Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Hasan Dağı’nda bir akşam vakti...

Uzun zamandan beri bir seyahat ihtiyacı duyuyordum, bir vesile çıktı ve birâderle yola çıktık. Yıllardan beri sılâ ziyaretlerine gidiş dönüşlerimizde yanıbaşından geçtiğimiz Hasan Dağı’na tırmanmak, orada bir iki geceyi geçirmek arzusu içimizde bir ukde idi. Yanımızda hanım ve çocukların olmayışından da faydalanarak bir gece Hasan Dağın’da kalmayı ve ertesi günü de dağa tırmanmayı kararlaştırdık...

Aksaray’da edindiğimiz bilgiler fazla ümid telkin etmiyordu. Dağın eteklerinde bir motelin olduğu, ancak bu mevsimde hizmet vermediği söyleniyordu. Buna rağmen şansımızı denemek istedik.

Çiseleyen yağmur’un altında, binsekizyüzlü  metrelerde Aksaray ve bütün bölgeye nazır bir doruğa inşa edilmiş Karbeyaz Oteli’ne akşamın alaca karanlığında vardık. Başı karlı ve sisli Hasan Dağı üzerimize devrilecek gibi, yanı başımızda göğe yükseliyordu. Üstümüze yıkılma vehminden imkân bulsam onu daha çok göğün bağrına saplanmış devasa bir mızrak gibi tahayyül edebilirdim. Karbeyaz Otel’inin çığ tehdidi altında olduğunu düşünmemek mümkün değildi. Otel ile zirvenin arasındaki bir kaç çukur ve büyük kayaların telkin ettiği emniyete rağmen çığ riskini yok saymak mümkün görünmüyordu.

Karbeyaz Oteli akşamın bu saatinde şark masallarından fırlamış, konduğu tepede bir kaç kanat darbesiyle havalanmaya hazır büyük ve büyüleyici bir masal kuşu gibi duruyordu. Bahçe kapısının önünde duran ve bir kasaba demircisinin elinden çıkmışa çok benzeyen paletli bir vasıtanın heybetini yanı başındaki eski pikabın yaydığı ıskartaya çıkarılmış olmanın hüznü gölgeliyordu. Bir hurdalıkta bile daha eskisine az rastlanır bu iki vasıtanın karlı ve fırtınalı bütün bir kış mevsiminde burada öylece bekleyişlerini, içten içe çürüyüşlerini düşündükçe onlardan bir parçaya inkılab ettim ve ızdırablarını öldüren bir soluk gibi ciğerlerime çektim.

İlk bakışta Karbeyaz Oteli metruk gibi görünüyordu, hayat alâmeti taşıyan hiç bir şeye sahib değildi; sessiz ve yalnızdı...  Halbuki bir bekçisinin olduğu söylenmişti.. Yağmur çiseliyor ve buz gibi soğuk bir rüzgâr iliklerimize işliyordu. Bahçe duvarından atlayıp ana giriş kapısına yöneldiğimde birâder alacakaranlığın bu yaşanması güç manzaralarını kaydetmek için kamerasını almış, duvarın üstüne çıkmıştı. Ana kapıyı heybetli bir mezar taşını döver gibi yumrukladım:

“Kimse yok mu?” diye defalarca bağırdım..

Hayır, bu büyük kapı sanki bir daha asla açılmamak üzere bir ölünün üzerine kapanan mezar taşı gibi duruyordu karşımda. Ümidsizliğime rağmen binanın ovaya bakan cephe tarafına geçtim. Üçüncü katta tek bir pencereden akşamın karanlığına meydan okuyan cılız aydınlığı görünce çöllerin kazazedelerinin sevincini yaşatan su vuslatı gibi bir sevinçle keyiflendim. Işık, hayat ve insandan haber veriyordu.
Alt küçük kapıya vardığımda içeriden seslerin aksettiğine de şahid oldum: Radyo veya televizyon açıktı. Küçük kapıyı daha bir ümid ve heyecanla dövüp daha yüksek sesle bağırdım:

“Kimse yok mu?”

Maalesef cevap alamıyordum, kimse yoktu... İçeriden akseden yüksek sesin işitlmeme mânî olduğunu düşünerek ana kapıya bir daha vardım. Zili olmalıydı. Evet zili vardı ve üst tarafına çivi yazısını andıran bir yazıyla Yavuz’un ismi ve telefon numarası yazılı bir karton iliştirilmişti. Hemen numarayı çevirdim ve nihâyet Yavuz’un, “Efendim!” diyen sesiyle canlanmaya başlayan ümidlerimin neşesine kapıldım.

“Neredesin Yavuz kardeşim? Otelin kapısında donmak üzereyiz!”

“Hocam, beş dakikaya varmaz gelirim; bekleyiniz!” dedi.

İliklerime işleyen soğuktan kurtulmak ve arabada ısınmak üzere hareketlendim; birâder de çekimlerini tamamlamış kendisini arabaya ancak atmıştı. Nisanın bu son günlerinde Hasan Dağı’nın eteklerinde Yavuz’u beklerken donmamak için kaloriferi en yüksek dereceye aldık.

Yavuz on dakika mı bekledik, yarım saat mı... Ne ehemmiyeti var? Akşamın alaca karalığı akan dakikalırın fırçasıyla siyaha boyandıkça Aksaray ve göz alabildiğince uzanan ovaya serpiştirilmiş köy ve kasabaların ışık şehrâyini eşsiz bir güzellikle canlanıyordu. Âdeta iki göğün ortasında bir yerde asılı kalmıştık. Üstümüzdeki gökte bulut ve yağmurun raksına altımızdaki gök ışık seli ile eşlik ediyordu. Yavuz gelmese de olurdu. Ama Yavuz içimizi kan ağlatan paletli ve eski pikaba inat yep yeni bir araba geldi.

Eski bir dost gibi karşıladı, hâl hatır sordu. Bir çırpıda burada oluşumuzun sebebini anlattık, otel ile ilgili bilgiler aldık.

Yavuz, Karbeyaz Oteli’nin bekçisi idi... Dağın dehşeti ve otelin yalnızlığını bütün bir kış yalnız başına yaşıyordu. Neler hissettiklerini, neler düşündüğünü merak sâikiyle konuşturmak istedim; şâhane bir yalnızlık romanı olabilirdi. Ama buna vaktimiz el vermiyordu.

Karbeyaz Oteli kışın sadece maceraperest dağcılara kapılarını açıyor. Dağa tırmanıyor, ısınma sistemine sahib olmayan otelin buz gibi odalarında tulumları içinde derin bir uykuya dalıyor, eklem ağrılarını dindirmeye, yorgunluklarını atmaya çalışıyorlar. Tulumlarımız yoktu. Yavuz, odaları gezdirirken ikişer battaniye daha verebileceğini söyledi. Elektrikli iki sobanın olabileceğini ümid etmiştik, ama yoktu. Çekip gitmeye gönlümüz el vermiyordu, donmayacağımızı düşünüyorduk, zâten yorgunduk, uzanıp derin bir uykuya dalacaktık. Derinden kanayan bir yara gibi zihnimizi sabah namazına bu soğukta nasıl kalkacağımız endişesi kanatıyordu.

Yine de kalmaya karar verdik. Ama açtık. Yavuz, aparatif, kahvaltılık türden bir şeyler ikrâm edebileceğini söylüyordu. Tercihimizi yedi kilometre aşağıda bıraktığımız köyün göleti kenarında alabalık yemekten yana kullandık. Yatmak üzere Karbeyaz Oteli’ne dönecek ve sabah Hasan Dağı’nın karlı zirvesine tımnacaktık. Lâkin ne gölet kenarında alabalık yemek kısmet oldu, ne de Karbeyaz Otel’inin soğuk odalarında ölüme çok benziyen derin bir uykuya dalmak... Başka bir zaman uğramak sözüyle Yavuz’a telefon açtığımızda gecenin karnını yararak ilerleyen arabamız Adıyaman istikametinde yol alıyordu.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum