Hayırda israf, israfta hayır yoktur

Hayırda israf, israfta hayır yoktur

Bu hafta dkm’de RİSALE-İ NUR’DA İKTİSAT konusunu, Sedat Kılıç, ele aldı.

 Risale Haber - Haber Merkezi

Seminerin alt başlıkları, ‘’Nimete Karşı Manevi Bir Şükür’’ ‘’İktisat ve Derd-i Maişet’’ ‘’İktisat ve Hıssetin Farkı’’ ‘’İk​tisat, Kanaat, Hırs ve İsraf’’ idi

Kılıç, ilk başlığı ‘’Nimete Karşı Manevi Bir Şükür’’ kısmına iktisat kelimesinin anlamı ve manasından bahsederek başladı. ’’İktisat Allah’ın bize verdiği nimetlere karşı bir saygı ve hürmet manasını taşımaktadır. Nimete karşı şükür hem maddi hem de manevi kazançlara vesile olmaktadır. İsraf ise Allah’ın bize verdiği nimetlere karşı bir küçümseme, ona değer vermeme ve dolayısıyla nimetin azalmasına sebeptir. İktisat nimete karşı manevi bir şükürdür. Hem nimetlerin asıl kaynağı olan ilahi rahmete hürmettir; hem nimetlerin kaynağını bilmektir; ayrıca hem sebeb-i berekettir; hem vücut için bir perhiz ve dolayısıyla hastalıklara karşı bir perdedir. Hem insan için maddi ve manevi dilencilikten, başkalarından yardım ve sadaka türü şeyleri isteme zilletinden kurtulmaktır. Dolayısıyla izzet ve onur vesilesidir. Nimetteki gerçek ve kesilmez lezzeti ilahi rahmetin bir lütuf ve iltifatı olduğunu hissetmeye de bir vesiledir. İsraf ise bütün bunlara zıttır ve dolayısıyla neticeleri de hüsran ve kayıptır.’’ dedi.

‘’Kanaat ve iktisat, kâinattaki ve insan hayatındaki ilahi hikmete uygun hareket etmektir. Çünkü yaratılışta, kâinatta, Cenab-ı Allah’ın hiçbir icraatında israfa, boşluğa ve abesiyete yer yoktur’’ dedi ve peki Cenab-ı Allah’ın bu kainatta yarattıklarını, nasıl kullanabiliriz, nasıl tadabiliriz sorusuna,  “İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükraniyeyi yerine getirmek ve enva'-ı niam-ı İlahiyeyi hissedip tanımak kaydı ile ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takib edebilir. Ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir” diye cevap verdi.

‘’Bediüzzaman, bu konuda çoğunluğu teşkil eden ortalama insan ile cismaniyetini aşmış yüksek şahsiyetler arasında ayırım yapmakta ve her ikisi için geçerli ilahi kurallardan bizi haberdar etmektedir. Gerçi, ortalama insan dünya zevklerinden tamamen mahrum kalmamalı, ancak aşırıya da kaçmamalıdır. Normal insan kendini mutlaka kontrol etmeli ve kısıtlamalıdır. Çünkü, onun zevk duygusuna kapılıp israf yapması her zaman için ihtimal dahilindedir. Böyle insanlarda, ağız organı, müsaadesi kıt bir kapıcı gibi iş görüp ancak sınırlı ölçüde yiyeceğin vücuda girmesine izin vermelidir. Çünkü vasat kişilikler dünya nimetlerinden haz almada belli bir ölçünün üzerine çıkmamalıdır.’’ Diyen Kılıç, Bediüzzaman’ın, bu konuda söylediği vasıfları saydı. Ardından, böyle bir şahsiyetin bile lezzet peşinde gitmesi için bazı şartlar mevcut olduğunu söyledi. Ve şunları saydı:

·         İsrafa kesinlikle mahal vermemek

·         Şükür görevini ifa amacını gütmek

·         Allah’ın insanoğlu için yarattığı çeşitli yiyeceklerin mevcudiyetinden haberdar olup, onları tanıma şartını yerine getirmek

·         Tüketilen nimetlerin meşru çalışma eseri olması ve bahse konu yiyeceklerin aşağılanma ve dilenciliğe yol açmaması

·         Lezzetli yiyecekleri, sadece tat almanın verdiği güzel duyguları, şükür ibadeti sırasında dile getirmek için yemek

Ardından, İktisat Risalesinde geçen, olaya değindi. ‘’Hazret-i Gavs oğlunun durumuna acıyan kadına, oğlunun tavuk yiyebilmesi için, lezzeti sadece şükür için isteyip, nefsine tam olarak hakim olma mertebesine ulaşması gerektiğini; bu bağlamda midesine esir olmadan, aklını ön plana alabildiği zaman leziz şeyleri yemesinde sakınca olmayacağını söylüyor’’ dedi.

‘’İktisat ve Derd-i Maişet’’ olan ikinci başlığına ‘’Rızkı veren Allah’tır.’’ Diyerek başlayan Kılıç, ‘’Bu hakikati bilen mü’min derd-i maişet sebebiyle haysiyetini feda etmez. Hakiki imanın verdiği izzet ile hareket eder, dünya malı kazanmak uğrunda zillete düşmez’’ dedi. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Bu zamanda israfata medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazen mukaddesat-ı diniye mukabil alınıyor.” Dediğini aktaran Kılıç, ardından şunları anlattı; ‘’Gerçekten de iktisada riayet etmeyen, görenek ve moda alışkınlığıyla israfa giren fert ve ailelerde para kazanma yolunda izzetlerini feda edenlere çokça rastlanılmaktadır. İsraf ile aylık bütçelerini zorlayanlar kazançları kafi gelmeyince meşru sınırı aşma hususunda kendilerini mazur ve mecbur sayarlar. Böylece hayat şartlarını yükselttiklerini, haysiyetlerini feda ederek kazandıkları paralar ve eriştikleri maddi refah ile kazançlı çıktıklarını sanırlar. Halbuki görünüşte kazanmış olsalar bile hakikatte insaniyetinden ve maneviyatlarından çok şey kaybetmektedirler. Günümüzde hızla yayılan israf ve zaruri olmayan ihtiyaçlar bazı muhafazakar aileleri de etkisi altına almaktadır. Halbuki içtimai bir hastalık olan israfa yakalanan bireyler ve aileler “Zillete, manen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir.” Bu hale düşmemek için insan hayatına disiplin kazandıran güçlü bir iman lazımdır. Nitekim imanlı insanlar iktisat ile meşru yolla çalışarak hayatlarını devam ettirdikleri müddetle izzetli yaşayabilirler. Mü’min, rızkın illahi taahhüt altında olduğuna inanır. Yeryüzünde geniş bir şekilde cilvesi görünen Rezzak isminin kendisini de içine aldığını bilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Yeryüzünde yürüyen, hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, Allah onun rızkını taahhüt altına almış olmasın.(Hud:6)” “Kuvvet ve metanet sahibi Cenab-ı Allah, Rezzak-ı alemO’dur. Evet, rızkı veren O’dur.(Zariyat:58)” mealinde daha pek çok ayet var. Bunların hepsi de rızkın taahhüd-ü rabbani altında olduğunu göstermektedir.

Rızkın böylesine kuvvetli bir teminat altında olduğuna inanan kuvvetli iman sahipleri izzetle yaşarlar. Maişet uğruna izzetlerini feda etmezler, “veren Allah’tır.” inancıyla hareket ederler. Cömertliğiyle tanınan Hatem-i Tai ile fakir ihtiyarın hikayesimeşhurdur. Maişetini temin için sırtında dikenli yükünü taşıyan ihtiyar adama, “Hatem-iTai hediyeler ile beraber büyük bir ziyafet veriyor. Sende oraya git; beş kuruşluk çalı yüküyle uğraşmaktan kurtulur, beş yüz kuruş alırsın.” denildiği zaman verdiği şu ibretli cevap, izzet içerisinde zillete düşmeden maişetlerini temin etmek isteyen insanlara güzel bir örnektir: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım. Hatem-i Tai’nin minnetini almam.”

Başka bir örnek olarak da İmam-ı Şafi’nin Mısır valisi İbn’ül – Hakem’in kendisine bir senelik yiyecek ve bir ev vermek için yaptığı teklife karşı verdiği cevap da imandan doğan izzetin güzel bir misalidir. “Ben Gazze’de dünyaya geldim Hicaz’da büyüdüm. Yiyecek olarak yanımız da bir akşamlıktan fazla bulunmazdı. Buna rağmen aç kalmadık.” İmam-ı Şafi Mısır bölgesinin en üst makamında bulunan bu insana verdiği bu cevaptan sonra, Allah’a imanını ve izzetini şu şiiri ile dile getirmiştir:

“Allah bana ömür verirse rızıksızlıktan ölmem.

Ölürsem mezarsızlıktan açıkta kalmam.

İzzet bakımından sultanlar gibiyim.

Hür vicdanım zilleti haram sayar.” demiştir.

Üstad Hazretleride“Bana zekatlarını kabul ettirmek isteyen o zengin reislere dedim; ‘Gerçi param pek azdır; fakat iktisadım var, kanaata alışmışım. Ben sizden daha zenginim.’ Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddettim. Cây-ı dikkattir ki: İki sene sonra, bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Lillahilhamd onlardan yedi sene sonra, o az para iktisad bereketiyle bana kâfi geldi; benim yüzsuyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hacete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan ‘nâstan istiğna’ mesleğimi bozmadı.”demiştir.’’

Kılıç, ‘’İktisat ve Hıssetin Farkı’’ başlığına, ‘’Lezzet izafidir. İnsanların konumuna ve durumuna göre değişebilir. Bu durum aslında Cenab-ı Hakk'ın sonsuz cömertliğinin bir göstergesidir. En fakir insana en zenginden daha fazla lezzetler tattırır. Padişahlardan daha fazla nimetlerden lezzet almasını sağlar. Kuru bir parça ekmek yerken bir fakirin aldığı lezzet ile bir padişahın veya zengin bir adamın usanç, bıkkınlık ve iştahsızlık gibi sebeplerin körelttiği lezzetlerden daha fazla ve daha tatlı olabilir. Belki o kuru ekmek en alâ ve tatlı baklavadan daha lezzetli gelebilir’’ Diyerek başladı.

‘’İşin bir başka garip yönü daha vardır. Müsrif ve savurgan bazı kimseler, kendilerindeki hatayı ve noksanı anlayıp, kendilerine çekidüzen vermek yerine iktisatlı ve tutumlu insanları cimrilikle itham ederler. Halbuki iktisat, hakiki cömertlik ve izzet kaynağıdır. Cimrilik asıl israf edenler ve elindekini saçıp savuranların yaptığıdır. Çünkü o nimetlere değer veremeyecek, kadrini anlayamayacak kadar cimridirler. Bediüzzaman Hazretleri, meselenin bu yönüyle alakalı olarak yaşadığı bir hatırasını aktarır: Hayatı boyunca taviz vermeden uyguladığı bir kaide ve düsturuna muhalif olarak, bir talebesinin hediye ettiği iki kilo kadar balı, yanında hizmet eden talebelerine takdim etmek için kabul eder. Kabul etmesinin bir gerekçesi de Şaban ayı içinde olmaları, hem bu ay hem de gelecek Ramazan ayı boyunca talebelerine tattırmak, aynı zamanda hediye veren talebesine böylece bol bol sevap kazandırmak düşüncesidir.

Bu iki sebepten dolayı talebelerine bu hediyeyi alabileceklerini söyler ve şöyle devam eder:
“Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat her ne ise, birbirine ikram etmek ve her biri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî (yüce) bir hasletle iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: 'Sizi otuz kırk gün o bal ile tatlandıracaktım. Siz otuz günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun!'
“Fakat ben, kendi o bir okka balımı iktisatla sarf ettim. Bütün Şâban ve Ramazan'da hem ben yedim, hem, lillâhilhamd, o kardeşlerimin her birisine iftar vaktinde birer kaşık verip, mühim sevaba medar oldu.”
Bu hadiseyi tahlil eden ve bir ders çıkaran Bediüzzaman, yaptığının zahiren cimrilik olarak anlaşılabileceğini, talebelerinin yaptığının ise cömertlik örneği olarak görülebileceğini söyler. Ancak durum hiç de görüldüğü gibi değildir. Hakikat noktasında o iktisatlı davranışının altında ulvî bir izzet, büyük bir bereket ve yüksek bir sevap gizlidir. Cömertlik ve kahramanlık gibi görülen ancak israftan başka bir şey olmayan davranışta ise, eğer vazgeçilmez ise, dilencilik seviyesine düşürecek, başkalarının eline bakar hale getirecek, şeref ve haysiyetini ayaklar altına aldıracak kötü bir neticeyi ortaya çıkaracaktır.

İktisat ve cimrilik, zahiren birbirine benziyor olsa da, aralarında çok büyük farklar vardır. Örneğin tevazu ile tezellül, yani kendini zillete atma tavırları arasında zahiren bir benzerlik bulunur. Ancak hakikatine bakıldığında, tevazu çok önemli ve değerli bir haslettir. Aynı özellikler vakur davranma ile kibirlilik arasında da söz konusudur’’ dedi.

Peygamber Efendimizin (a.s.m) en değerli ve yüce hasletlerinden birisi olan, bunun da ötesinde kâinatın her yerinde bir kanun olarak cereyan eden iktisat kanunu, pintilik, tamahkarlık, sefillik ve hırsın bir tür karışımı olan cimrilikten çok uzaktır. Aralında hiçbir bağ ve bağlantı yoktur. Dış görüntüde benzer gibi görülen özellik insanları yanıltmamalıdır.

Bediüzzaman bu ince hassasiyeti göstermeye yönelik olarak ikinci halife Hz. Ömer'in (r.a.) oğlu olan Abdullah ibniÖmerin başından geçen bir hadiseyi aktardığını söyledi. Ardından, Bediüzzaman, bu örneğin hemen ardından İmam-ı Âzam'ın şu sözünü aktarır: “Hayırda ve ihsanda-fakat müstehak olanlara-israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur” Dedi.

img_2175.jpg

İKTİSAT,KANAAT,HIRS VE İSRAF

Dünya ve ahiret dengesini sağlayan en önemli ve en güzel iki haslet de kanaat ve iktisattır. Tam tersi bir şekilde bu dengeyi sarsan ve zedeleyen iki kötü özellik de hırs ve israftır.

Kanaat, tevekkül ederek yani Allah'a dayanıp O'ndan ümit ederek çalıştıktan sonra O'ndan gelen takdire razı olmak ve o takdiri memnuniyetle karşılamaktır. İktisat ise bahşedilen bu nimetleri ihtiyaç nisbetinde kullanmak ve savurganlıkta bulunmamak, o nimetlerin kıymetini bilmektir. Hakikatte en gerçek zenginlik bu iki haslettedir ki Allah Resulü (a.s.m) "Kanaat tükenmez bir hazinedir" buyurmuştur. Yani zannedildiği gibi zenginlik malın çokluğunda değildir.

Kanaat ve iktisat; şükrü doğurmakla birlikte kanaat, halinden memnun olma sonucu kalbin huzur bulmasına, iktisat ise nimetin bereketlenmesine vesiledir. İnsanların da çalışmaktaki maksatları hakikatte bu iki hedefte düğümlenmektedir. Yani zenginlikle malın çoğalmasıyla mutlu olacağını düşünmek. Hâlbuki huzur direk Allah'a bağlıdır; çünkü kalpler O'nun elindedir.

Fakat burada ince bir noktaya temas etmek gerekir. Kanaat bazen sanılanın aksine elindeki ile yetinmek değildir. Allah'a dayanarak çalıştıktan sonra O'nun takdirine razı olmaktır. Yoksa çalışmadan elindeki ile yetinmenin tek bir karşılığı vardır, o da tembelliktir.

Hırs ise Allah'a dayanmadan, kanaatsiz bir şekilde hep daha fazlasını kazanmak için çalışmaktır. Farkında olarak ya da olmadan halinden memnun olmamaktır. Dolayısıyla hırslı adam hedeflediğinin aksine malı çoğalsa da huzuru elde edemez. Elde etse bile anlık bir mutluluk olur. Çünkü her daim daha fazlasındadır. Eğer bu hırs bir de müminde olursa o zaman hasaret ve sefalete düşmesine sebebiyet verir. "Çünkü mü'minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir." (Lem'alar)

İsraf ise bahşedilen nimetlerin kıymetlerinin bilinmemesi, ihtiyaç gözetilmeden sarf edilmesidir. Bu da bereketin kalkmasına dolayısıyla ne kadar çok olursa olsun maldan bir hayır görülmemesine ve çoğu kez hızlı bir şekilde tükenmesine sebeptir.

Hırs ve israf, şükürsüzlüğü doğurup kişinin hep halinden şikayet etmesine, dolayısıyla aç gözlülük ve bereketsizliğe sebep olmaktadır. Böylece insanın hiçbir zaman gerçek huzuru yakalamadan dünyaya daha fazla çalışmasına sebep olmakta ve ölünceye kadar "hırs, dünya, israf", kısır döngüsünde kişiyi götürüp getirmektedir.

Son olarak Bediüzzaman Hazretlerinin şu ikazını kendimize rehber edinebiliriz:

“Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.” 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.