulanıklaştırıyor. Muhatap olduğumuz insanların da sürekli hayıflanıp durmaları adeta bize bu durumu hoş gösterir olmuş. Sanki bir şeylerden şikayet etmezsek eksik kalacak bir yanımız… Hatta hiç tanımadığımız insanlara bile otobüs durağında beklerken bir şikayet listesi sayıverir olmuşuz.

Halbuki hayatın gayesi; “şükür, hamd, muhabbet ve ibadet”tir. Vücut hayr-ı mahzdır. Yani vücudun kendisi sırf hayırdır ve vücut aynı lezzettir. Bize verilen vücut nimetinin azametini fark edip şükrünü yerine getiremediğimiz içindir ki genelde cismanî ve hayvanî hayat mertebemize taalluk eden meseller yüzünden şikayet eder olmuşuz. Ademde kalmanın vücuda çıkmamanın nasıl bir azap olduğunu pek bilemediğimizden (çünkü vücut alemine çıkartılmışız) ademden vücuda çıkarılmış olmanın hadsiz lezzetini fark edemiyoruz. Halbuki sadece ademde bırakılmamış olmak öyle büyük bir nimet ki.

Hem de taş olmayıp ağaç olmayıp hayvan da olmamışız insan olarak yaratılmışız. Üstelik İslam ve iman nimetine mazhar kılınmışız. Bir de fahr-i kainat Efendimiz Aleyhissalatü Vesselama Ümmet olmakla şereflendirilmişiz. Bir de Risale-i Nur gibi parlak bir nur ile cehalet karanlıklarından kurtarılmışız. Saymakla bitiremeyeceğimiz muazzam bir nimetler silsilesinin içindeyiz. Ve bize verilen nimetlerden hesaba çekileceğiz, onlara nasıl mukabele ettik ve onları hangi yolda sarf ettik. Verilmeyen nimetlerden ise hesaba çekilmeyeceğiz.

Yani bizim vazifemiz bize verilen nimetlere bakıyor. Öyle ise verilenlere nazarımı odaklayıp onları doğru kullanmak benim vazifem. Verilmeyenlerle ise ilgilenmeme gerek yok çünkü onlardan mesul değilim.

Şimdi bir de halimize bakalım daha çok verilenlerle mi meşgulüm yoksa verilmeyenlerle mi? Mevcut nimetlerin şükrünü nasıl eda edeceğim diye mi didinip duruyorum yoksa şunum yok, bunum eksik diye söylenip durmayı meslek haline mi getirmişim? İşi ilerletip bir de insanlar bozuldu, devir kötü, dindarlar da şöyle böyle gibi işi cüziyetten külliyete taşıyıp karanlık bir kainat tasavvuru içinde nefes alamaz mı olmuşum? Nazarımdaki bu karanlıklar güneşli gündüz içinde gece karanlığını yaşamama mı sebep olmuş?

Burada pollyannacılık oynamaktan dem vurmuyoruz. Olanı olduğu gibi görmeye gayret ediyoruz. Elbette hastalıklar, musibetler hayatımızın bir parçası ama onların da zahiri çirkin, hakikati ise Hastalar Risalesinden de öğrendiğimiz gibi güzel ve meyvedar.

Bana ne olmuş ki sanki hastalıksız, sağlıklı bir vücudu hak etmişim de (haşa) Allah bunu bana vermiyormuş gibi şikayet eder olmuşum? Demek vücudun bana verilen bir nimet olduğunu fark etmeyip kendime ait zannetmişim ki hasta olması şikayetime medar olmuş. Halbuki şu anda hasta isem, benim şu an hastalıksız vücudum söz konusu olamaz yani şu anda bulunduğum halin dışında bir halde bulunmayı istemek (ilerisi için iyileşmeyi temenni etmek ayrı, onu yaparız elbet) ademi istemek gibidir. Olanı kabullenmeyerek ‘bu olmasaydı’ demenin bana kazandıracağı bir şey olmamakla beraber olanı okuyamamak, anlamlandıramamak gibi bir boşluğa düşmemede sebep olabilir. Anlamını bilmediği bir şeyi yaşamak insan için çok ağırdır. Zahiren çirkin bile olsa hadiselerin arkasında Rahmetin izini, özünü, yüzünü görüp bir hikmet ve adalet elinin işlediğini müşahede ederek kemal-i teslimiyet ve rıza gösterebilmek ise cennetten bir esintiyi hayatın içinde hissetmeme vesile olabilir.

Hepimiz için şekva kapısını kapatıp şükür kapısını açmanın ferahlığına erişebilmek temennisi ile…

Allah’a emanet olun. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.