B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

Hapishaneler okula nasıl çevrilir?

Bediüzzaman’a göre suçlular topluma nasıl kazanılır?

(Suçluların geri dönüşümü)

 

GİRİŞ

 

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile Adalet Bakanlığı bir protokol (31.03.2001) ile “cezaevlerinin ıslahhane olmasına” karar vermişlerdi. Bu protokol ile yapılmak istenen problemi kökünden çözmek değil elbette. Bu ne DİB’in, ne de Adalet Bakanlığının işi. Bu iki teşkilata düşen de bu kadar. Köklü çözümün adresi, nesillerin kaderini belirleyen Milli Eğitim Bakanlığıdır. 

 

70’ li yıllarda öğrendiğimiz bir slogan, bizi hapishane kelimesi ile tanıştırmıştı: “Her okul bir hapishane kapatır.” Hatta okulların dış cephelerine halkın görmesi ve okullara sahip çıkması için yazılırdı bu slogan...

Gel zaman git zaman, daha sonraları, beklenilenin aksine, hapishaneler hem dolmaya ve hem de

çoğalmaya başladı. Yanlış eğitimler ve yönlendirmeler, gençlerimizin gözlerini hapishanelerde açmasına neden olmuştu. Daha da beteri, binlerce genç anarşi yolunda can vermişti. Eğitimden beklenilen “iyi vatandaş yetiştirmekti.” Oysa sonuç, yaşları 40’u aşan herkesçe malumdur ki, bir müddet sonra, kural tanımaz ve isyankâr bir nesille tanıştık. Hem de “bunlar nereden çıktı?” dercesine...

 

1950’li yıllara kadar sistemde din eğitimi yoktu.  Okullarda bir yandan tarih aşağılanıyor; diğer yandan din yok sayılıyordu. Bu tarihlerde ekilen tohumların hangi acı meyveleri vereceği 20-30 sene sonra belli olacaktı...

 

Sosyologların, filozofların, din adamlarının sustuğu; bir kısmının makam ve mevki içinde debdebeli bir hayat yaşadıkları bir devir. İşte o tarihlerde bir maneviyat adamı, gelecekteki nesillerin imanını kurtarmak için çırpınıyordu. O, 1970’lere dikkati çekiyor. “Şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa elbette tokatları dehşetli olacak” (Nursi, Şualar, 1994: 241) diyordu. Dinsiz bir milletin yaşayamayacağını, mayası din ile yoğrulmuş bu necip milletin ise asla dinsiz olamayacağını, ama anarşist olabileceğine dikkat çekiyordu.

 

Bediüzzaman Said Nursi’nin, eğitimin birçok alanında olduğu gibi, hapishanelerde ve cezaevlerinde de beraber yaşadığı mahpusları eğitmesi, onları birer katil, cani ve eşkıya iken, vatana ve millete itaatkâr bir insan haline dönüştürdüğünü görmekteyiz.

 

1970 öncesi hapishanelerde iki türlü mahpus vardı: Biri “adi suçlu”; diğeri ise “163. madde mağdurları”.  ‘70 sonrasında ise bunlara anarşik-ideolojik suçlular da katılıyordu. ‘80 sonraları ise, siyasi suçlular... 1980 ihtilalinden sonra, nesli anarşilikten korumak için Din Dersleri zorunlu olarak ilk ve ortaöğretimde okutulmaya başlanıyordu. Ama diğer yandan Biyoloji veya Fen derslerinde Allah yerine tesadüf ve tabiat bir yaratıcı olarak verilirken, Darwin hala popülaritesini koruyordu. Bu da çarpık bir eğitim modeline bir örnekti sadece...

 

2000’li yıllara geldiğimizde, hapishanelerde adi suçlular ve ideolojik suçluların yanında, bu defa 312 mağdurları, yani düşünce suçu işledikleri için hapsedilenler var. Başta Sayın Mehmet Kutlular olmak üzere, yüzlerce mahkum 312. maddeden dolayı ceza almış durumda.

 

Günümüzde geçilen bir diğer uygulama ile hapishaneleri koğuş sisteminden (E tipinden), hücre sistemine (F tipine), hem de otel odası kadar güzel olmasına karşın, bir odaya kapatma iradesine karşı büyüyen tepki, 50’de fazla kişinin açlık grevinden dolayı ölmesine neden oldu.

 

19.06 2001 tarihli Milliyet Gazetesinin haberine göre,  İlahiyat Fakültesi mezunu olan eğitimciler, özel bir eğitim alıyorlar. Habere göre, bu eğitimcilerin ilk işleri cezaevi kütüphanesindeki “sakıncalı kitapları ayıklamak.” Ne demekse?

 

Mahkûmları insan, aile, vatan sevgisi, din ve ahlak konusunda eğitecekler. Mahkûmlara isteğe bağlı Kur’an dersleri verecekler. Dini vecibelerini yerine getirmeleri için de yardımcı olacaklar. (Herhalde abdest-namaz gibi vecibeler olsa gerek).

 

Her şeye rağmen, kökleri 1959 yılına kadar uzansa da, gelinen bu yeni noktada, yeni bir hamle ile adım atan DİB ile Adalet Bakanlığını kutluyoruz.

Bundan 60 yıl önce yazılan Meyve Risalesi (Nursi, Meyve Risalesi, 1999) isimli eseri, bu çalışmaya ışık tutması açısından kaynak kabul ettik. Yaşadığını yazan bir çağdaş İslam âlimi olan Bediüzzaman, ömrünü hapishanelerde, sürgünlerde, hiç tanımadığı insanlarla birlikte geçirmiş; Savcılar, Hâkimler, Hapishane Müdürleri, Gardiyanlarla muhatap olmuştu. Görüşümüz, hapishanede din eğitimi konusunda o,  en iyi yorumculardan biridir. Burada onun sesine kulak vermeyi yeğledik. Sanıyoruz ki, bu ses herkesin; devletin de, milletin de yararınadır.

 

İNSAN, SUÇ VE CEZA

 

İnsan ve ceza kavramlarının fıtrî anlamda birbirine yakışmadığı bir gerçektir. Yakışmaz ama insan ve hata, insan ve suç, insan ve kusur da birbirinden ayrılmaz birer olgudurlar. İnsan “nisyandan alındığı”; kelime anlamı itibariyle de unutulan bir varlık olduğu için, bu unutkanlığın doğal sonucu olarak kusur, hata ve suç işleyebilir. İnsan, kelime anlamı itibariyle, gerçek vazifelerini, Allah’a ve kanuna karşı gerçek görevlerini unutup, nefsine ve şeytana uymaya devam ettiği müddetçe de ceza var olmaya devam edecektir. Hayr ve şer, iyilik ve kötülük, doğru ve yanlış dünya yüzünde yaşamaya devam ettiği müddetçe, bir kısım insanlar iyiye, güzele, hayra ve doğruluğa talip olurken; bir kısmı da aksine, suç işlemeye, şerre ve kötülükleri işlemeye devam edeceklerdir.

 

Kâinatta asıl olan hayır ve güzelliktir. Şer ve çirkinlik değildir. İnancımıza göre, insana suç işletme iddiasıyla varlığını sürdüren şeytanın da yaratılış hikmeti insanların yeteneklerini, hayırda, iyilikte ve güzellikte kullanmaları konusunda sınanmasına vesile olmaktır. Dünyanın bir imtihan yeri olmasının bir nedeni de bu sınama konusunda hayra, güzelliğe ve iyiliğe yönelen insanlarla, şerre ve kötülüğe giden insanları birbirinden ayırmaktır. Böylece “mükâfat” ve “ceza” kavramları hem dini literatürde ve hem de diğer meslek dallarında yer bulur. Hayatta en büyük mükâfat, sahip olunan “şeylerin” devam etmesi, “ceza” ise devam etmemesi, kesilmesidir. Ancak hiç bir kimse, günlük hayatında bir yasaya veya bir trafik kuralına uymasından dolayı hayatının seyrinin değişmemesi dışında, ayrıca mükâfatlandırılmaz; ama uymasa cezalandırılır.

 

İnsanlığın yazılı olmayan en büyük hedefi suçsuz ve cezasız bir hayatın yaşanmasıdır. Bunun için temel çıkış noktası gereken altyapının kurulmasıdır. İşlenmemiş suç, ceza gerektirmez. Suçu, dışsal, yani bir başkasının, bir polisin müdahalesi olmaksızın işlememek değil; içsel, kalbinden ve aklından doğan bir engelle işlememek esastır. Bu da insanın yaşadığı toplumdan aldığı eğitim ve karakter yapısı ile doğrudan ilişkilidir.

 

Eğitim, suçlu değil, masum insanlar yetiştirmeyi hedef alır. Her eğitim sistemi de kendini bu masum duygularla ortaya koyar. Ancak, eğitim sistemlerinin suçlu mu yoksa masum mu olduğunu, ancak meyvelerinden anlayabiliriz. Tarih, özellikle bizim yakın tarihimiz ve içinde yaşadığımız eğitim sistemi, bunun örnekleriyle doludur. Eğitim, suçu işlemeden önleme faaliyetidir. Bunu bazen doğrudan, bazen da dolaylı bir şekilde yapar. Bir sistemin güvenlik ve adliye kolları da, eğitim sisteminin avucundan kaçan suçluları “pasifize” eder. Ancak, ideal eğitim, bir toplumun çoğunluğuna mutluluk ortamı hazırladığı ölçüde idealdir. Bunun temellerini de günümüz anlayışına en uygun yapılanma olan demokratik, insan merkezli ve özellikle biz doğuluların özelliği olan inancı inkar etmeyen bir anlayışla düzenler.

 

Suçu işlemeden önlemek anlayışına verilen bir “çarpık örnek” ise Nasreddin Hoca’nın testi fıkrasında dilden dile dolaşmıştır. Hoca su almaya gönderdiği çocuğuna bir de tokat atmış. Niçin tokat attığı sorulduğunda da ‘testiyi kırabilir demiş.’ ‘Henüz kırmadı ki?’ Sorusuna da, ‘ya kırarsa? Kırdıktan sonra tokat atmışsın ne fayda eder ki!’ Şeklinde cevap vermiş. Bu anlayış, her insanı potansiyel suçlu gören bir yaklaşımdır. Her insan suç işleyebilir. İşlememesi veya işledikten sonra boşu boşuna cezalandırılmaması için önceden cezalandırılması gerekir, anlayışını netice verir ki, bunun insani bir model olduğu iddia edilemez.

 

Suçu işlemeden önlemek eğitimin doğal bir sonucu olmalıdır. Eğitimi bu amaçla kullanmak da yanlıştır. İyi bir eğitim zaten böyle bir sonuç ortaya koyacaktır. Biz ne zaman, o küçücük sıralara oturttuğumuz ve çocuk dediğimiz yaratığı anlarsak, onun beynini eskimeye, hatta günümüzde ömrü en fazla üç ay olan kuru bilgi ile doldurmaya mahkûm edersek, inanın risk altındayız da farkında değiliz. 

 

Eskimeye ve değişmeye mahkûm bilgileri hikmete çevirecek, onlara bir anlam verdirecek olan manevi telkinlerdir. Sözgelimi, öğrencinin güneşle ilgili bilgisini, onu topaç gibi çevirip, insanın, tabiatın ve dünyanın istifadesine sunan bir Cömert Zata, her şeye gücü yeten bir Kadîre bağlamazsanız, o çocuk geleceğindeki hayat felsefesini anlamsızlık ve başıboşluk üzerine bina eder. Toplum hayatında bencil tutumlara ve insanlara karşı bir düşmanlık içine sürüklenmesi kaçınılmaz olur.

 

Günümüz Toplam Kalite Yönetimi anlayışına göre, hatanın oluşmadan önlenmesi asıldır. Dinimizin haram ve helal kavramlarını da bu şekilde değerlendirmek gerekir. Vücudumuza giren her şeyin, daha girmeden, haram mı, helal mi, besleyici mi, hijyenik mi... gibi ince elenmesi, bir nevi kontrollü bir hayata geçilmesi gerekir. Girdi kontrolü ve devamında süreçleri, yani hayatın devamını sağlayan tüm kritik kararların da kontrollü olmasından insan sadece yarar görür. Peşinden nice faydalar ve menfaatler gelecektir. Kısacası, “iş işten geçtikten sonra” son kontrolde defoları ayıklamak, insan ve toplum hayatı için çok pahalıdır ve geri dönüşümü de yoktur. Özetle, suçu oluşmadan ve cezayı da infaz etmeden önce defalarca düşünmek gerekir.

 

SUÇLAMADAN ÖNCE

 

Ülkemizde eğitimin en büyük eksiklerinden birisi “sosyoloji” bilimine önem vermeyişidir. Kendi ülkesini, insanlarını, insanların aklî ve kalbî özelliklerini, dinî ve dünyevî değerlerini, kültürlerini, tarihi mirasını, kızdığı ve sevdiği şeyleri... gibi temel özellikleri araştırmadan, incelemeden, kısacası sosyolojik verilerden faydalanmadan hükümler vermek, son asrın yanlışlarına temel teşkil etmektedir.

 

“Din hayatın hayatı hem ruhu hem esası, ihya-yı din ile olur bu milletin ihyası” diyen Bediüzzaman’ın

Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyanın dini temeller üzerinde yükseldiğini tespit etmektedir.

Peygamberlerin ekserisinin şarkta gelmesinin bir anlamını, yine, biz doğuluların bir özelliği olan hissiliğe ve kalbîliğe bağlar. Bizi harekete geçiren, motive eden, hayatımızı anlamlandıran şeyin peygamberin getirdiği ahlaki normlar ve dini kriterler olduğunu vurgular. Din, özelde iman, doğu insanının derisi, cildi gibi birbirinden ayrılmaz parçalarıdır. Said Nursi, 1920’lerde davet edildiği TBMM’de de bu vurguyu tekrar eder. Dinsiz bir milletin varlığını devam ettiremeyeceğini; milleti sevk ve idare edenlerin, milletin inanç ve değerlerine saygılı olmaları gerektiğini açıklar orada. Hatta Beytüşşebab aşiretinde yaşanmış bir Kaymakamın hikâyesini de anlatarak... Burada, isyan eden haydutların isyan nedeni ise Kaymakamın namaz kılmayışı! Özetle, kendisi uygulamasa bile, bu millet, yetkili kişilerin, inanca saygılı olmasını görmek istemektedir.

 

Said Nursi, Ortadoğu coğrafyasında yer alan kitlelerin sevk ve idarede, yine namazsız ve itikadsız insanların her zaman zorluk çıkarmasına dikkat çeker. “O namazsız ve itikadsız, yalnız dünyevi hapsi düşünen ve haram helal bilmeyen veya kısmen serseriliğe alışan adamların idare ve inzibatı (az da olsalar) daha zordur”. İnanç psikolojinde yer alan “itaat sırrı”na dikkat çekiyor ve bunun yönetimde nasıl kullanılacağını ifade ediyor. Nursi (1994) “bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idare ve inzibatı daha kolaydır” derken de yukarıda işaret ettiğimiz, toplam kalite anlayışının bir sonucu olan, suçu oluşmadan önlemek ilkesine dikkat çekmektedir.

 

Böyle bir sonuç, aslında bir “yönetim” olayıdır. Halkın yönetilmesinde anahtar kelime “kolaylaştırmaktır”. Çünkü suçlar, zorluğu veya zorlanılan engelleri aşmak için işlenir. Suç, kolaya kaçmak amacıyla işlenir. Çözüm, hayatı yaşamayı ve insanları yönetmeyi kolaylaştırmakla olabilir. Bu da demokrasinin gereklerinden olan halkın mizacı, karakteri, örf ve adetleri, gelenekleri, inançları mutlaka dikkate alınarak yapılabilir. İnanç gerçeği, sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın, özellikle kozmopolit yörelerinde de istifade edilen bir olgudur. 

 

ABD’ de öğrencilik yapmış bir yazarımızın şu cümleleri de bu gerçeği vurgulamaktadır:

“Bulunduğum şehrin merkezinde zenciler oturmaktaydı. Şehirdeki beş caminin birisi de bu zencilere aitti ve şehrin göbeğindeydi. Cuma namazlarına bu camiye giderdim. Yolumun üzerinde bulunan sokaklar, gündüzleri zenci serserilerin cirit attığı; geceleri ise her türlü pisliğin döndüğü alanlardı. Zaten ABD’ye giden insanlara bu tehlikeler önceden haber verilir ve tedbirli olmaları istenir. Hatta ünlü Harlem’e gittiğimizde başımıza takkelerimizi geçirmiş, Müslüman olduğumuzu göstererek, kötü bakışları lehimize de çevirmiştik. Çünkü onlar, orada sadece inançlı insanlara ses çıkarmıyorlardı.”

 

“Böyle bir şehrin en merkezi cadde ve sokaklarında bir tane cami olmasına karşın, onlarca küçük kilise

veya ibadethanelerin varlığı beni düşündürmüştür. Zencileri uyuşturucudan tutun her türlü zararlı davranışlardan korumak için “din”den başka çare olmadığı görülmüş ve bu durum, Kiliseler birliğinin,

hükümetle birlikte, bu tip yerlere karşı uyguladığı özel politikalardan biri haline gelmiştir.”

“Din” güzel ahlak demektir. Bütün dinler örf ve adetler müstesna, hemen aynı ahlakı emreder. Toplumsal hayatta insanların birbirlerinden emin olarak yaşamalarını sağlayacak hiç bir dünyevi kanun yoktur. Çok şiddetli zecri tedbirler bile, insanların suç işlemelerini önleyememektedir.” (Said Emre, Yeni Asya Gazetesi-Araştırma Dünyası, 1998)

 

Bu bilgiler ışığı altında, bir araştırmaya yer vermek gerekir:

Araştırma dindarlık ve suç işleme ilişkisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Araştırma ABD’de yapılmış ve ilginç sonuçlar veriyor: Çoğu yorumcuların gözlemlerine göre Amerikalılar dindar insanlardır." Kosmin ve Lachman'in (1993) raporuna göre, 113.723 insan üzerinde yapılan ankette, bu insanların sadece % 7.5'i "dinsiz" olduklarını belirtmişler.Lester'in 1988'deki araştırma raporuna göre ise, cinayet ve intiharların en düşük oranda seyrettiği eyaletlerde, halkın kiliseye devam etme oranı çok yüksek seyretmiş. Çoğu dinler, cinayet, intihar veya  karanlık ilişkileri yasaklaması sebebiyle, "intihar, tecavüz ve yasa dışı davranış oranları, dindar insanların yaşadıkları bölgelerde daha düşük" hipotezi ortaya konmaktadır. Kosmin ve Lachman'ın yazdıkları "Tek Millet, Tek Allah" (One Nation Under God) isimli kitaba göre, ABD’de 48 eyalette, insanların "dinsiz"liklerini söyledikleri bölgelerde yapılan istatistikler cinayet, tecavüz, intihar ve kanunsuz davranışlar gibi olayların çok yüksek boyutta olduğunu göstermiş. ( The statistical abstract of the United States. US Bureau of Census, 1992-1993)

Burada bize düşen, suç işlenmeden veya suçlamadan önce, “nedenler” üzerinde durmak ve çözüme kavuşturmaktır.

 

MAHPUSLARA DİN EĞİTİMİ

               

1-) DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN

 

HAPİSHANELERİN VİZYONU VE MİSYONU

 

Ömrünün çoğunu hapis ve sürgünlerde geçiren ve her bulunduğu hapishaneyi bir okula çeviren Bediüzzaman (1878-1960), hapishanelerin vizyonunu şu şekilde çizmiştir:

Vizyonu

“Hapishane; talebeleri mahpuslar, öğretmenleri hapishane müdürleri ve memurları olan, vatana ve millete terbiyeli, emniyetli, menfaatli adamlar yetiştiren, temas ettiği kitlelere ilim ve irfan dağıtan bir okul ve bir terbiyehanedir” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17)

 

Misyonu

“Cani, Eşkıya, Serseri, Katil, Sefahatçi, Vatana muzır (yıkıcı ve bölücü) olarak hapishaneye giren insanların terbiyeli, emniyetli ve menfaatli birer talebeler olarak mezuniyetlerini sağlamaktır.” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17)

 

Sonuç

Islah olmuş mahkûma, hapishane hayatı sonrası, toplumun yararına terbiyeli, emniyetli ve menfaatli vatandaş olduğuna dair bir Mezuniyet Diploması’ nın verilmesidir. Böylece, hem suçluluk psikolojisinden kurtulur; hem de iş ve eş bulmada kolaylık sağlanmış olur.

 

2-) EĞİTİM, MAHPUS PSİKOLOJİSİNİ DİKKATE ALMALIDIR

 

a) Hapsin hikmeti terbiye edici olmalıdır.

“Hapsin hikmeti terbiye olmalıdır” diyen Nursi (Asa-yı Musa; 13:1994), burada ceza kavramına dikkat çekmek yerine “terbiye” kavramına yoğunlaşmaktadır. Hapishaneye veya cezaevine düşen bir mahpus, hapse düşmesine neden olan hataları ve suçları muhasebe eder. Bu hatalarından dolayı, başkasına söylemese de, pişmanlık duyar. Kendi nefsiyle baş başa kalmış ve geçmişini sorgulayan bir mahpusta bu pişmanlık kalbî ve ruhî sıkıntılar doğurur.  Böyle bir mahpus, kalp ve ruhunun sıkıntısını gidermek için 2 seçenekten birini tercih eder:

 

Birincisi, ümitsiz ve karamsar bir ruh yapısına bürünüp, me’yusane bir hayat geçirmek ve bu durumu unutmak için ahlaki olmayan davranışlara yönelme;

İkincisi ise, ibadete yönelerek, manevi hazlarla meşgul olmak... Bu meşguliyetin sonucu olarak, onu hapse düşüren hatalara keffareten, Allah’ın affına sığınma gerçekleşir. Böylece ibadetlerle pekiştirdiği pişmanlığı ile hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması sağlanmış olur.

Hapishanelerde kaderin mahkûmu olmuş bu insanlara sunulacak en güzel servis, herhalde ikinci yol olmalıdır. Yoksa zaten perişan olmuş bu insanlara sefahat telkininde bulunmak en büyük kötülük olur.

 

b) Eğitim intikam alma duygusunu eğitmelidir

Bir mahkumun en ciddi ve en tehlikeli duygusu “intikam”dır. İntikam, doğu hissiyatın vahim yanlışlarındandır. Her duygunun bir intikam alma yolu vardır. Her uzvun da intikamı başka başkadır. Dilin, elin, ayağın ve diğer uzuvların intikamları farklıdır. En uç intikam biçimi ise, intikam duygusu beslediği hasmın ortadan kaldırılmasıdır.

 

Yalnızlığın ve muhasebenin bir sonucu olarak, mahkûm, hapse düşmesine sebep olan kişilere karşı bir kin ve adavet besler. Bu durum, düşündükçe şiddetlenir ve hatta kendi kendini yeme noktasında kadar çıkar. Böyle bir durumda intikam duygusunun galebe çalması kaçınılmazdır. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17) Burada verilmesi gereken eğitim, mahpusun önce iman konusunda mükemmele ulaştırılması ve ardından da bu intikam duygusunun yönünü olumlu düşüncelere çevirmektir. Bu da “hapis musibetinden tam intikam almak” olarak değerlendirilebilir. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17) Böylece bu duyguyu ortadan kaldırmak değil, mecrasını değiştirmekle müspete kanalize etmek mümkündür.

 

İntikam duygusunun dünyayı zindan etmesi (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17) gerçeğini de hatırlatarak, bu durumu yaşayan mahpusa verilecek en güzel eğitim şu cümlelerde ifade edilmektedir:

“Biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir iki saat müddet-i hapsi bir iki gün ibadete ve iki üç sene cezamızı, yirmi otuz sene baki bir ömre ve on yirmi sene hapiste cezamızı milyonlar sene cehennem hapsinden affımız vesile edip, fani dünyamızın ağlamasına mukabil, baki hayatımızı güldürerek, bu musibetten tam intikamımızı almalıyız.”  (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17) Böylece , mahpusların her zaman umudu olan af beklentisini, kuru ve siyasi olmaktan çıkarıp, gerçek “af yeri” olan ahirette, Cenab-ı Hakkın affetmesine gönderme yapmak yerinde olur.

 

c) Eğitim mahpusa içinde bulunduğu durumla ilgili neden- sonuç ilişkilerini analiz etmesini öğretmelidir

Suç işlemede öne çıkan iki temel neden vardır:

•Bir dakikalık intikam lezzetini tatmak

•Bir kaç dakika veya bir kaç saat sefahat lezzetine müptela olmak

Oysa bu kısacık sürelerde işlenen hatalar on beş, beş, on veya 2-3 sene hapis cezası ile cezalandırılmaktır. Burada mahpuslara ciddi bir kıyaslama ve hapis nedenlerini değerlendirme imkânı verilmektedir.Her iki temel neden de, hayatın her bir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak; bunları yaparken dünyaya geliş nedenleri, hayatın anlamı ve insanın görevleri gibi, “ince konuları”  düşünmemek; anlayışından kaynaklanmaktadır. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:18-19)

 

“Sefahat ve dalaleti tervic (reklam) ederek” başta aile olmak üzere, toplumsal dinamikleri sarsan gizli komitelerin tuzaklarına düşen binlerce insan, hayatının sonunu ya hapishanelerde, ya hastanelerde veya mezarlıklarda noktalamaktadırlar.Eğitimde, özellikle gençlere dikkat edilmelidir.  Çünkü suç işleme eğilimi gençlikte daha fazladır. Genç insan duygularıyla düşünmeye ve hareket etmeye daha yatkındır. Bu sebeple, gerek hür insanlar ve gerekse mahpuslar için, eğitim, sebep-sonuç ilişkileri üzerinde durmalıdır. Mesela; Haram sevmek işlemi, kıskançlık, ayrılık elemi veya karşılık görememe üzüntüsü gibi, insanı yıpratıcı sonuçları doğurur. Küçük lezzetlerin, zehirli bal gibi, hem çekici ve iştahlı olması ama sonuçta büyük elemleri doğurduğu gerçeği hatırlatılmalıdır. Bu eğitimi en iyi anlayacak mahpusun bizzat kendisidir.

 

Gençliğin kötüye kullanılması, haram-helal dinlemeksizin işlenen cürümler sonucunda hastanelere, taşkınlıkların sonucu olarak hapishanelere; kalp ve ruhu aç bırakılan, dolayısıyla kalp ve ruhun vazifesini yerine getirememesinden kaynaklanan sıkıntılarla da meyhanelere, sefahathanelere, ya da intihar gibi girişimlerden dolayı da mezaristana düştükleri  yaşanan gerçeklerdir.

 

Bu problemin çaresi olarak da helal dairesinin genişliği dikkate verilmelidir. Gençliğin iffette, istikamette ve hikmette sarf edilmesi ile suçtan kurtulmanın mümkün olacağı işlenmelidir.

Hayatının bu merhalesinde hapishane ile tanışan bir mahpusun da düşünmesi gereken konu budur. Eğitimle bu konu pekiştirilmelidir.

 

3-) EĞİTİM DİLİ MAHPUSUN ANLAYACAĞI BİÇİMDE OLMALIDIR

 

Mahpuslara verilmesi gereken eğitimin ilk şartlarından birisi, eğitsel kavramların netleştirilmesidir.

“Hapsin hikmeti terbiye etmek” olduğunda göre, eğitimi buna göre yapılandırmak gerekir. Bu tür yapılandırmada esas alınması gereken yaklaşım cezalandırıcı anlayış değil terbiye edici yaklaşım olmalıdır.

“Cezalandırıcı” gözüyle bakıldığında hapishane sosyal hayattan tecrit yeridir. Suçluyu, sevdiklerinden, dostlarından, normal yaşamından koparmak ve yalnızlığa, kendisi gibi suçlu insanların yanında “dünyanın kaç bucak olduğunu” görme yeridir.“Terbiye” gözüyle bakıldığında ise hapishane, bir ıslah ve hataları düzeltme yeridir. Daha derinlemesine

bakıldığında ise, hapishane ile dünya arasında bile ilişki kurulabilir. Buna göre, hapishane “çıkanlar ve girenler için muvakkat (geçici) bir misafirhanedir” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:14)

“Terbiye” gözüyle bakıldığında dünya ile hapishane arasında bir fark yoktur. Buna göre, “zemin yüzü acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:14)

 

Bir mahpusun gözünde en önemli olgulardan biri de ölümdür. Cezalandırıcı gözüyle bakıldığında, ölüm “insanı, bütün ahbabını ve akâribini asacak bir darağacıdır.” Terbiye gözüyle bakıldığında ise ölüm: “ Bir Bâki aleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir.” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:14)

 

Ölüm, kabir hayatı ile başlar. Cezalandırıcı gözüyle bakıldığında, kabir hayatı “karanlıklı bir haps-i münferid (hücre hapsi) veya dipsiz bir kuyudur.” Terbiye gözüyle bakılırsa, “bu zindan-ı dünyadan bâki ve nurani bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır.” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:14)

Burada kullanılan tüm kelimelerin hapishane ile ilgisine dikkati çekmek isteriz. Bir hapishane eğitimcisi, eğittiği insanın dilini anlamalı ve onun anlayacağı dilden konuşmalıdır.

 

Hapse düşmüş bir mahkumu teselli edecek ve bulunduğu konumdan onu bedenen değil ama zihnen ve psikolojik olarak çıkaracak tek şey, “düşünmektir”. Yukarıda verilen tanımlarda, bir mahkuma dünya, ölüm ve kabir hakkında takılan terbiye gözlüğü var. Bu gözlükle baktığında, çok gıpta ettiği dünyanın mahiyeti birden gözünden düşmekte ve arkasından dünya hayatına bir anlam kazandıran “varlık” sorgusu dahilinde, insanın içinde bulunduğu yer hapishane olsa dahi bir anlam ifade ettiğini görmektedir. Aynı anlam, dünya, ölüm ve kabir hayatı için de vurgulanmaktadır.

 

Bir hapishane koğuşunda mahkum olan bir beden yerine, düşüncenin sınırsız özgürlüğünü yaşayan bir üstün varlık haline yükselen bir mahkumun, bu aşamada yapması gereken  ibadet ve itaat etmek ve hapishaneyi bir okula çevirmektir.Nursi, burada mahpusların yaralarına tedavi olacak ciddi bir reçete sunmaktadır. O da “Kur’anın fermanlarını dinlemek, itaat etmek, terbiyenamedeki (Kur’an) duaları ve evradları okumaktır.” (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:17)

 

Mahkumun dilini konuşmanın önemine bir daha dikkat çekmek istiyoruz. Nursi’ nin kullandığı üç kelime var. Bunlar haps-i münferid, idam ve darağacı. “Haps-i münferid” kelimesini (hücre hapsi) “kabir” kelimesi ile karşılamaktadır. Her ikisinde de yalnızlığın ve kimsesizliğin hicranı vardır. Kabir için kullandığı “dipsiz bir kuyu” tabiri hadis-i şerifte, kabir hayatının cehennem çukurlarından bir çukur olması gerçeğine dikkat çeker. Özellikle bu kuyunun misafirleri “beka-i ruha inanan ama sefahate gidenler” olarak değerlendirilir. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:15)

“İdam” kelimesini ise, sefahat, haram, itikadsızlık ve fıskta devam edenlerin tevbe etmemeleri durumunda varacakları bir “son” olarak açıklar. Bu da “idam-ı ebedi” olarak tanımlanır. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:14) “Darağacı”  ise doğrudan ecel ile yorumlanmaktadır.

 

4-)  EĞİTİM KAPSAMI

 

Hapishanelerde din eğitimi kapsamında verilmesi gereken eğitimler şunlardır:

KONULAR

•Allah’ın varlığı ve birliği (iman ve tevhid)  eğitimi

•Ahirete iman eğitimi

•Peygamberimiz ve güzel ahlakını öğrenme eğitimi

•Kur’an öğrenme eğitimi

•Kadere iman eğitimi

•İbadetleri öğrenme eğitimi

•Kardeşlik duygularını geliştirme eğitimi

•Vatandaşlık;  haklar ve sorumluluklar eğitimi

 (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:22)

 

KONU HEDEFLERİ

 

•Ömür sermayesinin az ve yapılacak gerçek ve lüzumlu işlerin çok olduğunu kavramak;

•İnsanın küçük-büyük tüm canlılar ve dünya ile alakasının olduğunu anlayarak, görevlerini kavramak;

•En küçük daire olan kalp dairesinde daha büyük; cismen daha büyük dairelerde ise daha az görevler olduğu, ama çekiciliğinden dolayı bunun ters yüz olduğu gerçeğini bilmek;

•En büyük davanın ebedi hayatı kazanma-kaybetme davasının insanın başına açılmış olduğunu değerlendirmek;

•Bu zamanda imanla kabre girmenin zorluğunu bilmek; imanla kabre girmenin emin yolarından en emniyetlisinin imanî eserleri okuyup, idrak etmek ve yaşamakla mümkün olduğunu kavramak;

•Suç işlemeyi önleyecek en önemli engelin Allah sevgisi ve Allah korkusu olduğunu bilmek;

•Suç işlemeyi önlemenin en önemli yolunun, duyguları kontrol altında tutmak olduğunu kavramak

•Kuvvetli bir iman ve ahiret inancının kişide suç işlemeyi engellediğini bilmek;

•Allah’ı tanıyan ve ona itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyar; Onu unutan saraylarda da olsa zindanda olduğunu kavramak ve inancın huzurunu hissetmek. (Burada zindan ve saray kavramlarının zihinde oluşmasını görüyoruz. Bir nevi drama yoluyla, sanal ortam oluşturmak; hapishanede bulunan bir kişinin hayal ettiği bir saraya yerleşmek istemesine karşın, mekan olarak sarayın bir anlam ifade etmediğini, kişi imanlı ise, zindanın da bir saraya dönüşebileceğini; ama aksinde, iman olmadığı takdirde sarayın da bir zindan hükmünde olabileceğini sanal gerçeklikle ifade ediyor.  (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:32)

•Her mahkum kendini mazlum ve suçsuz addeder. Bu psikoloji içinde bulunan bir mahkuma karşı yapılması gereken telkin, intikam beslediği, hapsine sebep olan insanlardan intikamını ebedi hapis olan ahirette, yani cehennemde alabileceği inancına çekerek, mahkumu yönlendirmek;

•Dünya hayatında imtihan olan insanların bir mükafat ve mücazat ile hayatlarının son bulacağı gerçeğini hatırlamak. (Böylece, suçunun cezasını çeken bir mahpusun suç-ceza ilişkisi kapsamında, imansızlık suçu ile cehennem hapsini; iman ile de cennet mükafatını alması gerçeğini hatırlatmak. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:34-42)

•Allah’a ve ahirete imanı Allah’ın güzel isimleriyle açıklamak. Burada Sultan-ud-Deyyan (hakkını bilen hakkını veren), Rububiyet-i Mutlaka (Mutlak terbiye edici), Rahim (Merhamet eden) ve Kerim (İkramı bol), Adl ve Adil Adaletli), Hakim ve Hakem (Hikmet eliyle iş gören), Semi’ ve Mucib (Her dertlinin derdini ve âhını işiten ve cevap veren), Vaîd ve ahid (sözünü tutan) isimleri ile diğer güzel isimleri yansımaları ile (tecellileri) bilmek ve kavramak

•Ebedi cehennem hapsinin, mahpusların gözlerinde büyüttükleri, içinde yaşadıkları hapisten daha ciddi bir

cezalandırma yeri olduğunu kavramak. (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:49-66)

•Kadere iman etmekle insanın kederden ve hüzünlerden emin kaldığını kavramak;

•Peygamberimizin hayatını bilmek ve onun güzel ahlakını kavrayıp, benimsemek  ve uygulamak

•Peygamberlerin hayatlarını bilmek ve örnek davranışlar kazanmak. Bu kapsamda Hz.Yusuf’un hapis hayatından dersler çıkarmak. Hz. Eyyüp peygamberin sabrını örnek almak. Diğer peygamberlerin de çektikleri sıkıntıları kavramak.

•Yüce kitabımız Kur’anı öğrenmek, sure ve dualarını ezberleyerek, namazlarda okumak

•Topluca (cemaatle) namaz kılarak kaynaşmayı sağlamak

•Hem peygamberimizin ahlakından ve hem de diğer peygamberlerin hayatlarından öğrenilen güzel davranışları,  aynı mekanda yaşayan diğer mahpuslarla paylaşmak.

•Hapishane hayatı sonrası, mahkumların toplumsallaşmasını, aktif birer vatandaş olmalarını; hapishaneden bir meslek (sanat) sahibi olarak mezun olmalarını sağlamak.

 

Eğitim Metotları

 

•Eğitmen konuları hazmetmiş olmalıdır

•Eğitmen mahkum psikolojisini bilmeli; esnek, sabırlı ve sevecen olmalıdır.

•Anlatım-dinleme (vaaz) tarzı yanında, karşılıklı soru cevap yöntemiyle, derse aktif katılım sağlanmalıdır.

•Örnek olaylar üzerinde düşünme ve müzakere yöntemine yer verilmelidir. Bunu yaparken, mahkumun yarasını deşecek üslûptan kaçınılmalıdır.

•Ders ve konuya göre, drama yoluyla değişik senaryolara yer verilmelidir.

•Görsel araç-gereçlerden faydalanılmalıdır.

•Mahkuma tefekkür alışkanlığı kazandırılmalıdır.

 

Bireysel ve Toplu Etkinlikler Kapsamı

 

•Kur’an-ı Kerim okumak

•Namaz  ve diğer ibadetleri yerine getirmek

•Toplu sohbetler yapmak

•Her mahkuma ödev hazırlatmak ve hazırladığı konuyu sunmasını sağlamak

•Bireysel ve toplu, imanı güçlendirecek eserler okumak

•Seminer ve konferans düzenlemek

 

Bireysel veya Toplu Okunacak Kaynaklar

 

•Kur’an-ı Kerim ve Meali

•Hadis Kitapları (Kütüp-ü Sitte)

•Meyve Risalesi (Bediüzzaman said Nursi, 1999, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat)

•Asa-yı Musa (Bediüzzaman said Nursi, 1994, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat)

•Lem’alar (Bediüzzaman said Nursi, 1994, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat)

•Mektubat (Bediüzzaman said Nursi, 1994, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat)

•Diğer tefsirler ve dini muhtevalı kitaplar

 

Sonuç

 

Bu çerçevedeki bir programın yürütücüsü de elbette sadece dışarıdan destek veren din adamları olmamalıdır. Hapishane müdürleri ve memurları yanında, hapishane psikologlarının da tam desteğine ihtiyaç vardır. Bu çalışmada görev alarak fedakarlık yapan bahtiyar müdürleri, gardiyanları ve diğer görevlileri; mahpusların terbiyelerine nezaret eden, şefkatli rehberlik yapan birer istikametli öğretmen olarak tanımlamak da yanlış olmaz (Nursi, Meyve Risalesi, 1999:22).

 

Önemli Not: Bu araştırmadan istifade ederek varsa bir tüzel kişilik adına (Dernek, Vakıf vb.) şehrinizdeki hapishanelerin yönetimleri ile işbirliğine giderek AB Grundtvig Projeleri (Yetişkin eğitimi) kapsamında bir proje olarak sunabilirsiniz. Söz konusu projeler hakkında detay bilgi almak, örnek proje formatları bulmak ve AB’ne üye ülkelerden konuya ilgi duyan en az 3 ortak bulmak için www.ua.gov.tr web sitesinden detaylı bilgi alabilirsiniz.

 

KAYNAKLAR

Joubert, C.E. (1994). Religious nonaffilication in relation to suicide, murder, rape, and illegitimacy.

Psychological  Reports, 75, 10.

Kosmin, B.A., & Lachman, S.P. (1993). One Nation Under God: Religion in contemproray American

Society. New York: Hormony Books.

Lester, D. (1988). Religion and personal violence(homicide and suicide) in the USA. Psychological

Reports, 62, 618.

Nursi, B.S. (1993). Sözler,Yeni Asya Neşriyat, İstanbul

Nursi, B.S. (1999). Meyve Risalesi, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul

Nursi, B.S. (1993). Asa-yı Musa,Yeni Asya Neşriyat, İstanbul

Ciarrocchi, W.J.(2000).  Psychology and theology need each other. (Brief Article)

Gilligan, J. (2000). Punishment and Violence: Is the Criminal Law Based on One Huge Mistake?

Pinker, S. (1999). Whence religious belief?(Special Issue: Science and Religion: Conflict or Conciliation?)

 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.