Mehmet ÖZÇELİK

Mehmet ÖZÇELİK

Hikmet ve felsefe

Hikmet;her şeydeki ince,hassas noktayı araştırmak, hakikata ulaşmak, eşyanın üzerindeki perdeyi aralamaktır.Her şeyin bir değil belki binlerce maslahat için yaratılmış olduğunu akıl ve kalb ortaklığıyla ortaya koymaktır.
Kur’an-ı Kerim-de, “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.”(1)
Hikmet ilmin özü ve hakikatır.
Hikmetin hakikatı ise;Takvadır.
Hadisde:”Re’sul hikmeti mehafetullah”-Hikmetin başı Allah korkusudur.
Takva ise birinci derecede günahlardan kaçınmaktır.İkinci derecede Salih amel işlemektir.Burada nazara verilen sevab işlemekten ziyade,günah işlememektir.Zira günahtan kaçınan ve uzaklaşan bir kimse Allaha ve Allahın razı olduğu şeylere yaklaşır.
“Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.”(2)

Felsefe ise;Hikmetin aksine eşyanın zahirine dalar,hakikatı bulamaz hatta bulmaz.Zira hakikatı bulduğu an felsefe yapamayacağını düşünür.
Felsefe karanlıkta bir şeyleri arayıp bulmaya çalışır.
Felsefe marifet düğmesinin ışığına basmadan karanlık odada bir şeyler aramaya çalışır.
Veya körlerin fili tarif edişi gibi,gözünü kapatarak bir tanımlama içerisine girer.
Hikmet kalbi esas alırken,felsefe aklı esas alır hatta kalble barışık değildir.
Felsefeci Konçarov’un deyimiyle: “Felsefe Dinin huzursuz kardeşidir. Din kendi gerçeğini bulur ve huzura kavuşur. Felsefe hiçbir zaman huzura kavuşmaz. Çünkü bulduğu her gerçekten sonra bir soru daha sorar.”
“Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.”(3)
Felsefe tanımında ilmi araştırmak ve sevmekle kalıp,ilmi hakikata basamak yapmaz. Belki eşyaya mana-yı ismiyle bakmayı hedefler.Yani eşyaya sırf eşya olduğu için bakar. Eşyanın yaratılışındaki hikmet,fayda ve maslahatı görmez.
Mesela bir zencinin siyahlığını irdeler,belki bir dane bulacağım diye tavuk gibi toprağı deşeler fakat ondaki ilâhi fırçayı görmez.
Hikmet ise,her şeye mana-yı harfiyle bakar yani yaratıcısını gösteren bir âyet ve alamet olarak değerlendirir.
Felsefe bu özelliğindendir ki;kör ve topal olarak hareket eder.
Önemli olan akıl ve kalbin birleştirilmesidir..barıştırılmasıdır.
Bediüzzamanın ifadesiyle:” Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”(4)
Felsefe şüphecidir.Önce yara açar sonra tedavi etmeye çalışır.
Nefsi fir’avunlaştırarak,ilâhla eş değerde değerlendirir ve nefse bunu verir.
Fir’avun gibi:” Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.”(5)
Bediüzzaman felsefenin dilini şöyle tanımlar:” “Serseri felsefe lisanı ile...(6)
“Şeytanlaşmış felsefe lisanıyla.....
“Firavunlaşmış felsefe lisanıyla....
“Tuğyan etmiş felsefe lisanıyla...(7)
Felsefenin tanımı kısa ve kısırdır.Mesela insanı tanımlarken;”El İnsanu hayvanun nâtikun.” İnsan konuşan bir hayvandır, yani bir canlıdır.
İlâhiyatta felsefe hocamız içeriye girer girmez tahtaya dönüp bunu yazmıştı.Oradan bir öğrencide kendisine;-Hocam siz hayvan mısınız?dediğinde hocanın yüzü kıpkırmızı olmuş,hiç ses çıkarmamıştı.
Burada o arkadaşın söylediği söz ne kadar sakat ise,felsefenin ve felsefecinin insan tanımı da en az o kadar sakattır.
Böyle külli,okyanus mesabesindeki bir varlık olan insanı bir bardağa sıkıştırmaya çalışmak gibidir.
Büyük zatlar felsefedeki bu zevkten dolayı hayatlarının ilk dönemlerinde felsefeyle iştiğal etmişlerdir.Bediüzzaman ve İmam-ı Gazali bunlardandır.
İslâmın hüccet ve delili olan İmam-ı Gazali hayatının ilk dönemlerinde felsefeyle uğraşmış iken,daha sonra bunu bırakmış ve de –Tehafutu Felasife- yani Felsefenin Tutarsızlığı adlı bir eser yazmıştır.
İbnü Rüşd-de onun bu eserine;-Tehafutu tehafutu felasife-yani Felsefenin tutarsızlığının tutarsızlığı adıyla bir tenkidde bulunmuştur.
Bu gün bir çocuğa bile âhiret konusunda sorsanız,tatmin edici olmasa da,tenkid edici olmayan bir cevabı alırsınız.
Oysa koca İbni Sina gibi bir dahi,âhiret konusunda; “Haşir akli mikyas ve ölçülerle ölçülmez” deyip pes etmiştir.
Koca Eflatun âhiret ifadesinin yerine geçecek,kendisince ürettiği bir İdeler Alemi ile âhireti tanımlamaya gitmiştir.Yani tam bilemediği âhiret alemini hissettiği şekilde ifade etmeye çalışmıştır.

-Bir önemli anekdotu anlatmakta yarar vardır:
1982-83 Eğitim ve Öğretim yılında Türkiye’deki tüm İslâm Enstitüleri ve Erzurum’daki İslâmi İlimler Ankara’daki İlâhiyata tabi olarak hepsi İlâhiyat oldu. İsmi yükseldi ancak kalitesi düştü.Felsefe ağırlıklı oldu.
Öğretim görevlilerinin rütbeleri yükseldi, şimdi hepsi profesör oldu. Fakat seviyede önemli çapta düşüş oluştu.
Bu arada İslâmın kabul ettiği hikmet ise verilmedi. Felsefenin yerine ikame edilmedi.Böylece tefekkür edip takvada bulunan bir kişi olarak değil,adeta dinler tarihi öğrenmiş ve de öğretmeye çalışan bir eleman olarak yetiştirildi.
Bir de Liselerde okutulan dersler öğrencilerde şüpheden başka vereceği ruha ruh olacak,hayata hayat katacak bir ders değildir.
Nitekim Kenan Evren bile Lise 1.sınıf kitabını tenkid etmiş,İslâmiyetle ilgisinin olmadığını belirtmişti.
Girdiğim felsefe derslerinde kelâmı işliyor,Allahın marifeti açısından dersi anlatıyordum.
Eğer liselerdeki felsefe öğretmenleri manevi yeterliliği yoksa,derin bir bilgiye ve sorumluluğa sahip değilse,vereceği bir şey olmadığı gibi,alacağı çok şeyler vardır.

DİPNOTLAR:
1-Bakara.269.
2-Şems.9.
3-Şems.10.
4-Münazarat | İfâde-i Merâm ve Uzunca Bir Mâzeret | 127
5-Naziat.24.
6-Sözler.593-594
7-Sözler 597.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum