Hayatıma doğan güneş

Her nefes alış-verişimizde binlerce lisanla şükretsek yine azdır. Öylesine büyük ve umumi  nimetlere mazhar kılınmışız ki, bir an mahrum kaldığımızı düşünmeye bile tahammül gücümüz yoktur.

Yıl 1966.. Gençlik çağının tehlikeli basamaklarından çıkarken etrafımız binbir türlü tehlikelerle sarılmış… Aileden aldığımız dinî ve ahlâkî terbiyede mükemmel olmamıza, hafızlık gibi az kişiye nasip olan İlâhî nimete erişmemize rağmen; nefis ve şeytanın her an başımıza çevireceği tuzak ve hilelerle karşı karşıya bulnmaktaydık.

İmam-Hatip kervanında yerimizi almış, gururla ve güvenle gurbet diyarında din tahsili almanın hazzını yaşıyordum.

Bu yeterli bir güvence miydi gelecek hayatımız için? Gün günü kovalıyor, gençlik hevesâtı dişini göstermeye başlıyordu! Müthiş bir sıkıntı ve arada sıkışmışlığın verdiği ruh haleti içerisinde bocalamaya başlamıştım bile...

Bir yanda gurbet, bir yanda nefsini tatmine yol arayan bir arkadaş gurubunun psikolojik etkisine maruz kalmışken, okulumuzun bodrum katında kitap okumaya davet edildim. Urfalı Halil kardeşin tatlı üslubuyla okuduğu Birinci Söz, ruhumda şimşekler çakmış, teselli ve umut tebessümleri yüzümü sarmıştı. Elimde artık NUR vardı, "nar"ımı söndürecek... Üç-beş gün derken nur sohbetlerine davet edilmem, nur eşiğine baş koymamın miladı olmuştu.

Yırtıcı canavarların rüyalarımın kâbusu haline dönüştüğü karanlık gecelerin bağrından fışkıran nur yüzlü bir zatın himmeti ve izn-i İlâhî ile muhafazası altında üzerime örtülen cübbenin; hayatımı, dahası bir ailenin zincirleme hayatını ve dindar olmasına rağmen bakış açısını değiştireceği hususunda ne bilgim ve ne de dahlim yoktu. Kader rahmet esintilerini üzerimize yönlendirmişti artık. Kur’ânın asrımızdaki sağlam ipini elimize tutuşturmuş, O “hablü’l-metine” yapışmamızı emretmişti. Başımıza tali’lerin en güzeli doğmuş, mülâyemetle konmuştu… Hayatım yed-i kudretinde olan Cenab-ı Hak, lutuf ve kereminden ayaklarımı bir yere doğru sürüklüyordu…

O mekânın bir nur menzili, bir Kur’ân rahlesi, cânanların sohbet sofrası olduğunu bilmeden rotamın programlandığını ve sevkedildiğimi bilmeden haşyet ve merak ile nurâni bir zatın  karşısında buldum kendimi. Aman Allahım! Bu zat, rüyamda üzerime cüppesini örterek canavarlardan beni koruyan zattı.

Evet, evet... Tâ kendisiydi. Bediüzzaman Hazretlerinin birinci ve has talebesi Hacı Hulusi Yahyagil, karşımızda tebessümle mukabele ediyordu. Ruhu şad olsun.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum