İki terapistin kafedeki Risale-i Nur muhabbeti

İki terapistin kafedeki Risale-i Nur muhabbeti

Terapistin de terapiye ihtiyacı olur mu demeyin

Mustafa Ulusoy'un yazısı

İki terapistin kafe muhabbeti

Tam, onu arasam da bir yerde buluşmayı teklif etsem, biraz muhabbet eksek diye düşünürken telefonun ekranında ismi beliriyor. “Şöyle bir yere otursak da biraz muhabbet etsek.” diyor. “Kalp kalbe karşıdır.” diyorum.

Sesindeki yorgunluk nazar-ı dikkatimi celp ediyor. Sesimdeki yorgunluğu fark etmiş olmalı. “İyi misin?” diye soruyor. “Çok şükür.” diyorum. “İyi misin?” diye soruyorum. “Dünyada ne kadar iyi olabilir ki insan.” diye karşılık veriyor.

Birinin can kulağıyla onu dinlemesini istiyor. Birinin can kulağıyla beni dinlemesini ne kadar çok istiyorum.

Can kulağıyla dinleyebilmek. Zor iş. İnsanların kendi acısına ehemmiyet verdiği, kendi acısını daha üstün tuttuğu şu narsizm çağında can kulağıyla başkasını dinlemek, denizin üstünde yürümek gibi.

“Hayat zor be dostum”

Buluşuyoruz. Körlerle sağırlar birbirini ağırlar misaliyiz. Biraz o anlatıyor, biraz ben. Biraz o beni can kulağıyla dinliyor, biraz ben onu.

“Hayat zor be dostum.” diyor, derin bir nefes alarak. Kahvesini yudumluyor. “Bazen şöyle dışarıdan hayatı seyrediyorum. Bir oyun gibi geliyor her şey.”

“Ahiret hayatı olmasaydı yaşanan iyi kötü her şey çok saçma olurdu. Oyun içinde oyun. Her şey hem çok trajik olurdu hem çok komik.”

“Tüm şüphelerimi giderdim sayılmaz ama eskiye oranla ahirete daha çok inanıyorum. Cehennem de olsa hiçlikten kurtulmak beni çok rahatlatıyor. Toprağın altında çürüyüp kayıplara karışma fikri dayanılacak gibi değil.”

“Sen varsan.” diyorum, “Ki varsın, ahiretin olmama imkânı yok. Çünkü senin var edilme biçimin ahiretin varlığıyla bağlantılı olarak şekillendirilmiş.”

Sessiz kalıyor. Bakışlarını boşluğa dikerek düşünüyor.

Sonra şuradan buradan konuşarak ortamdaki ağırlığı dağıtmaya çalışıyoruz.

“Hiç şöyle bir duyguya kapıldığın oluyor mu senin de? Terapi odasından çıkıp televizyondaki haberleri izlediğinde, ya da gazetelerin sayfalarını dolaştığında birbirinden alakasız iki dünya olduğunu görüp hayret ettiğin oluyor mu?”

“Olmaz mı, neredeyse her gün. İnsanların iç dünyada sorun olarak yaşadıklarıyla sosyal olaylar bir gitmiyor. Terapi odasında insanlığın gerçek sorunları sökün ediyor.”

“Gel birlikte insanların dert ettikleri şeyleri sıralayalım. Yani insanların içindeki gerçek gündemi.”

“Tamam.” diyor, “Başlıyorum, kendini değersiz hissetme.”

“Terk edilme kaygısı.”

“Yalnızlık, ama varoluşsal yalnızlık.”

“Ölen kocam şimdi nerede?”

“Şefkat ve merhamet görmek istiyorum. Sevilmek istiyorum.”

“Bu kadar çalış çalış, nereye kadar? Tüm bunların anlamı ne?”

“Boşanırsam çocuklarım nasıl etkilenir?”

“Yaşlanınca bana kim bakacak?”

“Hayatta her şey gibi, ben de olduğum yerde boşuna duruyorum, dedi mesela geçen gün bir hastam. Çok etkilendim.”

“Gelecek kaygısı.”

“Ya kanser çıkarsa, diye mamografi çektirmekten kaçınmak.”

“İnsanlar hakkımda ne düşünür endişesi.”

Arkadaşım susuyor. Çünkü garson ikinci fincan kahveleri getiriyor.

“En sık duyduğum cümlelerden biri de ne biliyor musun? Gerçekten beni dinleyen, beni anlayan veya benim gerçek ihtiyaçlarımı ve duygularımı  önemseyen pek kimsem olmadı.”

“Hazin, çok hazin.” diyor.

“Şu sıraladığımız insanların içsel dünyalarının gündem maddeleriyle sosyal hayatın gündem maddeleri arasında uçurum var.”

“Haklısın.” diyor.

Sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmak

Bir süre sessizce oturuyoruz.

“Eee, bugün Risale’den bir şey okumayacak mısın bana?”

Tablet bilgisayarı açarak İkinci Lem’a’nın Dördüncü Nükte’sini okuyorum. “Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar.”

“Dur biraz, okuyup hemen geçme öyle. Sabır kuvvetini evham yolunda nasıl dağıtıp her musibete kafi gelmiyor, biraz aç.”

“Anlayabildiğim kadarıyla, vehmin tahakkümü, insanın gafleti ve belki de en önemlisi fâni hayatı bâki tevehhüm etmesi, sabır kuvvetini geçmiş ve geleceğe dağıtıp sabrın tesirini bozuyor.”

Uzun uzun konuşuyoruz bu konuda.

“Keşke hep böyle konular konuşsak, zihnimizi bunlarla meşgul etsek hep,” diyor arkadaşım.

“Keşke,” diyorum.

Yazının tamamı için tıklayınız

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.