İçimizdeki vampirler-1 (Haset)

Yastıkçı Mustafa, ortağından ayrıldıktan sonra zor günler yaşamaktadır. Elinde avucunda “nakit kalmadığı” gibi dükkân “tam takır” bir haldedir. Üzerinden fazla geçmez, eski ortağı çok zengin biriyle ortaklık yapar ve Yastıkçı Mustafa’nın tam karşısına açar yeni dükkanı. Ve bir hayli doldurur içini, bir de vitrin dizer ki dillere destan… Haset damarını sonuna kadar işletecek cinsten. İş bununla da kalmaz, atar elini beline yeni dükkanın önünde bir yukarı bir aşağı volta atmaya başlar, eski ortak. Bağırır çıraklara: “ Alana da satın almayana da, parası olana da verin olmayana da… Yeter ki millet faydalansın, işimiz yürüsün, etraf şenlik olsun” der.

Boş dükkânın önünde, elinde demli çayı ile olup biteni seyreden Yastıkçı Mustafa, yüreği volkan yeri, aklı cehennem lavları içinde daha fazla dayanamaz ve kendini dükkândan içeri atar. Kurt dumanlı havayı sever derler ya, şeytan da kurdun yoldaşıdır. Bin bir fitne ve fesadı atar içine Mustafa’nın. Zaten haksızlığa uğradığını düşünen darmadağın bir kalpte, tahtını kurup hüküm sürmeye başlar. Hayır, bütün bu olan ve bitene daha fazla sabretmemeli, kaçakçıdan temin edeceği silahla “Tam alnının ortasından vurmalıdır” eski ortağı. Evet, tam zamanıdır. Eski ortak bunu fazlasıyla, hem de çok fazlasıyla hak etmiştir.

Derhal, kaçakçının telefon numarasını aramaya koyulur tozlu rafların arasında. Arar ama nafile… Bir çay daha, der kendi kendine. Bir çay daha içmeli ve bulmalıdır kaçakçının telefonunu. Bir den bir kitap ilişir gözüne, altı üstü toz içinde. Siler eliyle tozlarını ve açar kitabı, okumaya başlar…

Doktor iyileşecek hastanın ayağına gelir, derler ya, biraz önce alnından vurmayı düşündüğü eski ortağın yerinde, şimdi o vardır. Kitapta yazılanlar tabir caizse onu “tam alnından” vurmuştur. Evet, tozlu kırmızı kitap Mektubat, derde derman yazı ise hasetle ilgilidir…

Asrın hekimi, asrın hastalığını analiz etmekte ve çareler sunmaktadır: “Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin akıbetini düşünsün. Ta anlasın ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faidesi az, zahmeti çoktur.” Okur, bir daha okur bir daha okur… Sadece gözüyle değil, ruhuyla, kalbiyle, aklıyla tüm duygularıyla okur…

Önce haset ettiği şeylerin akıbetini düşünür. Manevi bir sinema ile, hem kendini hem haset ettiklerini elli sene sonra kabirde toprak olarak görür. Ruhu bir nefes alır… Mal ve servet gibi bütün dünyevi güzelliklerin fani olduğunu yok olacağını anlar. Sultan Süleyman’a kalmayan dünya ona mı kalacaktır… Hazinelerinin anahtarlarını develerin taşıdığı o mal mülk sahipleri nerededir şimdi?

Sonra, Yunus’un, içindeki volkanı söndürecek şu sözlerini hatırlar: “Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi?” Sahi içinde oturduğu dükkân, kendisinden önce kaç el değiştirmiştir. Kendisinden sonra kimler gelip geçecektir… Yunus sanki karşısında durmuş ona hitap etmektedir: “ Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.” Biraz önce yaşadığı “cinnet hali” yerini “cennet haletine” bırakmaya başlamıştır. Bir kez daha derin bir nefes alır ve tekrar satırlar arasına dalar. Sahip olunan dünyevi nimetlerin faydasının az, zahmetinin çok olduğunu, bizzat yaşayarak kaç kere tecrübe etmiştir. Yediği her üzüm için yüzüne vurulan yüzlerce tokadın acısını içinde hisseder dün gibi.
Derin bir nefes alır ve okumaya devam eder: “Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlahiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.”

Sahi, şu an aldığı her nefesten içtiği her yudum çaya kadar, her şey Allah’ın lütfu iken, kaderden kendisine atılan bir “ikaz taşına” ne kadar da isyan etmiştir. Farkında olmadan kaderi ne kadar tenkit edip rahmete itiraz etmiştir…” Bereket, başını örse vurup kırmadan, yine rahmet-i ilahiye imdada yetişmiş, onu kırılmış kol ile intikam almaktan kurtarmıştır…

Evet dostlar, Yastıkçı Mustafa anekdotu, gerçek hayattan alınmış kesittir. Hemen her gün onun yaşadıklarını yaşıyor ve benzer tepkiler vermemek için nefis ve şeytanla mücadele ediyoruz. Bu mücadele gerçekten çok zor ve çetin. Gelin bu konuda yine asrın hekimine kulak verelim, onu can kulağıyla dinleyelim bakalım ne diyor?

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alâllah” der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebediyyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları, uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.” Bediüzzaman

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum