Hedef neden yenge?

Müslümanın imanı, tıpkı Nur ayetinde belirtildiği gibi 'cam fanus içindeki lambaya' benzer. Artık hayatındaki her davranış o imanın etkisinde şekillenir. Büsbütün imanın çerçevesine uysun veya uymasın, mutlaka bir şekilde o imanın telaşlarına, arayışlarına, endişelerine, yönlendirmelerine maruz kalır. Kafir gibi bakamaz artık dünyaya. Bakış açısı, bununla ilgili olarak da eşyadan yaptığı yorumlar, başka bir alana/eksene kayar.

Güzel ahlak dediğimiz şeyler de aslında bu imanın 'insan denilen cam fanusta' yanmasıyla etrafa saçılan ışıklardır. Edebin özü imandır. "Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz!" atasözüne senelerden beri düşmanımdır işte bu yüzden. Yanlış anlamayın. Sadece parayla imanı kıyaslaması açısından değil husumetim. Aynı zamanda imanı 'hayatta etkileri görülmez birşeymiş gibi' lanse etmesindendir. Halbuki 'amel-i salih' ve 'takva' gibi iki ayağıyla iman bizzat hayatın her yerinde yürümeye kasteder.

Teknoloji dediğimiz şeyin de, bazılarının savunduğu gibi, iman ve küfür karşısında nötr bir duruşa sahip olduğuna inanmıyorum yine bu yüzden. Hayrı şerrine galip olabilir. Özünde bir hayır da bulunabilir. Fakat nihayetinde küfür psikolojisinin icadı olan herşey Kur'an ve sünnetin hassasiyetlerinden (kısmen veya tamamen) yoksun bir bakış açısının ürünüdür. Bu yönüyle sınanmaya her zaman açık olmalıdır.

Ehl-i sünnetin 'İsrailiyat' karşısında gösterdiği hassasiyetin bir benzeri, mutlaka bu alanda da gösterilmelidir. Nedir bu hassasiyet? İsrailiyat olan bilgiler, eğer vahyin doğruladığı şeylerse, ehl-i sünnet bu bilgileri kabul eder. Eğer vahiyle çelişiyorsa ehl-i sünnet onları reddeder. Eğer vahyin ve sünnetin hakkında malumat nakletmediği meselelerse, ehl-i sünnet bunların karşısında tevakkufta kalır, ta doğru ortaya çıkıncaya kadar bekler.

Nötr kelimesi 'tevakkuf' manasını tam karşılamıyor aslında. Tevakkufun içinde müteyakkız bir bekleyiş var. Nötrde ise şüphesiz bir güven. Tevakkuf, sırf beklemek değildir, 'uyanık bir şekilde' beklemektir. Nötr kalmak ise bir nevi tehlikesizlik önyargısıdır. Yani: Tevakkuf sınamak için tetikte bir duruşu ifade ediyor. Nötr kalmakta ise bu yok.

Şöyle bir örneği veririm her zaman: Eğer otobüs bir müslüman icadı olsaydı, müslümanın mahremiyet algısından etkilenmez miydi? Yani: Evlerimizde, düğünlerimizde, camilerimizde, toplu bulunduğumuz her yerde gözettiğimiz haremlik/selamlık endişesinden etkilenmiş otobüslerimiz olmaz mıydı? Mutlaka bu endişenin bir yerinden giriş yaptığı bir toplu taşıma sistemimiz olacaktı. Eğer biz keşfetmiş olsaydık.

Şekillendirişin sonraki ve zoraki bir iradeyle 'Müslüman edeceğim bu icadı!' şeklinde olmasına da gerek yoktu. (Pembe otobüs meselesi böyle bir ikincil niyettir mesela.) İkinci iradeyi istemeyecekti. Fıtrî bir ahval olacaktı bu. Yani fıtratı gereği ister istemez böyle olacaktı. Çünkü kalpte ne varsa elden de dilden de o çıkacaktı.

Müslüman bir mucid neyi keşfetse imanının endişeleriyle bezenmiş olarak keşfeder. Bunu dindarlığı ölçüsünde yapar. O nedenle nükleer bombayı bir müslüman asla bulamaz, bulmamalı. O kadar insanı masum/suçlu ayıramaz bir şekilde katletmek bir müslümanın yapabileceği birşey değildir çünkü. Merhameti değil bakınız. Ondan önce imanı izin vermez. Kur'an'ın şöyle buyurduğunu anımsar beyninin bir köşesinde: "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez!"

İmanın endişeleri herşeyimize yansır. Bir ahlak olarak bizimle yaşar. Kullandığımız kelimelere kadar tesiri vardır bunun. Ebeveynimize neden isimleriyle hitap etmeyiz Batılılar gibi? Neden aramızda bir yaş bulunan kardeşimize bile abi/abla deriz? Neden bayramlarda (pek de eğlendirici bir iş gibi görünmeyen) mezarlık ziyaretlerini aksatmayız? Bunların hepsinin altında İslam ahlakının saklanmış sûreti, işareti, alamet-i farikası ve mantığı vardır. Neden olduğunu hatırlamasak da bu böyledir. Ve bunun böyle süregitmesi vahyin hayatla ilişkisini ayakta tutar.

Bunlardan birisini de ben 'yenge' kelimesi üzerinden okuyorum. Bir müslüman erkek hangi kadınlar hakkında yenge kelimesini kullanır? Ve bu kullanım onun kalbinde/aklında nasıl bir çağrışım yapar? Bu sorular hakkında düşünmeye başlar başlamaz şu cevapları bulabiliyoruz:

Bu bir hürmet ve ihtar ifadesidir. Kadına dönük hürmettir. Erkeklere dönük ihtardır. İki şekilde bir ihtardır. 1) Nefsine o kadının 'kemgözle bakılamayacak' olduğunu hatırlatırsın ve hemence susturursun. 2) Andığın ortamdaki herkese o kadının başkasının namusu olduğunu hissettirirsin. Bir erkek bir kadın hakkında 'yenge' ifadesini kullandığı anda çevredeki diğer erkeklere de bir uyarı yapmış olur: "Bu kadın bir başkasının namusu ve bu namusa saygı göstermeyen insanlarla bir sorunum olacak!" Bir müslüman erkeğin yanında yengesi olarak bahsettiği kadın hakkında kötü birşey söyleyin de görün. Dediğim şeyi size uygulamalı anlatacaktır.

Bediüzzaman Tesettür Risalesi isimli eserinde şöyle diyor:

"İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!"

Burada anlatılan, benim de son hücreme kadar katıldığım, şey şu: Bir insan, kemgözle bakmaması gereken kadını 'yüzünden' tanır. Yüzünün alamet-i farikası o kadının şehvet duyulabilecek bir kadın olmadığını şiddetle hatırlatır ve bu hatırlama nefsin, değil ileri gitmesini, yola çıkmasını bile otomatik olarak engeller. Fakat ayrılması mümkün olmayan yerlerini açtıkça bir kadın, erkeğin onlarla kurduğu göz temasında nefsini susturacak 'çağrışımları' olmaz. Çünkü bu yerler yüz gibi/kadar alamet-i farika içermezler. Bu çağrışımların yitirilişi otokontrolün de yitirilişidir bir nevi. Bu nedenle açık-saçıklığın artması insanlığın ahlakına zarar verir.

Bugünlerde 'yenge' kelimesinin başında da böyle bir belalı bulut dolaşıyor gibi geliyor bana. Önce şöyle başladı bu: Kadınlar 'yenge' kelimesiyle anılmaktan rahatsız olmaya başladılar. Televizyon dizilerinde kendilerine 'yenge' denilen kadınlar bu ifadeye tepki göstermeye, bunun 'birisi üzerinden tanımlanma olduğu' gerekçesiyle karşısında durmaya özen gösterdiler. (Şahit olduğum birkaç dizi var.) Tuhaf ve yeni bir özendi bu.

Bu dil kısmen genç kadınlara tesir etti. Onlar da bazen 'yenge' denildiğinde öyle denmemesini talep ediyorlar. (Bunun da bizzat muhatap olduğum bir örneği var.) Gerekçeleri yine aynı: Başkası üzerinden tanımlanmamak. Ne kadar da haklı bir gerekçe gibi duruyor öyle değil mi?

Mesele yalnızca bundan ibaret olsa, feminist özgururuna sahip olmak isteyen bacılarımı haklı görebilirdim, fakat değil. Son zamanlarda biraz spor/haber gazetesi veya sitesi karıştıran varsa görmüştür 'yenge' kelimesinin nasıl kullanıldığını. Yenge ifadesinin geçtiği her yerde 'en şuh duruşları ve çıplaklıklarıyla' dizilmiş sıra sıra kadın fotoğrafı var.

Kim bunlar? Yengelerimiz. Nereden? Futboldan dünyasından. Tuttuğumuz takımda oynayan bir yabancı futbolcunun karısı/sevgilisi bizim yengemiz. Fakat nasıl bir yenge? En kemgözle bakacağınız kişi.

Bunun vaktiyle şöyle bir iğrenç toplumsal karşılığı da yaşanmıştı: Galatasaray ve Fenerbahçe derbisinde Fenerbahçeliler Jardel'in eşinin fotoğraflarını, Galatasaraylılar da Lazetiç'in eşinin fotoğraflarını tribünden sallamışlardı. Anlamı malum. Anlamı iğrenç. Anlamı hâzâ pislik. Tam da Bediüzzaman'ın yıllar önce altını çizdiği şey: "Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!" O zaman bunun haberini de aynı yayın odakları şu tarz yapmışlardı: Tribünde yengeler savaşı.

Komplo teorilerini sevmem. Ama ben bu işin amaçsız olduğunu düşünmüyorum. Bu toplumun güzel ahlakının en kadim ifadelerinden birisinin altı oyulmaya çalışılıyor. Yenge dediğimiz anda artık aklımıza (Pavlov'un köpeğinde başardığı gibi) bu yengeler geliyor. Ve artık yenge kelimesi kemgözle bakamayacağımız kadın hatırlatmasını bize yapmıyor. Bu haberlerle meşgul oldukça yapmıyor. İşte Bediüzzaman'ın Tesettür Risalesi'nde dikkatimizi çektiği şeyin dilimize kadar uzanan ucu bu. Kelimelerde bile alamet-i farikaya müsaadesi yok bunların. Buna karşı direnmeliyiz! Dilin namus olduğu yer tam da burasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum