Hasan Feyzi Ağabey

Hasan Feyzi Yüreğil, Denizli’de Ömer Efendi ve Ayşe Hanım’ın evlatları olarak 1895 veya 96 senesinde dünyaya gelir. Mutasavvıf, muallim, edib ve şairdir. Şeyhinden, zamanın sahibi olan Zâtın Şark tarafında dünyaya geldiğini haber aldığından beri ona kavuşmayı beklemektedir. Nihayet Bediüzzaman Denizli hapsinde iken mahkemeye gideceği zamanı kollayarak kendisini görür. Bediüzzaman, ne zamandır yollarını gözleyen bu zâtı iki eli ile selamlar ve kendisinden haberdar olduğunu gösterir.

Hasan Feyzi Efendi bir şeyhtir, Bediüzzaman’ı görünce müridlerine bu zamanın en büyük hizmetinin bu zâta intisabla olacağını söyler ve kendisi ona intisab ettiğini, müridlerinin ise bu konuda iradelerine karışmayacağını onlara bildirir.

Üstadı Emirdağına mecburî ikamet için sevk ettikleri 1944 senesinde, ayrılığın sancısı ile bir mektub yazarak otobüste kucağına bırakıvermiştir. Bu mektubunda “Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem. Dahi nezrim budur ki canım sana kurban olacak” mısrasını tasdikân 13 Kasım 1946 da Denizli’de Üstadı bedeline vefat etmiştir. Bediüzzaman Hasan Feyzi’nin vefatı için “Ben, bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım[i] demiştir. Üstad, Hasan Feyzi’nin vefatının; Denizli, Risale-i Nur dairesi, bu memleket ve âlem-i İslam için büyük zayiat olduğunu düşünmektedir. Bununla beraber Hasan Feyzi Efendi’nin şahsı itibariyle onun vefatını tebrik eder.

Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatında kendisinin bu vasıflarını nazara vermiştir:

  • Zülcenaheyn[ii] ve hakiki mü’min
  • müdakkik bir âlim
  • yüksek bir edib
  • tesirli bir vaiz ve müderris
  • Denizli Kahramanı
  • İki Mübarek şehid (Hafız Ali ve Hasan Feyzi)
  • Denizli’nin bir Hüsrev’i
  • Denizli şehrinin Risale-i Nur’a karşı fevkalade teveccühünün bir tercümanı
  • Fevkalade sadakatli
  • Her şeyi çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim
  • Kendisi, pek samimi ve hâlis ve fevkalade beyanatıyla ve dersleriyle, inşallah kendi yerinde çok Hasan Feyzi’lerin yetişmesine bir zemin ihzar etmiş, sonra gitmiş.
  • Demek ikinci bir ruhum hükminde, Hasan Feyzi benim bedelime ölmüş ve ölüyor[iii].
  • Az zamanda çok hizmet eden kardeşimiz
  • Risale-i Nur’un has şakirtlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerden ve imanı kuvvetli olan büyük muallimleri temsil eden Hasan Feyzi…

Hasan Feyzi Ağabey; Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkında kaside ve methiyeler kaleme almıştır. Bunlar kimi zaman talebelerin şevkini coşturacak kimi zaman da hüznün yaşlarını tazeleyecek tarzdadır.

Bediüzzaman; Hasan Feyzi Efendi’nin Risale-i Nur hakkında yazdığı uzun mektubundan[iv] böyle bahis etmiştir:

  • Merhum Hasan Feyzi’nin gayet hâlisane ve ayn-ı hakikat ve vakıa mutabık ve hiç zararı olmayan ve çoklara menfaatli olan takrizi ve medhiyesi
  • Parlak manzum parça
  • Edibane, Risale-i Nur hakkında fevkalade senakarane pek uzun mektubu
  • Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kabl-el vuku mektublarımdaki ehemmiyetli davalarıma bu uzun mektub tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zât mekteb fenlerinde çok zaman alakadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm[v].
  • Bu zât, doğrudan doğruya Hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi bir şahs-ı manevi mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı manevisinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalade bir sena ile ona hitap ediyor[vi].
  • Denizli Hüsrev’i Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur hakkında ve Risale-i Nur’un aslı ve esası ve madeni olan hakikat-i Kur’aniye ve sırr-ı iman ve nur-u Ahmedî tarifinde yazdığı manzum fıkrası, içinde tam bir samimiyet ve metin bir kanaat-ı imaniye bulunduğundan[vii]
  • Edibane tarifename
  • Parlak kaside
  • Güzel kaside
  • Nurlardan aldığı hakikat dersini, Nurlara işaret ederek güzel tanzim etmiş. Lahikaya girsin.
  • Risale-i Nur’un has şakirtlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerden ve imanı kuvvetli olan büyük muallimleri temsil eden Hasan Feyzi’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî’den aldığı bir ilhamla Risale-i Nur hakkında ve o nurun menbaı ve esası olan Nur-u MuhammedÎ (Aleyhissalatü Vesselam) ve hakikat-i Kur’an ve sırr-ı iman tarifinde bu kasideyi yazmış.
  • Mekteb-i fünunda ve ulûm-u İslamiyede gayet müdakkik ve kıdemli muallimlerden Hasan Feyzi’nin ehemmiyetli ve çok uzun bir mektubudur.

Bediüzzaman’ın bu iltifatlarına mazhar olan uzun mektubdan bazı parlak cümlelerle tamamlayalım ki hitam-ül misk olsun:

  • “Ey Risale-i Nur! Senin Kur’an-ı Kerim’in nurlarından ve mucizelerinden geldiğine, Hakk’ın ilhamı, Hakk’ın dili olup O’nun emri ve O’nun izni ile yazıldığına ve yazdırıldığına, artık şek şüphe yok[viii]. ”
  • “İslamiyet güneşinin doğuşundan tam ondört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlahî ve arşî bir nuru, tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde hem de Türk dilinde doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir nimet, bizler ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık ya Rabbi![ix]
  • “Kur’an-ı Arabîden Türkçe Sözlere akan ve bugünkü öz Türkçeden fışkıran bu feyz ve bu nurlar, kalblerde senin bir numune-i kudret ve nişane-i rahmet olduğuna hiçbir rayb ve güman bırakmıyor. Sen ayine-i idrake cila ve âlem-i kalbe safâ ve ruh-u revana gıdasın. [x]
  • “Sanki senin bütün hakikatlerin, evvela Rabbanî ve Rahmanî fabrikaların ulvî ve Samedânî tezgahlarında işlenerek, sonra nur-u İlahî deryasında yıkanıp çıkarıldıktan sonra gülyağı fabrikasına verilmiş, orada yedi defa gülyağına batırıldıktan sora hâlis öd ağacı ile buhurlanmış ve bunlar ile yazılmışsın[xi]. ”
  • “Şimdi bir nidâ-yı nuranî ile hitab ederek: ‘Artık ihtilâf yok, ittihad var. Cansızlar ve camidler devri geçmek üzeredir. Canlılar ve câzibler asrı geliyor. Susunuz, dinleyiniz! Şimdi Nur devridir ve Nur hâkimdir. Zulmette boğulan şu asrı ve gelecek asırları, Kur’ân’dan aldığım nurumla reyyan edeceğim’ diyor. Herkesi imâna, her ferdi Allah’a çağırıyorsun[xii]. ”
  • “Karanlık gecelerde uyumayıp ağlayan ve ‘Aman ya Rabbi nur ver!’ diye feryad eden âşıkların da sâdıkların ızdırap ve imdadına koş[xiii]…”
  • “Büyük bir aşk ve alâka ile kendini dinletip gönülleri cezbelendiriyor ve ruhları vecde getiriyorsun[xiv]. ”
  • “Sen, en sâdık ve en mahir doktorların bile teşhis ve tedavi edemedikleri en mühim kalb kafa ve ruh hastalıklarını, nurunla müşahade ve muayene edip ve en lüzumlu şifa ve devayı bulup, ruhî ve manevi dertlere düşmüşlere sunuyor, akıl ve idrak gözlerini açıyor ve en kısa bir zamanda zavallıları kurtarıyorsun. ”(s. 86)
  • “Şimdiye kadar karanlıklarda kalan ve meçhullere karışan, fakat zihinleri tahrik ve tahriş etmekten hali kalmayan bir çok muammaları nuruyla aydınlatıp açıkladın ve bizi yollarda yorulup kalmaktan korudun ve kutratdın. ” (S. 90- 91)
  • “Mekteblerin medreseye ve medreselerin tekkelere uymayan ayrı ve gayrı ulum ve fünununu yeknesak bir hale getirerek ve talib-i ilim ve esrar-ı cihanı yekdil ve yekzeban ederek vahdet-i İslam ve insaniyeyi elde tutup, birlik ve beraberlik nurunu nessar edecek yine sensin!” (s. 93)
  • “Nur kapısında durup; cahil ve âlime ümmi ve ârife, zalim ve mazluma, mü’min ve münkire, dost ve düşmana, iyi ve kötüye, hayvan ve haşerata ve bütün zîruha nur saçan Kur’an ve iman hizmetinde bulunup, asfiya ve etkıya nişanlarını taşıyan bu mübarek ve ayine misal Nur Şakirdlerin ve manevi şahsiyetin için sizi bütün ehl-i iman ve Kur’anın takdir ve tebrikine layık ve seza görüyorum. ” (s. 96)
  • “Ey Kur’anın tercümanı! Nazar-ı dikkat ve îmanla senin bu mir’at-ı mücella olan Risael-i Nur’un şahs-ı manevisine bakan ehl-i ibret ve erbab-ı basiret isterse, o âyinede Resûl-i Hâşimî Aleyhissalatü Vesselam’ı seyredebilir. Hatta…” (s. 96)
  • “… Şu işkence ve eza, tüyleri ürpertip ciğerleri deliyor. Bu sabır ve tahammülün neden hepsine faik? Hangi imam-ı mâsumun ve hangi müçtehid-i mazlumun ecr-i azimi ile mukayese ve müvazene edilecek? Bu cilve ve çileler olmasa idi, Nur fabrikaların harekete geçmeyecek mi idi? Bu taarruz ve tesmimler yapılmasa idi, bu nefiy ve inzivalar olmasa idi, acaba hazine-i Rahmet-i İlahiye cûş-u huruşa gelmeyecek mi idi?... Fakat O bu halinden memnun, müteşekki değil…. ” (s. 97)
  • “Âlem-i insaniyet ve İslamiyet ve Haremeyn-i Şerifeyn’e asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk Milleti’ni çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskun olan havalide geçirmesind ebüüyk hikmetler, mana ve mülahazalar olsa gerektir.

   Âb-ı rûy-i Habib-i Ekrem için,

   Kerbela’da revan olan dem için,

   Şeb-i firkatte ağlayan göz için,

   Râh-ı aşkta sürünen yüz için,

   Risale-i Nur’a ve Üstada ve İslama zafer ver ya Rab! Âmin!”

             (s. 100)     

  • “Boyun bâlâ, gözün şehlâ, gören mecnun seni leylâ.

Sözün ferşte, gözün Arşta, gönül meftun sana cânâ.

Nikabın nur, nigâhın nur, kitabın nur senin ey nur
 Bağın Nursî, huyun munis, özün idris ferd-i yektâ.
 Açılmış gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül.
 Yazılmış üstüne Nur'dan
قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ
 Sana cânın fedâ etmez mi senden hem görenler hak,
 Sözün hak, hem özün hak, hem mesleğin hak, hem makamın Kâbetü'l-ulyâ. ”

    [xv]يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ

 

[i] Emirdağ Lahikası I , s.186 (Envar N.- İstanbul, 1996)

[ii] Bediüzzaman bu “zülcenaheyn” vasfını Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam için; külli ubudiyyeti ile dergah-ı İlahide kesret tabakatınını elçisi ve aynı zamanda kurbiyet ve risalet ciheti ile dergah-ı İlahinin kesret tabakatında memuru olması manasında Haşir risalesinde kullanmıştır. Hasan feyzi Ağabey, Mevlana Halid’den başka kendisini “zülcenaheyn” olarak vasfettiği yegane talebedir. Mekteb fenleri ile beraber İslam ilimlerine vâkıf olması da onu iki kanatlı kılmıştır.  Hem şeyhtir hem muallim.

[iii] Age s.186

[iv] Bu mektub “Konferans” adı ile müstakil yayınlanan kitapta, Bediüzzaman’ın kendi hakkındaki senakarane ifadeleri tayyedilmiş hali ile neşredilmiştir.

[v] Age s. 84 (50.mektub – erisale)

[vi] Yine aynı mektubdan

[vii] Age s.110

[viii] Konferans , Sözler Yayınevi İstanbul – 2004 s.79

[ix] Age s.81

[x] Age s.83

[xi] Age s.83

[xii] Age s.84

[xiii] Age s.85

[xiv] Age s.86

[xv] Saff Suresi 8.Ayet (61/8): “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum