İki uçlu kalem

Eskiden yarısı mavi, yarısı kırmızı kalemler vardı. Şimdi de var belki. Bir de keçeli kalemler var. Bir ucu ince bir ucu ise kalın yazıyor. Bu kalmelerden biri ile Kur’an-ı Hakîm’den bir ayet yazıyordum. Diğer ucunu da kullandığım için açık duruyordu. Evet ben kalemin bir ucu ile kağıda yazıyordum İlahî kelamın harflerini peki ama ya kalemin açık olan diğer ucu? O ne yazıyordu acaba? Eğer onun da önünde bir kağıt olsa o da hareket ettiğinde şüphesiz o da yazacaktı. Ben diğer ucu ile ayet yazmakta olduğuma göre her halde o uç da ayeti yazacaktı değil mi?

Bizim yapıp ettiğimiz bütün işler de yazmaktan ibaret değil mi aslında? Hepimiz yazmıyor muyuz? Bütün yapıp ettiklerimiz bir yazı değil mi? geçip gitti sandıklarımız defalarca karşımıza geldiğine göre, pek sağlam yazılıyor olmalı. Üstelik bir iş yapınca bir şey mi yazmış oluyoruz yoksa birimiz bin mi oluyor? Burası şehadet alemi. Biz burada basit bir iş yaptığımızı zannediyoruz ama burada bir tek iş gibi görünen on sekiz bin âlemde kaydedilmiyor mu? cennet veya cehenneme bir şeyler akmıyor mu? oralardaki ebedi vücutların malzemesi buradan gitmiyor mu?

Bir kağıda yazı yazarken dikkat ediyoruz. Öncesinde uzun uzun çalışıyoruz. Sonrasında tekrar tekrar düzeltiyoruz. Peki ya yapıp ettiklerimiz… öncesinde ne gibi bir  çalışma yapıyoruz? Sonrasında ne kadar düzeltme imkanı var?

Eğer her söyleyeceğimiz söz için ve günlük hayat içinde defalarca yaptığımız adi muamelatın her biri için ayrı ayrı bir ön çalışma yapmamız gerekse idi? Acaba bir tek saatimizi yaşamak için evvelden kaç gün çalışmamız gerekirdi? Peki bu bir tek saati içinde yaptığımız hataları tesbit edip doğrultmak için kaç saatler lazım?

Zaman üzerimizden akıp gidiyor ve yaşıyoruz işte. Peki ne yaşadığımızı biliyor muyuz? Fâni bir hayat nasıl olacak da bâki hayatı netice verecek? Burada söylediğim “Elhamdülillah” hangi kalitede olmalı ki Cennet meyvesi olarak önüme gelsin?

Evet, yapıp ettiklerimiz üzerinde tek tek çalışmıyoruz fakat tüm yapıp ettiklerimizde kendini gösteren bir şey yok mu? vücudu daha rasih olan ve her yaptığımızı etkileyen? Var elbette o da bizim îmanımız ve itikadımızdır. Öyle ise imanımzı kuvvetlendirmenin yollarına bakmalıyız ki tüm yapıp ettiklerimizin kalitesi artsın. Fanilerimiz bâkiye inkılab etsin. Bu mümkün olduğu gibi bir de bütün yapıp ettiklerimizi boşa çıkaracak olan şeyler var. İman dairesinden çıkmak, küfre düşmek gibi. Evet, kafir ne kadar iyi iş olarak tabir edilen işler yapsa da Allah’a intisabı olmadığından bu işlerin bâki bir karşılığı olması söz konusu değil.

Çok acıdır ki bu ülkede yaşamakla beraber hâlâ din – iman dediğinize, Kur’andan tek bildiği dört eşe müsaade edilmesi olan hanımlar var. hiç akıl kârı mı ki siz okumadığınız bir kitap hakkında, din düşmanlarından bir şeyler işitin de onunla o kitaba bakın? Sıradan birinin yazdığı kitap için kimse diyor mu “bak içinde şu şu varmış” ve siz de akıllıyım ve insanım deyip de o kitabı alıp okumadan demek bu kitapta bu var ha, nasıl ben bu kitabın muhatabı olabilirim ki deseniz.

Kendilerine dünya hayatında fayda verecek her türlü bilgiyi edinmek için parasına ve vaktini sarf eden insanların imandan gayrı hiçbir şeyin bu dünya hayatını yaşanır kılmayacağını anlamaya ihtiyaçları var. 

En büyük meselemiz imanımızı kuvvetlendirmektir. İmanımız kuvvetlenirse her işimizin kıymeti artar. Bir bakış tefekküre yol açar. Bir kelime bizi İlahî huzura taşır. Fani bir hüsün bize bâki hüsnü irae eder.

İmanımızın kuvvetlenmesi için hiçbir şey yapmamak ise, onun zayıflaması için yeter. Bir insan düşünelim aylardır bir şey yememiş fakat diyor ki “Allah Allah ben neden zayıf düştüm ki, neden kilo kaybettim?” çok komik olur değil mi…

Pekiimanını kuvvetlendirmek için hiçbir faaliyette bulunmayan bir insanın, “neden îmanım olduğu halde günahtan korunamıyorum” demesi daha mı az gülünçtür? Yada imanım var ama neden namazımdan zevk alamıyorum diye düşünmesi…Bu asırda imanım bana kâfi gelir deme lüksümüz yok. Devamlı bir taarruza maruz olduğumuza göre devamlı bir takviyeye muhtacız. Bu takviyeyi yapmazsak da bütün işlerimizin kalitesi düşecek. Zira biz kalemin bir ucu ile yazıyoruz fakat diğer ucu bizim için ne yazıyor? Ben bir işi yaparken bu işe taalluk eden hangi hadiseler silsilesini davet ediyorum? Pek çok hadise için kolayca “ne yaptımda başıma bu geldi” diyebilen biz, neden “başıma ne gelmesini istiyorum, öyle ise bunun için ne yapmalıyım” demeyiz hiç? Hoşumuza gitmeyen bir şey ile karşılaşınca şunu da kendimize soramaz mıyız “bunun olmaması için bir tedbir almış mıydım, alamaz mıydım, sonrası için alabilir miyim?”

Bela ve musibetlere karşı kalkan olduğu bilinen şeyler vardır. Sadaka gibi, dua gibi, hayırlı işler ile iştigal gibi. Bunları hiç yapmayıp da musibetin geldiğine şaşmak da tuhaf olmuyor mu?

Ayet ile sabit ki bize gelen her hayır Allah’tandır. Her fena şey ise nefsimizdendir. Öyle ise bir fena şey gelince Allah neden bunu böyle yaptı demek yerine ben ne ile kadere fetva verdim ki bu geldi demeliyiz. Acaba kalemin diğer ucu ile ben ne yazmakta idim ki semada da benim için bu yazıldı?

Madem biz durmadan yazıyoruz. Hem de sadece dünya sayfasına değil on sekiz bin âlemlere yazıyoruz ve bu yazdıklarımızdan gayrısı olmayacak ahirette önümüze gelen. Öyle ise ne yazdığımıza dikkat etmeliyiz. Hele ki insan kardeşlerimize de taalluk eden meselelerde yazdığımız, bir küçük kainatta daha yankı buluyor ve kaydediliyor demektir ki kimlerin âlemlerine hangi tohumları attığımıza dikkat etmeliyiz. Zira o tohumlar sümbüllnediğinde muhatabımızın zarafetine halel vermemeli.

İnsanların âlemlerine iman tohumları ekenlere selam olsun, küfür tohumları ekenler ise belasını bulmuş ve bulacak.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum