Nur KABADAYI DEMİR

Nur KABADAYI DEMİR

Hz. Hacer: Sabır ve Özlem Kadını (2)

Dünya misafirhanesinde bir misafiriz hepimiz. Yerimiz yurdumuz sabit değil. Gelen gidiyor, giden de bir daha gelmiyordu.

Yaşamımız buna göre programlanmıştı; dünyaya gelirken gitmek için geliyorduk. Buna rağmen bir yerden bir yere giderken yine de zorlanıyorduk. Çünkü gitmenin ardında “ayrılık” gizliydi. Ayrılık da her zaman peşi sıra hüzün getirirdi. Ve hüzünlü kalbe de Rab dokunurdu.

Hz. Hacer ayrılırken, sevdiceği İbrahim’in ayrılığından dolayı kalbi hüzünlüydü. Gözyaşları, ayrılığın verdiği hüznün yanaklardan süzülerek çıkardığı seslerdi. Bir yanda sevdiceği diğer yanda ilahi bir emir vardı.

 

Hz. Hacer teslimiyetçi ve dirayetli bir kadındı. Ve aynı zamanda şefkat yüklü bir anneydi. Anneliğin vermiş olduğu güçle ayakta duruyor ve kalbindeki sevgiyle besleniyordu. Her şey Rabbi katındandı. Yapması gereken “sabrı kuşanmak ve yoluna sebatla devam etmekti.” Hiç şüphe etmeden “sabrı kuşandı” ve İbrahim’in peşinden sessizce ama ağlayarak gidiyordu. Ağlamak isyan değildi; tekrar tekrar güçlenmek, yeniden doğmak, gözyaşlarını dil yaparak âlemlerin Rabbinden yardım dilemekti. Güzel annem de öyle yaptı. Ve bu davranışı bugünlere ulaştı. Kalplerimize yerleşti sevgisi, hallerimize yansıdı ahlakı, dillerimize dolandı duası. Hayatımız onun hayatına benzedi.

 

Ayrılık vardı şimdi. Gidiyorlardı usul usul kızgın çöllerde. Gönlündeki âşk ateşi yüreğini yakarken, kızgın kumun sıcaklığını bedeni hissetmiyordu. Gidiyorlardı usul usul; dilinde Rabbinin adı, gönlünde sevgisi, düşüncelerinde; bir daha İbrahim’ine kavuşabilmenin hayali.

Hz. Hacer’in kucağındaki bebeği ve ruhundaki umutları ona destek oluyordu.

Bir insanın umutları olmasa nasıl yaşardı ki zaten. Umut etmeden insan yaşayabilir miydi ki?

İbrahim (as) sessiz, suskunluğu lâl olmuş bedeninde, bedeni hasretinin dili olmuş. İbrahim sessiz, suskun ama O da biliyordu ki “kimsesiz değil.” Emir Rabbinden gelmişti bir kere. İlk zevcesi Sâre, Hacer annemin uzaklara gitmesine sadece bir vesileydi. İbrahim (as), kaderi okuyabiliyor ve Rabbine teslim oluyordu.

 

Ayrılığın da kimi zaman bir nimet olduğunu İbrahim (as) ile Hacer annemin hayatların da gördüğümde anladım. Ayrılıktaki yakine ulaştım o anda. Tekrar döndüm gönlüme ve dedim; “bekle, sabret, tekrar bekle, sabret tekrar bekle. Rabbinin seni olgunlaştırmasını gör, şükret ve o mutlu günü bekle.” Alan da O(c.c.), veren de O (c.c.) değil midir?

 

İbrahim (as), Hacer annemi ve İsmail (as) Safa ve Merve dağının ortasında; kimsenin olmadığı, yiyecek içeceğin bulunmadığı bir yere bıraktı. Kadın başına bıraktı onu orada. Zahirde, Hacer annem evladıyla bir başınaydı orada.

Allah’ın kullarından istediği de bu değil midir? Ona (cc) vermemiz gereken sevgiyi dağıtmamak ve her zaman asıl sahibimizin O’nun olduğunu bilmek. Hacer annem yakine ulaşıyordu o an. Bizlerde ona bakarak yakine ulaşmalıydık. Eş, çocuk, ev, araba..vs şeyler hayatın bir parçası ama asla bütünü değildi. Onları, O (cc) verdiği için sevebilir ve şükredebilirdik ama onlara bütünüyle bağlı olamazdık.

 

Yolculuk bitmişti. İki dağın arasındaydı Hacer. Umutla korku arasındaki gibi, kavuşmakla ayrılık arasında, özlemle sevgi, ağlamakla gülmek, konuşmakla susmak gibiydi…

Yolculuk bitmişti. Safa ve Merve arasındaydı İbrahim, Hacer ve İsmail. İbrahim hem orada hem de Sâre’nin yanında.

Bir son, yeni bir başlangıcın habercisi olduğu gibi, yeniden başlıyordu hayat.  Hacer ve İsmail için ve ardından gelecek ümmeti Muhammed için.

 

İbrahim (as), yavaş yavaş, sessizlikler içinde gidiyordu. Arkasına bakmadan, bakamadan gidiyordu. Eşi ve çocuğunu bırakmanın hüznünü yaşayarak ardına bakmadan giden Peygamber, bu sınavı da teslimiyet içinde geçirmeliydi.

Ne zor bir sınavdı bu. Ne acıydı bu ayrılık. Bekleyerek sonucu anlaşılacak olan bu sınav sürecinde “sabırla, şükürle beklemek” gerekiyordu.

 

Gidiyordu İbrahim, ardına bakamadan. Hacer’in gözleri yaşlı, ağlamaktan sesi kısık, bedeni yorgunluktan zayıf düşmüş bir halde sesleniyordu çok sevdiği İbrahim’e. İbrahim (as) cevap vermeden gidiyor, Hacer annem ağlayışlarının arasında sesleniyordu tekrar tekrar. Sonunda  kendisini topladı ve tekrar İbrahim’e:

“Ya İbrahim, burada bizi kime bırakıyorsun.” dedi.

 

İbrahim (as) dayanamayacağını bildiği için arkasına bakmadan cevap verdi. Dayanamazdı çünkü. İnsanın sevdiğinden ayrılması, yüreğinin bedenden sökülüp o insanın arkasından gitmesiydi. İbrahim (as):

“Sizi Allah’a bırakıyorum.” dedi.

Hacer annem için başka bir dönüm noktası daha olmuştu bu eşsiz söz: “Sizi Allah’a bırakıyorum.”

Allah’a emanet edilen bir şeye zeval gelir mi hiç? Hacer annemde bunu biliyordu ki; gönlü rahatlamış, ruhundaki ayrılık girdapları yerini; sükûna, sabıra, duaya bırakmıştı. Dirayetini gözler önüne sererek:

“Öyleyse Rabbim bizi zayi etmez.” dedi.

 

Nasıl bir teslimiyetti bu hâl. Nasıl bir yönelmeydi kim bilir? Hacer annemi bugüne taşıyan en güzel şeyin bu teslimiyet olduğunu düşünüyorum.

Benim içinde, içimde yeni bir dönüm noktası oldu bu cümle; “Öyleyse Rabbim bizi zayi etmez” defalarca sarıldım bu cümleye, defalarca okudum. Gözyaşlarım arasında kaybolurken, kendimi bu sözlerle buldum. Kaybediyorum sandığım İbrahim’i tekrar bulmanın sevinciyle doldu ruhum. İbrahim’den ayrı olmamıza rağmen ona tekrar kavuştum. Bedenlerimiz ayrıydı, uzaktı birbirine. Zira ruhum, kalbim, dualarım onunlaydı. Onun içindi rüyalarım, umutlarım.

“Öyleyse Rabbim bizi zayi etmez” dedim kendi kendime. Bir baktım farklı bir hâl aldım. Dünya zaten firak değil midir? Gitmek için gelmiyor muyuz buraya. Ölüm ikinci bir ayrılık değil midir? Ölümden değil, ölüm sonrasındaki ayrılıktan korktum ilk önce. Allah’a kul olamamaktan, İbrahim’e cennette kavuşamamaktan korktum. Ebedi saadet yolunda ayrı kalmaktan korktum.

Düşüncelerim yön değiştirmişti bu cümleyle; “Öyleyse Rabbim bizi zayi etmez.” Dünyadaki ayrılığımızdan hüzün duysam da İbrahim, ebedi saadette birliktelik için dua ediyorum. Çünkü Allah (c.c.) bizimledir, O hiçbir duayı geri çevirmez. O şefkat sahibi, kalplerin iniltilerini işiten ve teselli edendir. Ey İbrahim, ayrılığın da bir nimet olduğunu bildim, buna şükrettim ve Rabbimin, Senin sevginin kalbime ihsanının devamı için dua ettim. O mutlu günü bekliyorum.

 

Yakinen biliyorum ki, Allah c.c. bize yeter, O ne güzel vekildir.

“Ya Rabbi! Hacer annem gibi sabretmeyi, Onun gibi dirayetli olmayı, Onun gibi sevmeyi ve sevilmeyi ve şükretmeyi lütfet. Hayatımıza zemzem gibi bitmeyen tükenmeyen güzellikler ihsan et.”

amin.amin.amin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum