Hastanede unutulan kitap

         Profesyoneldi. Özel sektörde çalışıyordu. Kendini adeta şirkete adamıştı. Dünyalığı ve şöhreti de iyiydi. Fazla kazanıyordu. Maneviyattan kopmuş bir ego şişmesi ile herkesle rekabete giriyor ve genelde hırsıyla sonuç alıyordu. Nihayet, bu gidişin ve işlerin gerdiğini, sağlığını tehdit ettiğini fark etti. Daha da kötüsü hastanelik oldu. Dünyevi bütün bağlarının/bağımlılıklarının kendisini ne hale getirdiğini tahlil sonuçlarının ürküten değerleri ile anladı.

 

Bir çıkış aradı. Babaannesinden kalan çocukluk yıllarına gitti. Onun seccadesinin kenarında geçirdiği müstesna anlara. Sonrasında ise maneviyatının sıfırlandığı, hatta maneviyatla problemli çevrelerle geçen yıllarına baktı. Üzüldü. Tuhaflaştı. Hayattan göçercesine ölüm istedi. Çevresinin yalanlarla örülü bir tuzak ve ağ olduğunu düşünmeye başladı.

 

Kariyerinin ve şöhretinin çok iyi bir basamağında iken bu hallere düşmesine şaşırdı, öfkelendi. Acaba bu yeni algıları doğrumuydu? Yoksa eskisi gibi bir serap mıydı?

 

Hastane de eline geçen bir küçük kitap, her şeyi yerli yerine koyacak yeni bir milat gibi bu dağınık tabloyu ve keşmekeş ruh hali ile birlikte sağlık sıkıntılarını çözmeye yetmişti.

 

Kitabı istemeden eline almıştı. Hatta yazarına ön yargılıydı, karşıydı. Bilimin materyalist örgüleri vardı zihninde.

 

Yine de hastane şartlarında bir göz atmıştı. Hemencecik sıkılmıştı, kitabın anlaşılmaz bir dil vardı ona göre.

 

Sonra yine gözüne ilişen bir yerdeydi. Her halde odadan yeni ayrılan bir hastadan kalmıştı. Atmak istedi, içinden bir itiraz yükseldi. Okumaya ise karşıydı.

 

         İki günün serencamı içinde tekrar dokunmayı ve eline alıp okumayı denedi. Yine sıkıldı, ama okumaya devam etti.

 

         Okuduğu metin şöyle diyordu:

          Yirmi Beş Devâdır. Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü’l-marîz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.”

         Kendisine “Geçmiş olsun” demeye gelen bu tanımadığı mesajı, teselli vermeye niyetli dostu ve manevi reçete yazan eseri görmek çok şaşırtmıştı.

         Böylesi yakın ve sıcak ifadeler, doğrusu uzun yıllar hasretini çektiği bir hasbilikteydi.

         Yine ara verdi. Derin düşüncelere daldı. 40 yıllık hayatını gözden geçirdi. Uzun bir yürüyüşe çıkar gibi sızlanıp durdu, acıyla yoğruldu, bazen tebessüm etti. Sonunda ferahladığını hissetti. Tekrar uzandı kitaba. Kapağına bakıp daldı. Tekrar bıraktı.

         İçindeki kopuşların fırtınası başladı, bir çok sevmeklerinin gereksiz, dünyanın bu maneviyatsız halinin ise  sevimsiz yüzü ile karşılaştı, irkildi, tekrar eski şöhretine kavuşmak  isteyen derin arzusu  göründü.

         Bu çatışma içinde, kitaba uzandı gayr-i ihtiyari. Tekrar açtı,”Birinci deva” diye başlayan girişteydi hala.

         Ona söyleneni okudu: 

 

“BİRİNCİ DEVÂ

 

“Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor.”

 

       Çok şaşırdı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Bir daha okudu. Hayret ve merak uyandırıcı bir iç feryat ile silkindi.

 

İnanılmaz bir mesaj netliği vardı. Kendisine, çaresizliğine, ruh halinin en belirsiz ve ümitsiz girdabında ilerleyişine yol haritası veriliyordu.

 

       Artık yeni bir yol ve güzergâhta olduğunu düşünüyordu. Ürküten ön yargıları yıkılmıştı. Kitaba olan husumeti de gitmişti. Gün boyu kitapla arkadaş ve sırdaş olmuştu.  Kalbinde geçenleri kulağına fısıldar gibi derman oluyordu. Neredeyse ilaç almama noktasındaydı.

 

       Üç günün sonunda psikolojisinin dengelendiğini yaşayarak öğrenmişti. Fakat bu sırlı değişimi fark edemeyen çevresi ve doktorları hala tedirgindi.

 

       Onların da anlayacağı bir şaşkınlık yaşandı. Tahlil sonuçları inanılmaz derecede düzelmişti. Doktorlar bir anlam verememişti hızlı dönüşüme. Ama anlamın peşine düşmüş ve izini bir şekilde kitapla yakalamış hasta her şeyi içinde yaşıyor ve sır gibi saklıyordu çevresinden.

 

       Çünkü hiç biri onun maneviyata, kalbine dönüş yapacak yolculuğuna sıcak bakacak düzeyde ve yaklaşımda değildi.”Asla olamaz” noktasındaydılar.

 

       Sessizce büyüttü devasını. Artık derdi yoktu. Karar vermesi gereken yeni bir süreçteydi bir haftanın sonunda. O da şuydu:

 

       Bu maneviyatsız ve riyakâr çevreme dönsem, işime gitsem bu devaların tedavi ettiği hastalıklar yeniden nüksedecek, zaten psikolojik sonuçlarımın sebebi olan bu iş ikliminde nasıl yapacağım?

 

       Zor bir karardı. Çok kızgındı çevresine. Çünkü onu dışlamışlardı son zamanlarda. Başarısını kıskanıyorlardı. Patronda eski iltifatları azaltmıştı.

 

       Yol ayırımındaydı. Her şeyden kopup, bütün bağlarını yeniden örme noktasındaydı.

 

       Ve kararını verecekken taburcu oldu.

 

       Evde dinleniyordu, kimliği dahil bütün resmi varlıkların ve belgelerin hepsini çöpe atarak ve kaybederek düşmüştü hastaneye. Şimdi hiçbir şeyi yokmuşçasına hayata dönmüş ve bütün iletişim kanallarını hala kapalı tutuyordu.

 

       Elinde bırakmadığı kitabın peşine düşmek istedi birden. Bu fikrini bırakmadı. Elinde tutan ve sıkı sarılan bir duyguyla…

 

       O kitabı, ihtimaldir ki kendisinden önceki bir hasta unutmuştu. Acaba o hasta bu kitabı daha iyi bilebilir miydi? Onu bulup bu kitaplara ulaşmalımıydı?

 

       Çok tuhaf hissetti aniden kendisini. Nereden çıktı bu yeni yönelimler türünden bir boşluk işareti ile havada kaldı eli.

      

Hayır, isteğinin ısrarı vardı. Hastane kayıtları üzerinden kitabın sahibine ulaşıp bir teşekkür borcu ödemeliydi.

 

       Yine yüzeysel bir alışkanlıkla, teşekkürün neden kitabı satın alana yapılıp, yazarının unutulduğu noktasına geldi.

 

       “Müellifi Bediüzzaman Said Nursi” yazan kapakta, eski husumetinin gittiğini ve hastalığın şifa veren bir maneviyat dönüşmesi sağladığını artık biliyordu.

 

       En iyisi hem kitabı unuttuğunu düşündüğü hastayla tanışmak, hem de eser sahibini okumaya çalışmaktı.

 

       Üç haftanın sonunda, interneti açıp normal iletişime geçmişti risalelerle. Hala elindeki baş kitap, hastanede tedavi eden, kapağında “Hastalar Risalesi” yazan kitaptı.

 

       Önceki hastaya ulaşmak iki ayına mal olmuştu. Tanışma zamanını ve vesilesini kollamakta.

 

       Artık risaleyi bilen bir dostu vardı, birde külliyatın kendisi. Bir iki yakını müstesna hala izole etmişti çevresinden bu dünyasını.

 

       Ve işten ayrılmaya karar verdi. Yüksek ücretleri bırakarak, iç dünyasının huzuruna inanarak. Pusulasız çıktığı fırtınalı denizde, denizin ortasında çaresizken pusula bulmuş gibiydi. Huzur limanına vardığında, ayrıldığı geçmişine bir not bırakmıştı:

  

            -Her kesin yolu açık olsun. Bizim ufkumuz.

  ***

 

Geçen ay, ziyaretime gelen bu iki dost, bana bu ahiret dostluğunu anlatıp, şöyle bir istekte bulundular:

 

Herkes hastanede bir Hastalar risalesi unutsun. Ta ki gelen bulsun. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum