Helvadan bir put yaptım

“Nefsimden bir put yaptım. Önce ona ben ibadet ettim. Sonra da bu puta tapmak için herkesi ona ibadete davet ettim. Gelenleri yüceltip, kutsadım. Gelmeyenleri, kafir ve günahkar ilan edip dışladım. Sonra da onlara savaş ilan ettim.’’

Yukarıdaki sözler, heva ve heveslerimizi kutsallaştırmayı ne kadar da özetliyor. Nefis de put da semboldür. Heva ve heves de bir semboldür. Her şeyin sembolik bir manası var.

Sembollerle iç içe yaşamaktayız. Çoğu kere onları biz üretiyoruz. Önce onlara bir anlam veriyor, sonra da bu anlamın sihirli etkisini gördükten sonra bu anlamı derinleştiriyor, bu anlamın herkes tarafından görülmesini istiyoruz. Bizden başka insanların bu sembollere değer verdiğini gördükten sonra da bu anlamları kutsallaştırıp, genellemeler yapıyoruz. Ve herkesin bizim kutsalımıza uymasını istemeye başlıyoruz. Üniter devlet, vatan, devlet, bayrak, millet, milliyet, milli sınırlar, milli irade bunlardan sadece bir kaçı.

Ne zaman ortaya çıktığını bilmesek, mazeretimiz olabilirdi. Neredeyse tarihin başlangıcından beri hep var olageldiğini zannedersiniz. Söz gelimi, ‘üniter devlet.’ Kimileri için, cumhuriyetin kurulması kadar önemlidir bu kavram çifti.
Cumhuriyet ne kadar kutsal ise, üniter devlet de o kadar kutsaldır. Oysa ki ne cumhuriyetin ne de üniter yapının kutsallığı sözkonusuydu. Cumhuriyeti kuran irade, cumhuriyet fikrini ne kadar kutsallaştırdıysa, sonrakiler de üniter devleti kutsallaştırdı.

Üniter devlet kavramı, hangi anayasa maddesine yer alıyor? Hangi meclis kararı alındı bu konuda? Şimdilerde buna bir de kuvvetler ayrılığı eklendi. Sanırsınız ki, değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilahi ilkelerdendir. Oysa ki, kuvvetler ayrılığı ilkesine göre hareket etme konusundaki genel bir eğilim vardı ilk millet meclisinde. Şimdi o eğilim değişirse, kıyamet kopar. Halbuki, değişebilir. Sembollere bir anlam veren bir millet meclisi, verdiği anlamı geri alabilir, ya da değişebilir. Statik bir dünyada yaşamıyoruz ki! 

Bayrak da önemli sembollerimizdendir. Hatta belki de en önemlisidir. Şu sıralar, bayrağa öyle bir anlam yüklüyoruz ki, bayrağa ilk anlam verenler, yaşasaydı, kim bilir ne düşünürlerdi. Bayrak, osmanlı döneminde, bütün bir osmanlı camiasını temsil ediyordu. İçinde, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle, Arnavutu ile Bosnalısı ile, bütün farklı kavimler, kendilerini bulabilecekleri bir mana vardı. Yani, hepsini sembolize ediyordu. Ama bu günkü anlayışımız, sadece milli sınırlar dahilinde bir anlam ifade ediyor ve sadece Türk kavmini ifade eder hale geldi. Ve biz bu küçülme ile övünecek hale gelmişiz.

Ulus devlet sınırları, bugün kutsal devlet sınırları olarak kabul edilmektedir bir çok vatandaş tarafından. Farazi ve hayali olan devlet sınırları, kalın çizgilerle çizilmiş durumda. Elimizden gelse, sadece çizgi çizmekle kalmaz, kalın duvarlar örmekten de kaçınmayız. Bu farazi çizgilere o kadar önem veriyoruz ki, çizgiden dışarı çıktığımızda, kendimizi mutsuz addeder, içeri girdiğimizde ise dünyalar bizim olur da, çizgilerin içerisinde kalan bir türkü, ötesinde kalanlardan daha değerli sayarız. Çizgiden içerideki toprak parçası kutsaldır, elimizi yüzümüzü sürdüğümüzde, mübarek bir adam haline geliriz. Çizginin dışında kalan topraklar ise, sanırsınız ki, değersiz topraklardır.

Vatan da kutsallarımız arasında yer alıyor. ‘Uğrunda ölen varsa, orası vatan’ ifadesi, gerekli gereksiz bir çok insanın canına mal olmuştur. Vatan, sevilebilir, sevebiliriz. Ama sevmemiz lazım, ‘Ya sev! Ya terket!’ üslubu, vatanı, yaşanılası yer olmaktan çıkaran bir üslup haline dönüyor.

Bir arada olmayı kararlaştıran insanlar, bir arada yaşama konusunda anlaşan insanlar, bu anlaşmayı, bir anlaşmanın ötesine taşırlarsa ve bu anlaşmayı kutsallaştırırlarsa, yine bir sembol, kutsal haline getirilmiş olur.

Vatan, bir arada yaşamayı seçen, tercih eden insanların yaşadığı bir toprak parçasıdır. Ve bu toprak parçası, üzerinde yaşayan insanlarla değer kazanır. Bu değer, insanlar anlaştığı ölçüde değerlidir, anlaşamadığı ölçüde de değersizdir. Diyelim ki, birden fazla aile, bir apartman dairesi içinde yaşamaya karar verdiler. Ama, bu apartman dairesinde, birileri, kendi apartmanlarını çok sevdikleri için, 1-2 daire sahibinin apartmanı daha az sevdiğini iddia ediyor. Git gide, ‘en büyük apartman bizim apartman!  Herkes bizim apartmanı çok sevmek zorundadır. vs. vs.’ diye apartmanı sevmeyi, kutsal bir ödev haline getiriyorlar. Bu durumda, apartmanı sevenlerle sevmeyenler arasında bir tartışma çıkarsa, sevenler mi sorumlu? yoksa sevmeyenler mi sorumlu bu kavgadan.

Helvadan bir put yaptıktan sonra, acıkınca yaptıkları putu yiyenlerin haline benziyoruz. Cumhuriyetin ilk  kuruluşundaki, batıcı milliyetçi çizgiden, milliyetçi maneviyatçı çizgiye, oradan tekrar ulusalcı çizgiye gidinceye kadar, milliyetçiliğin hangi helvaları yediğini hayal edebiliyor musunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.