‘İçki içmek değil, sarhoş olmak haramdır’ aldatması

Âlem-i İslâmiyet’in ondört asırlık ittifâkına ve içtihâdına ve şüphe götürmez hükm-ü Kur’ân’a ve Resûlullah’ın Sünnetinin rağmına, içki gibi müskirâtı helâl etmek ve sarhoş olmadıkça içilmesinde sakınca olmadığını salık vermek yâni Kur’ân’ın haram dediğini kendi kafa feneriyle helâlleştirmek, kat’iyyen ciddîye alınmaması lâzım geldiği halde, böyle bir iddiânın TV ve sosyal medyada duyurulmasının ardından hakîkati bilmeyenlerin ve aldananların olduğunu görmemiz nedeniyle icmâlen yazıldı.

Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça içkiden men’ eden Âyetlere ve Cenâb-ı Hakk’ın (cc) ahkâmını ve marziyâtını Kur’ân’ın vâsıtasıyla gelip bizlere bildiren ve tebliğ eden Allah’ın Resûlüne ve O’nun en yakın tâkipçisi ve izleyicisi olan Sahabelere ve ahkâm-ı Kur’ân’ı ve marziyât-ı İlâhiye’yi Kendisinden en inceliklerine kadar ta’lîm ve tahsîl eden Sahâbelerden aynı ciddiyette ders alan Tâbiine ve nihâyetinde üzerinde ittifâk eden müçtehidlere ve bu zamana kadar yazılan tefsîrlerde de hilâfına bir beyânda bulunmayan müfessirlere ve gelmiş-geçmiş nice İslâm âlimlerinden günümüze kadar gelen nice ehl-i ilim ve ehl-i ihtisasa kadar bu ondört asırlık ittifâk ve beyânlarının rağmına ve hilâfına olarak böyle bir iddiâyı ortalığa atmanın ne mânâya geldiğini bir misâl üzerinden izâh edelim.

Hayat memat mes’elesi olan bir hastalığa yakalansan ve o hastalığın hengâmında, sevdiğin ve içmekten de hoşlandığın bir içeceği nefsin istese, yalnız binler ehl‐i ihtisâs ve uzman hekimler hastalığının şiddetle aleyhinde olduğunu ve çok zararları bulunduğunu beyân etseler ve sen de bunu öğrensen... Yine de içmeye çalışır mıydın?

Sonra da biri çıksa, “içebilirsin yalnız fazla içme” dese,  hangi tarafı dinlerdin? İhtiyatla mı hareket ederdin?

İşte evvelen başta Kur’ân-ı Azîmmüşşan açıkça ve sarîhan ve daha Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mükerreren ve defaatle ve yüzbinler ehl-i ihtisâs ve ehl-i ilîm ittifakla; o mübtelâ olduğun ve alıştığın ve nefsine sevdirdiğin müskirler ve içkiler hakkında ebedî hayatın için çok büyük zarardır demişler.

Bak Kur’ân ne diyor dikkat edelim; Bakara Sûresi, 219. Âyet

~~2.219~
يَسْپَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فٖيهِمَا اِثْمٌ كَبٖيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَاِثْمُهُمَا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا

Meâlen : “Sana içki ve kumar hakkında soruyorlar.  De ki: ‘Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.’"

Ve Mâide Sûresi, 90. Âyet

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Meâlen : “Ey îmân edenler!  İçki ve kumar ve dikili taşlar ve fal okları ancak şeytan işi birer pisliktirler. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.”

Ve Mâide Sûresi, 91. Âyet

اِنَّمَا يُرٖيدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِى الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ

Meâlen: “Şeytan, içki ve kumar ile şüphesiz ki aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçersiniz değil mi?

Dikkat ediniz ki;  içki ve kumar hakkında şeytan işi birer pisliktir, murdârdır denilmektedir.

Âyetde zikredilen “hamr” kelimesinin ‘aklı örten ve sarhoş eden içecekleri kastettiğini’ tafsilatlı izâh etmeye ihtiyaç olmadığı kanaatindeyim zirâ yapılan iddiâ da ‘içki değildir’e dâir değildir.

Hazret-i Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselâm) içki hakkındaki beyânlarını aktarmadan önce, hadisler hakkında da birkaç kelâm sarfetmek ve izâhta bulunmak isterim. Hadislere karşı gözleri ve kulakları kapamak; caddede araba ile seyîr hâlindeyken trafik ışıklarına, levhâlarına ve yoldaki şeritlere karşı gözlerimizi ve ikâz etmeye çalışanlara karşı da kulaklarımızı kapamak demektir.

Bakınız, Târih ilmî insanlığa; geçmiş medeniyetleri, kabîleleri, devletleri ve onların geleneklerini, örflerini, kültürlerini, kılık-kıyâfetlerini, yaşam biçimlerini, sosyal statülerini, geçim kaynaklarını ve araçlarını, dînlerini, dillerini, ister bedevî olsun, ister medenî olsun yerleşimciliğini, el sanatlarını, mimâri yapılarını ve hatta katıldıkları savaşlardan ve yaptıkları antlaşmalara ve krallarından, hânedânlarına kadar daha birçok konuda bizlere bu bilgileri sunuyor, takdîm ediyor ve anlatıyor.. Ve bu alanda faaliyet gösteren üniversiteler, özel kurum ve enstitüler ve nice araştırmacılar bu bilgileri bizlere kitaplarla, dergilerle, makâlelerle, gazetelerle ve daha birçok  yazılı ve görsel araçlarla aktarıyorlar ve genel kabûl de görüyorlar.. Yâni, kimse doğruluğu hakkında bütün bütün şüphe etmediği gibi, içindeki birtakım yanlışlarla da bütün bir Târih ilmini ve birikimini hurâfelik isnâdıyla silip çöpe atmıyor, aksine istifâdeye çalışıyor.. Ve zirâ eğitim sistemi müfredâtlarında yer alması da hakkında genel kabûl olduğunu zâten gösteriyor.

Elbette Tarih ilminin bu gibi bilgileri tesbît etmede, tasniflemede, tahlîl ve te’vîl etmede kendine mahsûs usûl ve yöntemleri olduğu gibi, ortaya çıkardıkları belgelerle ve yaptıkları araştırmalarla bu tarihi hakîkatleri inşâ ederek takdîm etmeleri ve hatta pek eski çağlardan bu zamana gelen târihsel gelişimi izâh etmeye çalışan kurguları da bütün bütün inkâr edilmeden kabûl edildiği halde, cây-ı hayrettir ki; tarihin akışında pek büyük bir dönüm noktası olan İslâmiyet’in zuhûru ve Onun te’sîsinde, inşâsında bilfiil vazîfeli olan ve bir Peygamber olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ın Kur’ân’ı ve İslâmiyeti tebliğ ve irşâd ve izâh vazîfesinde, bütün Peygamberlik hayatı boyunca söylediklerine, gösterdiklerine ve bilfiil umûm Sahâbelere yaşatarak öğrettiklerine ve bütün ruhlarına nakşettiklerine mukâbil ve yine Kur’ân’ın  ahlâkına bürünmüş bir Peygamberin yetiştirdiği ve yalana tenezzül etmez, Allah’tan şiddetle korkar Sahâbelerine ve Peygamberin her kelâmına, tavrına, fiiline  karşı büyük bir dikkat ile nazar eden ve bizzat şâhid olan ve hıfz edip kayda alan bu ashâbına ve onlardan da bizzat dinleyen, işiten, gören ve yaşayan ve yaşatan Tâbiine ve onlardan da ders alarak nesilden nesile günümüze kadar hem nakîl, hem yazılı olarak, hem de yaşanılmak sûretiyle gelen ve nihâyetinde bu insanlığın en büyük mîrası ve bilgi birikimi olan Peygamberimizin beyânları, kelâmları ve fiilleri hakkında (hadisler); Tarih ilminin bizlere getirdiği bilgiler kadar kıymet ve doğruluk payı vermemek ve tamâmını ithâm edip, silmeye kalkmak; bu asrın ilîm ve bilim insanına yakışan doğru bir yaklaşım mıdır ve doğru bir usûl müdür ve Müslüman ve Mü’minler olarak sâhip olduğumuz dînimiz ve ebedî hayatımıza karşı doğru bir sorumluluk anlayışı mıdır.. sizlerden soruyorum..

Bunu mes’elemize bakan bir hadis üzerinden değerlendirelim:

"Sarhoşluk veren her içecek haramdır." Meâlindeki bu hadis, ekser hadis kaynaklarında farklı farklı râvilerden nakille aktarılır. Meselâ en meşhûr ve bilinen hadis kaynaklarından, Sahîh-i Müslim, Sahîh-i Buharî,  Muvatta, Sünen-i Nesâî, Sünen-i İbn-i Mâce, Sünen-i Ebû Davûd, Sünen-i Tirmizî ‘de ve daha nicelerinde zikredilir. Her hadis âliminin kendi eserine aldığı bu hadisin râvîlerine bakıldığında, Hazret-i Peygamber’den (aleyhissalâtu vesselâm) birçok Sahâbenin naklettiğini görebiliriz. Meselâ, İbn Ömer’den, Ebû Hureyre’den, Hazret-i Âişe’den, Sâlim b. Abdullah b. Ömer’den, İbn Mesûd’dan, Ya’la b. Şeddat b. Evs’den, Ebû Musâ’dan, Abdullah b. Ömer’den, Câbir b. Abdullah’dan, Amr b. Şuayb’ın babasından ve dedesinden (radıyallahu anhum) bu hadis rivâyet edilmiştir. Ve her birinden de işiten ve aktaran farklı farklı Sahâbeler vardır. Şimdi bu nakledenlerin çokluğuna ve sened (hadisi rivâyet edenlerin silsilesi) içinde zikredenlerin de kesretine, sayıca fazlalılığına dikkat ediniz.

Böyle bir hadisi uydurmak için bir araya gelerek sözleşmiş olmaları hiçbir cihetten mümkün olmayan ve yalana tenezzül etmez ve yalanın günahından ve çirkinliğinden ve Resûlullah’a iftirâ etmekten şiddetle içtinâb eden bu çoğunluğun haber verdiği ve üzerinde ittifâk ettiği ve rivâyet edenlerin künyelerine kadar yazılı olarak kayda alınan ve bizlere kadar intikâl eden bu hadis hakkında (ki bu hadisi emsâl olarak kaydettik), yalandır diye isnâd etmek, hurâfe ithâmında bulunmak, aynı hadisten haber veren bütün Sahâbelerin tamâmının ya yalancı olduğunu, ya hâfızası yerinde olmadığını ya da ne dediğini bilmediğini imâ etmek tarzında bir duruş ve tavır içine girmek makâlemizin en başında zikrettiğimiz ilk misâle benzer ki; bunu ilmîn nazarıyla göremeyenler, herhalde aklın ve mantığın mukâyese ve kıyâsıyla görebileceklerdir diye ümîd ediyorum..

Hem Kur’ân’ı hıfz etmeleriyle günümüze intikâl etmesine ne büyük bir ve’sile olduklarını kabûl edelim, hem bu cihetten hâfızalarına da tam i’timâd edelim,  hem İslâmiyetin inşâsında ve te’sisinde nice sıkıntılara ve eziyetlere sabır gösteren Sahâbeleri bu yönden de takdîr ile senâ edelim ve İslâmiyet’in gönüllere ve kalplere girmesinde ve zemin yüzüne yayılmasında ve nice kavîmlerin ve ferdlerin irşâd edilmesinde ve onlara İslâmiyet’in anlatılıp öğretilmesinde Sahâbelerin ortaya koyduğu gayretlerinin ve mücâdelelerinin ve ma’lûmatlarının onlar hakkında yeterliliklerine ve yetkinliklerine açık ve zâhir birer delîl olduğu halde, Peygamber’in beyân ve kelâm ve fiillerine karşı aynı yetkinliği ve yeterliliği ve aynı istidâtı ve yeteneği ve aynı idrâk ve hâfıza kâbiliyetini ve aynı hassasiyet ve ciddiyeti onlara vermeyelim, teslîm etmeyelim, yalnızca günlük ameli birkaç ibâdetimizi tanzîm edecek kadar Peygamber’den bildiklerini kabûl ederek, mütebâkisini hurâfe veya itimâd edilemez diyerek silip atalım ve çok cihetlerle dehşetli bir haksızlık ve tezyif ve tekzîb içine girelim sonra da O Sahâbelerin hakkımızda azîm şekvâlarına kendi ellerimizle sebebiyet verelim..

Ne aciptir ki; Kur’ân’da ta’rîfi yapılmamış olan nice ibâdet ve tatbikâtın tafsîlatını onlardan alıp, amel edelim, haklarında ittifâk edilen nice hadislere bunun binde biri kadar doğruluk ve kıymet, ehemmiyet ve önem vermeyelim. Bunun içinde mevzû hadisleri sebep gösterelim, kendimize mâzeret yapalım fakat aynı sebebi, günlük ibâdetlerimizi tanzîm eden ve kabûl de ettiğimiz hadislere tatbîk etmeyelim. Bu durumda hadislerin bir kısmını mecbûren kabûl eden, kalanın tamâmını silip atmaya çalışan bir vaziyete düştüklerini en azından bizler görelim..

İşte mes’elenin icmâlen görüntüsü bu şekildedir kıymetli okurlar ve kardeşlerim..

Evet, istidâdları ve meslekleri muhtelif olduğu halde usûl ve erkân-ı îmâniyede onların müttefikan ittifâkları ve herbirisinin kuvvetli ve yakînî bürhânlarına istinâdları öyle bir hüccettir ki; onların mecmuu kadar bir zekâvet ve dirâyet sâhibi olmak ve bürhânlarının umûmu kadar bir bürhan bulmak mümkün ise, karşılarına ancak öyle çıkılabilir. Yoksa o münkirler, yalnız cehâlet ve echeliyet ve inkâr ve isbat olunmayan menfî mes'elelerde inad ve göz kapamak sûretiyle karşılarına çıkabilirler.  Gözünü kapayan, yalnız kendine gündüzü gece yapar.”  (Risâle-i Nûr Külliyatı, Tarihçe-i Hayat)

Şimdi bakınız Allah’ın Resûlü aleyhissalâtu vesselâm içki hakkında ne buyurmuşlar:

كُلُّ شَرَابٍ أَسْكَرَ فَهُوَ حَرَامٌ

"Sarhoşluk veren her içecek haramdır."

Müslim, Kitâbü’l-Eşribe; Buharî,  Kitâbü’l-Vudû’; Muvatta, Kitâbü’l-Eşribe; Sünen-i Nesâî, Kitâbü’l-Eşribe;  Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbü’l-Eşribe; Sünen-i Ebû Davûd, Kitâbü’l-Eşribe; Sünen-i Tirmizî, Kitâbü’l-Eşribe;

ما أسْكَرَ كَثِيرُهُ فَقَلِيلُهُ حَرَامٌ

“Çoğu sarhoşluk veren içeceğin, azı da haramdır.”

Sünen-i Tirmizî, Eşribe;  Sünen-i Ebû Dâvud, Eşribe; İbn Mace, Eşribe; Sünen-i Dârimî, Kitabü’l-Eşribe; Sünen-i Nesâî, Eşribe;

كُلُّ مُسْكِرٍ حَرَامٌ مَا أَسْكَرَ الْفَرَقُ مِنْهُ فَمِلْءُ الْكَفِّ مِنْهُ حَرَامٌ

"Bir farakı sarhoş eden şeyin bir avucu da haramdır."

Sünen-i Tirmizî, Eşribe;

Sarhoş olmadıkça içebilirsiniz değil, ağzınıza dâhi koymayınız olduğu âşikârdır. Ve alttaki hadise çok dikkat ediniz:

لُعِنَتْ الْخَمْرُ على عَشْرَةِ أوْجُهٍ بِعَيْنِها، وَعَاصِرِهَا، وَمُعْتَصِرِهَا، وَبَائِعِهَا، وَمُبْتَاعِهَا، وَحَامِلِهَا، وَالْمَحْمُولَةِ إِلَيْهِ، وَآكِلِ ثَمَنِهَا، وَشَارِبِهَا، وَسَاقِيهَا

"Peygamber (s.a.v) içki ile ilgili olan on kişiye lânet etmiştir.  İçkiye, içki yapana (imâl edene), yaptırana (imâl ettirene), Satana, Alana, Taşıyana, Taşıttırana, Kazancını yiyene, İçene, İçirene."

Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbü’l-Eşribe; Sünen-i Ebû Davûd, Kitâbü’l-Eşribe; Müsned, Ahmed bin Hanbel;

İçki hakkındaki hadisler bu kadar ile sınırlı değildir, buraya kaydetmediğimiz daha çok sayıda hadis vardır ve ayrıca ortaya atılan bu iddiâyı reddeden, Sünen-i Nesâî’de ve Ebû Davûd ve Sahîh-i Müslîm’de zikredilen “Resûlullah, içerisinde şarap bulundurulan su kabağını ve yine şarap (içki) bulunan küpleri kullanmayı … yasakladı” hadisi ile birlikte yine Sünen-i İbn-i Mâce ‘de “İçki içme, çünkü içki her türlü kötülüğün anahtarıdır” diye ihtâr eden hadisler de vardır.

Evet, “içki içme, çünkü içki her türlü kötülüğün anahtarıdır” hadisi içkiye yaklaşılmamasını emreder ki, toplumu ifsâd edecek yasaklara karşı dâima önceden tedbîr alınmasını Kur’ân ister. ‘Zinâ’ya yaklaşmayın’ âyeti de böyledir, tedbîri öncesinden almayı ihtâr eder. Aynı şekilde bu derece çirkinliği ve zararları nazara verilen içki içinde bu kapıyı hiç açtırmayacaktır. Ve zamanla bağımlı hâle getiren ve zararları ehl-i tıp ve ilm-i sosyoloji ve hayat-ı içtimâiyyece sâbit olan ve Kur’ân’da pislik birer iş olarak tanımlanan içkiye karşı yaklaştırmayacak ve kapısını öncesinden kapattıracaktır. Evet, içki yüzünden hânelerini harâb edenler, âilelerini kaybedenler, çoluk çocuğun nafakasını içkiye yatıranlar, birbirlerini öldürenlere kadar şeytânî neticeleri sâbittir. Bütün TV ve gazeteler bunlardan hergün bahsetmektedir. Bu nedenle yukarıdaki hadisler, içki’nin alanına girmeyi yasaklamış ve yaklaştırmamıştır.

İçkinin haram olduğunu bildiği halde nefislerini müptelâ edenlerin günümüzdeki varlığı, buna en güzel bir cevâb ve delîldir. Nerede ve nasıl duracağının hudutları, içenin ruhsâl durumuna ve psikolojisine ve içinde bulunduğu içtimâi şartlara ve kendisini sürükleyebilecek belirsizliklere bırakılamayacak kadar belirsizlikler üzerine ta’yîn edilmez ve şer’i hükümler kişilere göre değil, umûma ve genele göre getirilir vesselâm.

Alttaki hadisi de kaydetmeden bitirmek istemem:

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ، فَلَا يَقْعُدْ عَلَى مَائِدَةٍ يُشْرَبُ عَلَيْهَا الْخَمْرُ

"Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, üzerinde içki içilen sofraya aslâ oturmasın!"

Sünen-i Ebû Dâvud, Kitâbü’l-Et’ime; Sünen-i Dârimî, Kitâbü’l-Eşribe;

Demek sarhoş olmadıkça içebilirsiniz değil, yanına bile yaklaşmayınız demek olduğu âşikârdır.

Biz Müslümanların ve ümmetin caddesi, İslâm’ın en büyük caddesi olan cumhûrun caddesidir. O Cadde ki; başta Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm ve Sahâbe Efendilerimiz radıyallahu anhum ve ehl-i Sünnet’in ulemâsının ve büyük âlimlerinin de içinde bulunduğu ve gittikleri nûrânî caddedir. Böyle nûrânî ışıklarla aydınlanmış ve umûmun tâkib ettiği caddeyi bırakmak kâr-ı akıl değil..

Elhâsıl: İçki, Kur’ân ile haram edilmiş, Sünnet ile de haramlığı te’yid ve te’kid edilmiş ve icmâ ile de üzerinde mutlak ittifâk edilmiş Kur’ân’ın ifâdesiyle şeytan işi bir pisliktir…

Cenâb-ı Hakk cc bizleri ve neslimizi bu asrın fitnelerinden ve lehviyâtlarından ve câzibedâr günahlarından korusun. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.