İbret alınmazsa, tarih tekrarlanır (1)

Tarih yazıcılığı çok eski çağlara kadar uzanır. Tarih yazmanın ve tarih okumanın faydası gözden uzak tutulamaz. Tarih okumanın en önemli faydası, şüphesiz tarihten ibret almaktır. Ancak ne acıdır ki, tarihten her zaman ibret alınmaz. İbret alınmadığı için de, isimler, coğrafyalar değişse de “olaylar” tekrarlanır durur. Bunun içindir ki, Şair Mehmed Âkif;
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” demek zorunda kalmıştır.

Tarihten ibret alınmayan, “güncel” konulardan birisi de hiç şüphesiz ırkçılıktır. Türkiye’nin başı uzun yıllar “ırkçılık” hastalığıyla ağrımıştır; tarihten ibret alınmazsa, ağrımaya da devam edecektir.

Elbette biz bu yazımızda insanlık tarihi boyunca ırkçılığı ele alamayız. Bunun için konu sınırlamasına giderek genel olarak İslam tarihinden; özelde ise Osmanlıdan ve Türkiye Cumhuriyetinden örnekler vermeye çalışacağız:

İslamiyetten önce Araplar arasında yaygın olan kötü alışkanlıklardan birisi de ırkçılıktı. Aslında bu insanlar çoğunluk itibarıyla Araptı. Haliyle mesele Arap ırkının diğer ırklarla rekabeti, çekişmesi değildi. O dönemde yürütülen ırkçılık, “kabile asabiyetine” dayanıyordu. Mesela Peygamber efendimiz Kureyş kabilesine mensuptu. Fakat Kureyş kabilesine mensup olan alt oymaklar vardı. Mesela Haşimoğulları Kureyş’in bir oymağını oluştururken; Ümeyyeoğulları, diğer oymağı oluşturuyordu. Her ikisi de aynı kabileye mensup bu iki “akraba” soy arasında ileri derecede bir “kavmiyetçilik” vardı.  Öyle ki Haşimoğulları arasından hak bir peygamber çıkınca; Ümeyye oğulları bunu kesinlikle “hazmedemedi.” Bu sülalenin mensupları derhal Hz. Muhammed’i yalanladı. Bununla da kalmayıp Allah’ın Rasulüne karşı ileri derecede düşmanlık beslediler. Bu durum yaklaşık olarak yirmi yıl sürdü. Etraf kabileler Müslüman olunca Ümeyyeoğulları da “çar naçar” çaresizlik içerisinde Müslüman oldular. Fakat bu, onların ırkçılıktan vaz geçtikleri anlamına gelmiyordu.

Arap yarımadasındaki ırkçılık sadece Haşimioğulları-Ümeyyeoğulları çekişmesinden ibaret değildi. Diğer kabileler arasında da son derece yaygındı. Mesela Medine’de Evs ve Hazreç kabileleri, ırkçılık/kavmiyetçilik sebebiyle birbirlerini yiyorlardı.

Kavmiyetçilik hastalığıyla kıvranan Araplar, kendi kavimlerini göklere çıkarırlarken; diğer kabileleri yerin dibine geçiriyorlardı. Irkçılık sebebiyle “dilleri kılıçtan keskin” olan şairler toplumlarında çok büyük değer görüyor; adeta millî birer kahraman olarak görülüyordu. Şairin bir sözüyle taraflar birbirlerine giriyor; hiç uğruna bir anda pek çok kişi ölüyor; kadınlar dul; çocuklar öksüz; anneler yavrusuz kalıyordu. Rabbimiz onların bu çirkin davranışlarını, yine bir kavmiyetçilik kavgası esnasında indirdiği âyette şöyle nazara veriyordu:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da O, gönüllerinizi birleştirmişti. Onun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Yine bir ateş çukurunun tam kenarında iken sizi oradan O kurtarmıştı.” (Âl-i İmran Sûresi, 3:103)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.