Hepimiz yetimiz biraz

Ağlıyordu küçük çocuk, anne ve babası elim bir trafik kazasında kendisini terk ettiğinden beri. Sıcak bir aile yuvasını, her zaman güvenilir bir sığınak olarak bulanlarca anlaşılamıyordu onun feryatları. Ne de olsa anneleri ve babaları hayattaydı onların. Halbuki herkes biraz yetim değil miydi? Herkes biraz kendisi olmaya çalışmak adına yakmıyor muydu gemilerini?

Kalabalıklar içinde yalnız olanlardan bahsediyorum. Ne annelerinin ne de babalarının sıcaklığına kıvrılıp da uyuyamayanlardan, yepyeni bir dünya inşa etmek uğruna tüm uzaklaşmalarını yakınlaşma, tüm yakınlaşmalarını da hakikatten hicret ediş olarak görenlerden bahsediyorum. Ya da tüm demir atmalarına rağmen yüreklerimize, "benim gibi ol" torpilleriyle bunalım denizlerine batırdığımız genç yüreklerden bahsediyorum. "Hayır senin gibi olmayacağım" dendiği anda yetimlik başlamıştır diyorum.

En kalabalık olduğumuz zamanlarda aslında en yetim olduğumuz zamanları yaşıyoruzdur. Çevremizde bize el çırparak duran, görünüşte bizleri beğendiklerini ifade eden yığınlar biraz da bizi bize karşı yabancılaştırmıyorlar mı? Onların bu derinden beğenisi biraz da onlara benzemeye başlamamızın da bir miladı değil midir?

Eğer bu alkışların devam etmesini istiyorsak, değişime karşı da direneceğizdir. Çünkü değiştiğimiz an çevremizdeki kalabalıklar odak noktalarını kaybedeceklerdir. Onların odak noktası olmak, maddi mânevi her türlü kazancın da teminatı gibi durmaktadır önümüzde. Bu teminatları nasıl terk edebiliriz ki?

Aslında "değiştiren" olmayı seçmek de her zaman bizi yalıtmaz yetimliğimizden. Evet değiştirenizdir ve peşimizde yine kendi hayallerini bizim fiillerimizle gerçekleştirebileceğinin farkında olanlar vardır. Onlar da bizi alkışlarlar ama bu şartlı bir alkıştır. Bu durumda da değiştirmeme ve değişmeme özgürlüğümüz yoktur.

Yâni yine yetimizdir.Belki de kalabalık bir âilemiz vardır, hatta anne ve babamız da yanı başımızdadır ama yine de yetimizdir. Çünkü değişmeye de karşı çıkmalıyızdır bâzen. Bu durumda değişim isteyenlerin yüreklerinden de yetimleşiveririz hemen. Her hâlükârda, yetim kalan yetim oğlu yetim yüreklerden bahsediyorum.

Çatışmaların en odağındadır bu yürekler. En belirgin özellikleri anlaşılamamaktır öncelikle ebeveynleri tarafından. Hz.İsa gibi ululara nasip olmuştur "anne" yüreklere kılavuzluk etmek ama bir Hz.Muhammed "anne ve babasız" çıkmıştır varlık yokluk savaşına. İlim seferlerine çıkan tüm hakikat yolcuları sıcacık yuvalarından ayrılanlar değil midir? Kitaplarla her kucaklaşmamızda pek çok zevk u sefayı terk etme koşuluna da riâyet etmemiz, âdeta o eylem sırasında dünyadan yetim olmamız gerekmez mi?

O çocuğu teselli etmeliydik. Annen ve baban sonsuzlaştı demeliydik ona. Yaşam yokluğun, tesadüfün, evrimin ürünü değil. Her şey sonsuzdan geldi ve sonsuz gidiyor diye öğretmeliydik. Yılmamalısın, mücâdelene yâni ister istemez dâhil olduğun bu hayat imtihanına devam etmelisin demeliydik.

Herhalde ister istemez, ne olduğunu anlamadan birdenbire geldiğimiz bu hayat yolcuğunun sonucunda da, bu zorunlu gelişin ve gidişin arasındaki istikrarlı yönetimin de etkili bir mükâfatı olacaktı. Ya farklı boyutlarda da istikrarsızlıklara ve cehennem enflasyonlarına sebep olan sonsuzluk krizleri!

Bâzen bir inkar cümlesinde, bâzen bir hakarette, bâzen de bir dedikoduda saklıdır tüm öteler piyasalarını alt üst eden sonsuzluk krizleri. Aslında krize uğrayan sonsuzluk da bizim aynamızda yansıyan sonsuzluktur. Aslında krize uğrayan sonsuzluk da değildir de bizim çatlayan o kum soylu ve O’nsuz aynamızdır. Hangi ışık, tuzla buz olmuş, âdeta aslına dönmüş ve kumlaşmış böylelikle kesrette kaybolmuş bir aynayı dudağından öpebilir?

Ne zaman kendimiz olursak ve ne zaman kendi özümüzle buluşursak, o zaman sıyrılırız yetimlikten. Aslında bu feryatlarımız, kendimizden, özümüzden firâkın "gitme kal" içerikli acıklı melodileri değil midir?

Ne zaman özümüzle kucaklaşırsak, anne ve babamız da vardır gerçekten. Yanımızda olmasalar da bütünüzdür onlarla. Kalabalıklardan uzak kalsak da mâdem kendimizi bulduk, aslında tüm kâinat belki de sonsuzluk olan öz benliğimiz, bizi çoklaştırır tüm tekilliğimiz içinde. Cevherizdir ki, sonsuzluk, ârazda değil cevherdedir. Bölünmeyen, parçalanmayan sonsuzluk, özlerin özüdür. İşte özümüzün bizi sonsuzlaştırması da buradan geliyor. Özlerin buluştuğu boyutsuzluk, zamansızlık ve uzamsızlıktır sonsuzluk. Demek tüm kâinat yok olsa da “-sız ekini” alarak gidişine sızlansa da hayatımızdan ayrılışıyla “-suz ekini” alan “sonsuz” yetişir imdâdımıza. O’nsuz olamayız artık ama sonsuz oluruz…

Ve artık yetim değilizdir. İşte yetim sanılan Hz.Muhammed'in çoğulluğu burada. İşte kalabalıkların yalnız çocukları olan yazarların gücü burada. İşte hayatımızdan sırf bizim gibi olmadıkları için soyutladığımız, yetimleştirdiğimiz kitlelerin gücü burada.

Yâni yetimlik öze kavuşmaktır, özü bulmaktır. Özde ise sonsuz bir güç vardır.

Tüm kâinattan yetim olma hâli olan ölüm de demek ki özü bulmak, tekilleşmek, cevherleşmek demek.

Demek ki ölüm hâli yok olmak değil, sonsuzlaşmak; aslında çoğalmak, zenginleşmek, var olmak demek. Kalbimiz, diğer yüreklerden, güzel gözlerden, serv-i revan yürüyüşlerden yetim olmazsa, evlilikte de tekilliği nasıl kıble edebiliriz ki?

Bâzen çok sanırız sevdiklerimizi. Bu da bizi yanıltır hâliyle. Parayı severiz, eşimizi severiz, çocuklarımızı da çok severiz. Hatta kalabalıklarımızla övündükçe övünürüz çoğu zaman. Bu nasıl yetimliktir diyeceksiniz şimdi.

İşin sırrını söyleyeyim size. Tek olan güneş, trilyonlarca varlıkta nasıl yansıyorsa elbette bizim ışınlarımız olan tüm duygularımız da binlerce aynada yansıyabilir. Bir anda pek çok şeyi de sevebiliriz, pek çok olaydan da nefret edebiliriz. Bu bizi yetimlikten âzâd etmiyor.
 
Aynaların çokluğu bir bütün olan ruh ışığımızın da çok olduğu, kalabalık olduğu yanılsamasını bize veriyor. Sevgimizi çok yerde görünce çoğaldığımızı sanıyoruz. Fakat çok yerde görünen güneşin aslında Bir Tek Sonsuzluk Güneşi olduğunu da çok iyi biliyoruz.

Hayalimizde kurduğumuz bu yanılsamalar dünyasından sıyrılmanın zamanı gelmedi mi? Yetimliğimizi anlamanın ve özümüzle buluşup cevherleşmenin, sonsuzlaşmanın zamanı gelmedi mi?

Annesi ve babası kendisini ölümle terk eden o çocuğa ve asrımızın modern yetimlerine şunu söylemek isterdim:

“Sakın telaşa kapılmayın. Şunu bilmeliyiz öncelikle. Aslında hepimiz birer yetimiz. Kalabalıklaştığımızda, aslında güçsüzleşmiş de oluyoruz. Özleştiğimizde ise sonsuz güce erişiyoruz.

Özden uzaklaşmak, her zaman için sonun başlangıcı oluyor. Öze yaklaşmak ise, imana, sonsuzluğa, sonsuz güce doğru yapılan en istikrarlı yolculuk.

O zaman tüm kâinatla, tüm tabiatla birlikte aynı kapıya varmış oluyoruz. Özlerin Özüne, Sözlerin Sözüne…

O çocuğu da, bizi de, sonlu hiçbir şey mutlu edemez erenler! Bizi mutsuz eden yegane şeydir bu sonluluk.

Eğer sonsuzsa özümüz, imanımızla tereddütsüz sonsuzlaşmalıyız derim. Sonsuz mutluluktur o zaman, sonsuzca O’nluluk!“ (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum