Hz Hüseyin’i boynundan öperdi

“Reyhanım” dediği, kokularına doyamadığı torunlarını sevmekten bıkmayan bir dede…

Namaz kılarken bile onların yaramazlıklarına hiçbir şey demeyen secdede sırtına çıksalar inmedikçe secdeden kalkmayan bir sevgi…

Rivayetlerden anlaşılıyor ki, Efendimiz Hz. Muhammed (sav) torunlarını severken Hz. Hasan’ın başından, Hz. Hüseyin’in ise boynundan öpermiş

Hikmeti ne ola ki…

Neden böyle bir tahsis, birini boynundan, diğerini başından…
Peygamberimizin her hali vahiyledir. “O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” (Necm Sûresi: 4.)

O nedenle torunlarını öpme tarzı da vahiyledir. Çok derin hikmeti vardır. Nitekim bu hikmeti Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir.
“Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan’ı (r.a.) kemâl-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan’dan (r.a.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) olan zatların hesabına Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş.”

“Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.” (Lem'alar, Sayfa 26)

Başından öpmesi neyse de boynundan öpmesi insanı derinden sarsıyor. Kılıç darbeleri ile kesilip kanlar içinde bırakılacak bir boynu öpmesi, sevmesi ve okşaması taltif etmesi dayanılacak gibi değil.

O biliyordu elbet, bilerek öpüyordu, bir dede şefkatinden çok bir peygamber sevgisi ile ve ondan doğacak nesillerden mübarek zatların zuhur edeceğini bilerek…

Demek ki, bir şeyi önceden bilmek her zaman pek de sevimli değilmiş, insanın ciğerini yakan durumlar da olabilirmiş.

Peygamber olmak böyle bir şey demek, dayanılması güç durumları bir sır gibi saklayarak en yakını ile dahi paylaşamadan taşımak, kimseye hissettirmemek, acı çekerken gülmek…

Zaten rivayetlere bakılırsa O kahkaha ile hiç gülmemişti, hep gülümsemiş, hep tebessüm etmişti.
“Siz benim bildiklerimi bilseydiniz çok az güler, daima ağlardınız” buyurması da bundandır diye düşüyorum.

Daha bunun gibi bizim bilmediğimiz nice sırları bilmesi ve bildiğini kimseye bildirmemesi ağır bir sorumluluk. Mesela Medine münafıklarını tanıdığı halde kimseye söylememesi ve onlara bir Müslüman gibi davranması, onları diğerlerinden ayırt edecek farklı bir muameleye girmemesi (öldüklerinde cenazelerine gitmemesi hariç) dayanılmaz bir durumdur. Yüksek bir irade ister.

Mesela Miraca çıkarken gözüne, gönlüne, duygularına ilişen binlerce gaybi şeyleri öğrenmesi, cehennemde bulunacak insanları görmesi dayanılır bir durum değildir. Ama O (asv) dayanmış, bütün bu bildiklerine rağmen dimdik ayakta ve her an tebessüm eder vaziyette hayatını idame etmiş. Sadece bu durum bile O’nun her türlü övgüye layık olduğunu gösteriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum