Hayatımın en önemli günü!

Her insan, hayat yolculuğunda unutamadığı, önemli günlere sahiptir. Yaşamının belli bir dönemini bitiren veya yeni bir başlangıcın ilk adımı olan, ya da anlamı sadece kişiye göre değerli “özel” günlerdir bunlar.

 

Ne var ki, aslında modern zamanların “özel günler” denilince aklımıza gelmesine izin verdiği bu günlerin büyük çoğunluğu; özünde, “asıl özel günümüzü” gözlerden kaçırmamıza hizmet eden, ‘hoş’ ama boş ve sıradan günlerdir de aynı zamanda...

 

Zira, “hayatın” en güzel günü sorgulamasına dair verilebilecek cevapları, ‘doğum, mezuniyet, evlilik, ebeveyn olma vs. günü’ şeklinde belleten bir zihniyetin; insanın en önemli gününe dair sunduğu bu seçenekler arasında, “hayat sınavının” biteceği ve de nasıl sonuçlandığının ortaya çıkacağı gün olan “insanın gerçek en önemli gününün” bulunmadığı, bir vakıadır.

 

Oysa, “Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış” durumdadır. (1) Ve bundan dolayıdır ki: “İnsanın en büyük mes'elesi: İmanı kurtarmak veya kaybetmek davasıdır.” (2)

 

Acaba, ebedî bir felakete veya baki bir mükafata adım atılacak olan “o gün” hakkında; “hayatın en önemli günüdür” demek daha doğru değil midir? Ya da, “Hayatımın en önemli günü, bu hayatımın da varlık sebebi olan Âlem-i Beka’ya adım atacağım gündür.” ifadesi, bu konudaki hakikati ifade etmiyor mu?...

 

İşte, “saadet-i ebediye ziyafetgâhının” veya “şekavet-i daime hapishanesinin” kapılarının açılacağı gün olan “o gün”; beka arzumun, ölmeme isteğimin ya da fıtrî ebediyet duamın kabul edildiğine, hem de “Ayn-el yakîn” derecesinde şahit olacağım bir gündür aslında.

 

Öyleyse, Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme” (3) şeklindeki ikazlardan da hareketle, o “asıl günde” mutlu olabilme hesapları yapmayı aklına bile pek getirmeyen zihinlerin; ‘özel günlerde’ kutlama söz konusu olduğunda, aylar öncesinden alış-veriş ve eğlence planlarıyla meşgul olarak ömür geçirmelerine anlam vermek çok güç... Hatta imkansız!...

 

Bundan dolayı, “Dil bekası, Hakk fenası istedi mülk-i tenim, / Bir dermansız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.” (4) diyen Niyâzi-i Mısrî hesabı, ölümün muhakkak olarak başımıza geleceğini, yani “fena” ile mukadder olduğumuzu, belki her hissiyatımıza kabul ettirebilmeliyiz.

 

Ama bunu, o “fena mukadderatın” başımıza geleceği gün olan kendi ölüm günümüzün ‘gerçek anlam ve önemini’ bilerek kabul ettirmeliyiz hissiyatımıza. Yani bir anlamda o günün; beka nimetine bilfiil nail olduğum, gerçek hayatın en gerçek ve “asıl dönüm noktası” olduğunu bilerek...

 

Zira “Bekasız” bir “fena” olsaydı başımdaki dert, feryadımın bir haklılığı olabilirdi. Ve işte ancak o zaman, bu hayata gelmekle “gerçekten dermansız bir derde düştüm, ölmeye mahkumum ben” diyebilirdim!... Ya da, Mısrî’nin yukarıdaki dizelerini serlevha kılan şu gençlik mısralarındaki hüzün; ancak ahiretin ‘yokluğu’ var bilindiğinde, durmak bilmeyecek bir şekilde günden güne kahredebilirdi insanı...

 

 

“Dil bekası, Hakk fenası istedi mülk-i tenim,

Bir dermansız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.”

 

Güzel gözlerinde korkuyla

Mahzun bir ceylan gördüm.

Karanlığı yırtmak istercesine

Bilinmeze koşan,

Bir mahzun ceylan gördüm...

 

Güzelim nereden bilecekti;

Karanlık, gözlerinde bir perde...

 

Sonra vurdular o masumu

Tam umudun doğduğu yerde.

Gözlerinden yaş yerine,

İki damla kan geldi.

İki damla kan,

Ama vurulduğuna değil;

Doğan güneşin mahkum olduğu,

O çaresiz derde...

 

 

Yani ölüm acıdır, ‘sarsıcıdır’ ve “Ağızların tadını kaçırıcıdır” (5); ve doğan güneş de dahil olmak üzere, her mahluk ‘zevale’ mahkumdur, (6) doğru ama; ben ölümü, ebedî bir yok oluş şeklinde görenlerden de olsam veya Âlem-i Beka’nın kapısı olduğuna iman edenlerden de olsam, fark etmez!.. Çünkü asıl hayata başlangıç günüm olması hesabıyla ölümüm, neticede bu fani hayatımın da en önemli günü anlamına gelmekte.

 

Velhasıl, işin sonunda, bu dünyadan bir daha dönmemek üzere kopuşla birlikte, aynı zamanda bir “Şeb-i Ârus’a” ya da ‘uzunca’ bir yasa katılmanın söz konusu olduğu bir gün bulunuyorsa eğer; hayatımın en önemli günü, işte o gündür derim. Yoksa bu fani hayata dair günlerden biri değil...

 

Öyleyse “hayatımızın o en önemli gününe” iyi hazırlanmalı; ve o güne, en az diğer ‘özel günlerin’ heyecanıyla hak ettiği hassasiyet gösterilmeye çalışılmalı, vesselam!...

 

 

     Kaynakça:

 

1-      Asa-yı Musa, s.21.

2-      Sözler, ‘Konferans’, s.752.

3-      Mesnevi-i Nuriye, s.129.

4-      Lem’alar, s.224.

5-      Tirmizî, Zühd Bl., Hadis no: 2307, İbn Mâce, Zühd Bl. Hadis no: 4258.

6-      “O’nun zâtından başka her şey helak olucudur.” Kasas Sûresi-28/88.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum