Hilafet meselesi ve şahs-ı manevi

Al Jazeera Kanalı, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Genel olarak ikna edeci ve yerinde cevaplar verilmiş. Bununla birlikte yanlış anlaşılmaya medar yönler de bulunuyor. Bunlardan birisi hilafetin nostaljik bir mahiyet arz etmesi veya bu şekilde tasvir, takdim edilmesidir. Yahut röportajı yapan tarafın bunu öne çıkarmasıdır. Hilafet ve İttihad-ı İslam bir bütündür veya madalyonun iki yüzüdür. Bu ikisini birbirini tamamlayan karelerdir, çarpıştırmamak lazımdır. Ebu’l Hasan en Nedevi, Abdürrezzak Senhuri gibi bazı alimler tek temsilci yerine kolektif hilafetten bahsetmişlerdir. Bu şu anlama geliyor: İttihad-ı İslamın sağlanması buna binaen bu ittihadı teşkil eden farklı bölgesel yapıların ortak bir otorite teşkil etmesidir. Kolektif veya dönüşümlü idari yapılar Avrupa Birliği veya eski Yugoslavya’da modellerinde olduğu gibi gevşek bir yapı olarak kalmış hatta eski Yugoslavya örneğinde olduğu gibi yürümemiştir.   
 
Ümmet ve hilafet bir bütündür. Ümmetin coğrafi bütünlüğüne de daru’l İslam diyoruz. Yeniden Daru’l İslamın iki yakasını bir araya getirme çabalarına da, İttihad-ı İslam veya Panislamizm veya el camiatü’l İslamiye denilmektedir. Kimileri şartlara göre İslam Birliğini, Şark Birliği olarak da tesmiye etmiştir. Lakin bu bugün en fazla İsrail’in işine yarayacak bir kurmaca bir kavramdır. Şimon Peres Yeni Ortadoğu kitabında Arap diyarının Ortadoğu olarak anılmasını ve İsrail’in de bu nötr kavram etrafında bu birliğe katılmasını istiyordu. Buna İsrail BOP’u demek de mümkündür. Nitekim George Walker Bush, BOP kavramını İsrailli siyasetçilerden ödünç almıştır. Millet sistemiyle birlikte öteki unsurlar veya Hıristiyan ve Museviler de zaten İttihat-ı İslam potası içinde mündemiçtir. Bunun yapısını değiştirdiğimizde İslami değerlere yabancılaşma süreci başlar. Meseleyi tersyüz etmiş oluruz. Bizim onlara değil onların bize katılma keyfiyeti var. Camia veya geniş pota yani buluşma mekanı İslam’dır. El İslam ya’lu veya yu’la aleyh.  
 
*
 
Kimilerinin tasvirinden şahs-ı manevi sanki idari adem-i merkeziyet olarak anlaşılmaktadır. Sıkı merkeziyet Sünnetullaha uygun olmadığı gibi gevşek yapı da aynı şekilde ayrışmaya açıktır. Mesele kıvamı yakalamaktır. Bu noktada şahs-i manevi meselesini aydınlatmaya ihtiyacımız var. Ben Asr-ı Saadetten bir örnekle meseleye biraz ışık tutmaya çalışayım. Said İbni Amir el Cümahi ile Hazreti Ömer arasında geçen bir muhavere şahs-ı manevi meselesini bir güzel aydınlatmaktadır. Said İbni Amir Humus’un destansı valisidir. Valisi olduğu halde Humus’un fukarası arasında adı listeye giren destansı sahabidir. Dünyayı satarak ahiretini mamur etmiştir. Kimileri gibi ahiretini satarak dünyayı imar edenlerden değildir.  
 
Bir gün Hazreti Ömer’in huzuruna girerek ona nasihat eder. Hazreti Ömer’e şöyle seslenir: ”İnsanlar hakkında Allah’tan kork. Allah hakkında insanlardan korkma! İşinle sözün bir olsun. En güzel söz, fiile geçirilendir. Allah’ın işi ve idaresiyle seni mükellef ve yükümlü kıldığı kimselerle; yakın veya uzak ilgilen. Kendin için, hane halkın için sevdiğini onlar için de sev, iste! Kendin ve hane halkın için istemediğini onlar için de isteme. Hak için maceralara dal ve Allah için kimsenin kınamasına aldırma!” Bu nasihatten sonra Hazreti Ömer, Said İbnü Amir’den bu söylediklerine kimin güç yetirebileceğini sorar. Said ‘Allah ile arasında kimse olmayan sen mesela!’ dilerek karşılık verir.
 
Bunun üzerine vakt-i merhunu veya altın anı yakaladığını düşünen Hazreti Ömer ona şöyle bir teklifte bulunur: ”Öyleyse bana niye yardımcı olmuyorsun? ‘Said, seni Humus valiliğine atıyorum.“ Bunun üzerine sarsılan Said İbnü Amir’in ağzından gayri ihtiyari şu sözler dökülür: “Allah için beni muaf tut! Beni fitneye düşürme!” Bunun üzerine Hazreti Ömer taşı gediğine koyar ve şöyle der: "Yazıklar olsun size! Bu görevi omzumuza yıktınız ve sıvıştınız. Tasmayı boynumuza geçirdiniz ondan sonra da bizi kendi halimize terk ettiniz…” Zar zor Said İbnü Amir’i Humus valisi olarak atar. Ona valilik ücreti teklif eder. Said İbnü Amir bunu reddeder ve kendine yetecek kadar geliri olduğunu beyan eder. Vazifeyi istemeyerek kabul eden vali dillere destan ve gönüllere taç olur. Yamalı halifenin yanında yedek elbisesi olmayan vali olarak tarihe geçer.  
 
Burada şahs-ı maneviyi izah eden Hazreti Ömer’in sözleridir: "Beni bu makama getirdiniz, yüzüstü bıraktınız; yazıklar olsun size." Günümüzde birçok müellife göre ulu’l emr kolektif idari yapıdır. Yani şahs-ı manevidir. Devlet idaresinde de şahs-ı manevi vardır. Lakin bu Hazreti Ömer gibi temsilci şahsı ve şahısları göz ardı etmemizi gerektirmez. Tespihin imamesi gibi muhakkak bir lider gerekir. Onun ötesinde temenniler hevaiyatın kuruntularıdır. Yoksa Özal’sız Özal’ın prensleri gibi bir durum hasıl olur. Abdulkerim Muhammed Mutii Hamdavi adlı müellif ‘Fıkhu’l Akam es Sultaniye/Muhaveletün Nakdiye Litt’ta-sili ve’t Tatvir’ adlı eserinde hem hilafetin luzum ve zaruretinden hem de ulu’l emrin kolektif olduğundan yani bir nevi şahs-ı manevi olduğundan bahseder.  
 
Halife tektir ama ulu’l emr kolektiftir. Hilafet mücerret bir halifeden değil ona bağlı kurumlardan oluşur. Kurumların temsilcileri de ulu’l emr kapsamına girer. Yatay mana ümmet ve onu temsil eden daru’l İslam veya bugünkü tabirle ittihad-ı İslam’dır. Dikey anlam ise hilafet ve hiyerarşik düzeyde şahs-ı manevidir. Bu anlamların buluşmasıyle ümmet ve hilafetin anlamı tekamül eder. Müslümanlar arasında manevi yatay ortak kardeşlik bağı olduğu gibi üst yapıda veya siyasi yapıda da ortak bir bağ vardır. Bu hilafet ile daru’l İslam bağıdır. İkisinin bir araya gelmesiyle Müslümanların maküs talihi aşılacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum