‘Her ızdırap mukaddestir’

Her insan mazisinin çocuğudur, mazisinin yani özel tarihinin. Bilinçaltının. Mazi benliğimizi çevreleyen şahsiyetimizin oluşumunda başat unsur görevi taşıyan hayati bir parçamız. Her insan bu hayati unsurlar içerisinden tahlil etmeye çalışır eşya ve hadiseleri. Freud bir parça haklı, çocukluğun en önemli evresi bilinçaltı düşlerinin görülmeye başlandığı dönemdir diyor. Yedi yaş aralığında görülen düşler çoğunlukla yetmiş yaş aralığında dahi tekerrür eder. “Geriye Dönüş” isimli savunma mekanizması yaşlıların çocuklaşması bağlamında düşünüldüğünde daha da anlamlı görünüyor.

Psikanalist teorinin en sevimsiz ve dahi en güvensiz tarafı yoğun miktarda materyalist içerikler barındırması. Freud’un öğrencisi Jung hocasına nispetle metafizik öğretilere karşı daha ılıman, daha saygılı. Çağdaş psikoloji ateist te’sirden sıyrılabilmiş değil henüz. Meşhed de “Medikal Psikoloji” üzerine aralıksız altı saat konferans veren “Kevir” yazarı bu konuda bizimle aynı kanaatte. Daha doğrusu biz onunla aynı kanaatteyiz. Rüyaların insan benliğinin oluşumuna etkisi üzerinde en dikkat çekici ve pratik görüşler hiç şüphesiz ki Freud’a ait. Piaget’in gelişim psikolojisinde ortaya attığı görüşler aşılabilmiş değil hala. John Dewey görüş itibariyle daha zengin ama derinlik bakımdan daha kısır. Gardner’in “Çoklu Zeka Kuramı” çağdaş insanın yaşam doğasına çok uygun.

Kabul etmeli ki anlama da, tanıma da ve tanımlama da sanatın gücü bilimin çok ilerisinde. Freud’un “ne zaman bilinçaltının derinlerine inmeye çalışsam benden önce bir şairin oraya indiğini gördüm” şeklindeki dürüstçe itirafı bu durumun veciz bir göstergesi. Ancak sanatın anlama, tanıma ve tanımlama şekli metodik değil, belli ve belirli bir sistemi yok. Tıpkı hayat gibi. Shakespeare’in hayata ve insana tuttuğu ayna ile Newton’un tuttuğu ayna arasındaki fark, sanatla bilimin farkıdır. Kısacası mazimiz sanattır halimiz ise bilim.

Kaba ve sevimsiz bir dünya. Kitap yok, düşünce yok, mana yok. Hayali ritüeller uğruna harcanın güzelim günler. Bir cenderenin içindesiniz, kendinize ait hiçbir düşünceniz ve serzenişiniz yok, roller başkaları tarafından çizilmiş ve siz farkında olarak bu absürd komedyada poz vermek zorundasınız. Sırıtmadan poz verebilmek mümkün mü? Sonya hayatın diyetiydi, yaşamın güzel cephesinin buruk bir tebessümüydü. Kaç gün dayanabildi bu acıklı talihe? Hangi aziz, hangi havari, hangi sahabe, hangi bilge dünyevi bir mutluluğun tadına varabildi!

Her ızdırap mukaddestir.” Izdırap yaşamın kıvamı, devamı ve anlamıdır çünkü. Her oluş ulvi bir çileye gebe. Çilesiz suratlar gerçekten de tükürülesi suratlarmış. Kostüm takmadan, rotüş yapmadan yaşamak kaç namuslu zekanın derdi, dramı? Sunulanı sorgulamak, test etmek, sağlamasını yapmaya çalışmak yığınların yabancısı olduğu daha doğrusu nefret ettiği yüce bir meziyet.

Toplum yani yığın istikrarı sever, sahte de olsa güven içinde yaşamayı tercih eder. Bilgi meşalesine şüpheyle bakar çünkü rahatının bozulmasını istemez. Her haysiyetli kumaş uysal bir vatandaş değil muzır bir keyif kaçırıcıdır. Topluma karşı “La” (hayır) sancağı çekmiş, kimine göre deli, kimine göre veli, kimine göre anarşist. Sokrat, Hz. İsa (as) gibi. Tarihin mucidi dahi şahsiyetlerdir diyor “Deccal” yazarı. Sürü tarih yapamaz tabi olur sadece. Tebaa tab edilen, tabi olan demek. Hayatı en iyi kavrayanlar yalnızlığı en iyi tadanlardır. Camu’nun ifadesiyle “Başkaldıranlar.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum