Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Hangi hürriyet?

XX. yüzyıl ve onu takip eden XXI. yüzyıl bütün dünyada olduğu gibi İslam dünyasında da içtimai, siyasi, kültürel ve hukuki alanlarda radikal değişim ve dönüşümlerin yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği yüzyıllar olmuştur/olmaktadır. Radikal değişim ve dönüşümler sancısız olmaz. İslam dünyasının hal-i hazırdaki vaziyeti bunun müşahhas bir delilidir. Hususan Batı menşe’li değişimlere karşı İslam dünyası, Bediüzzaman’ın yerinde tespiti ile(1) , “… müstenkif ve soğuk davran[makta] ve kabulünde ızdırab çek[mektedir].”

Çağımızdaki en önemli değişimlerden biri medeniyet, fazilet ve hürriyetin insaniyet âleminde galebe çalmaya başlamasıdır.(2) Bediüzzaman çağımızı bu zaviyeden “tasallut-u medeniyetin zamanı” olarak isimlendirmektedir.(3) Lügat manasıyla “Musallat olmak, birini rahatsız etmek ve zorbalıkla hareket etmek” anlamlarına gelen (4) “tasallut” kelimesiyle medeniyetin aynı terkip içinde kullanılması yukarıda bahsi geçen müstenkif duruş ve ızdırabın sebebini az çok hissettirmektedir. Bu durumda yapılması gereken, tasallutuna karşı koyamadığımız “medeniyet, fazilet ve hürriyet” mefhumlarını kendi zaviyemizden “vahyin aydınlığında” yeniden tanımlamak belki de “tevhidî duyarlılıkla” yeniden formatlamak olmalıdır.

Yazının başlığında sorulan soruyu şimdi yeniden sormak gerekiyor galiba: “Hürriyet mefhumu”nu bir Müslüman nasıl anlamalıdır? Hürriyet; “…sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve heva-i nefse ittiba’da serbestiyet …”(5)  midir? Ya da hürriyet -o çok meşhur tarifiyle-; bir insanın, başkasına zarar vermemek şartıyla, her nevi sefahet ve rezaleti işleyebilme serbestiyeti midir? Oysa böylesi bir hürriyet, hürriyet değil, belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadı altına girmektir ve nefs-i emareye esir olmaktır.(6)

Bu hürriyet tarifi günümüzde, özellikle Batılı gelişmiş ülkelerde gündemi meşgul eden bazı etik tartışmalara kaynaklık etmektedir. Mesela, bir insan başkalarına zarar vermemek şartıyla kendi hayatına son verebilme hakkına sahip midir? Ya da bir insan başkalarına zarar vermemek şartıyla beden ya da akıl sağlığına zarar verebilir mi? Batı toplumlarının günümüzde yaşamakta olduğu ahlaki dejenerasyon ve toplumsal buhranlar büyük oranda hürriyet mefhumunun su-i tefsirinden kaynaklanmaktadır.
Eskilerin tabiriyle- “efradını cami ağyarını mani bir hürriyet tanımı” yapmak gerekirse(7); “… hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın (…) kanun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun.” Böyle bir hürriyet anlayışı her ruhu kendisine âşık ettirir ve ancak medeniyet, marifet, adalet, eşitlik, fazilet, güzel ahlak ve İslamiyet sacayakları üzerine inşa edilebilir.(8)

Bediüzzaman’ın bu tarifinde hürriyetin temel karakteristikleri yer almaktadır. Şöyle ki:

1. Hürriyetin ilk sınırı kendi nefsine zarar vermemektir. Zira inanç sistemimize göre yaratıcının bizlere in’am ettiği vücut, cisim, aza ve mal gibi ihsanlar istifademiz için muvakkaten elimize verilmiş, temlik edilmemiştir.(9) Dolayısıyla istifademiz için emaneten bize verilmiş olan hayatımıza intihar ile hatime çekemeyiz, gözümüzü çıkaramayız, beden ve akıl sağlığımızı tehlikeye sokabilecek hareketlerde bulunamayız.

2. Hürriyetin diğer bir sınırı başkasına zarar vermemektir.
3. Hürriyette kuvvet kanundadır ve mer’i hukuk kuralları dışında kimse kimseye tahakkümde bulunamaz ve hiçbir fert başkasına tezellüle tenezzül etmez.(10)  

4. Herkes hukuk önünde eşit statüye sahiptir, hiçbir zümreye ayrıcalık tanınmaz ve her ferdin hayatı ve hakları koruma altındadır. Gerçek hürriyet ortamında denklik ve eşitlik fazilet ve şerefte değil, hukuktadır. Hukuk karşısında ise şah ile geda eşit statüdedir.(11)  Hiçbir fert sahip olduğu imtiyaz ile başkasına haşere nazarıyla bakmaz.(12)

5. Her fert, yazılı ve yazısız toplumsal kuralların belirlediği sınırlar içerisindeki meşru hareketlerinde şahane serbesttir. Kurallarla sınırları çizilmemiş bir hürriyet ise vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır.(13) Böyle bir ortamda cahil efrat ve avam kayıtsız hür ve şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olurlar.(14)

“Tevhide duyarlı” bir hürriyet iklimi fertlere yüksek hedefler sunar, onları o yolda çalıştırır, ulvi hisleri heyecana getirir, teceddüt ve temeddün meyillerini canlı tutar, insaniyete layık en yüksek kemalata ulaşmaya motive eder ve en önemlisi, her türlü istibdadı parçalar.(15)  Fertlerin zihinlerini deli gömleği misali sarmalayan her türlü zinciri kıran bu iklim, terakkiye mani bütün setleri yıkar, fertlerin küçücük zihin dünyalarının sınırlarını ufukları zorlayan, ötelerin ötesine yol bulup aşan bir vüs’ate ulaştırır.(16)  Bu hürriyet iklimi hürriyet-i ilmiye, vicdan hürriyeti, fikir hürriyeti, din hürriyeti ve muhakemenin tarafsızlığı gibi esaslar üzerine müessestir.(17)  Bunlardan herhangi birindeki eksik veya kusur hürriyet iklimini doğrudan etkileyecektir.

Son olarak, inanan insan tam manasıyla hürdür. Zira kâinatın yaratıcısına kul ve hizmetkâr olan bir fert diğer insanlara boyun eğmeye tenezzül etmez ve Yaratıcının kullarının, hatta canlı cansız bütün varlıkların, hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeye de onun imanından gelen şefkati müsaade etmez. Hâsıl-ı kelam, Bediüzzaman’ın ifadesiyle(18) ; “… iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet...”

DİPNOTLAR:
1-Sünuhat, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 75.
2-Münazarat, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 29.
3-Divan-ı Harb-i Örfi, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 74.
4-Abdullah YEĞİN, Yeni Lügat, İstanbul: Hizmet Vakfı Yayınları, 1997, s. 686.
5-Divan-ı Harb-i Örfi, s. 70.
6-Münazarat, s. 19.
7-Münazarat, ss. 20,22.
8-Münazarat, s. 22; Divan-ı Harb-i Örfi, ss. 70, 76.
9-Bu mevzua dair şayan-ı dikkat bir değerlendirme için bakınız: Barla Lahikası, İstanbul: Envar Neşriyat, s. 327.
10-Aynı minvaldeki değerlendirmeler için bakınız: Hutbe-i Şamiye, İstanbul: Envar Neşriyat, ss. 35, 61-62; Divan-ı Harb-i Örfi, s. 41; Münazarat, s. 23.
11-Münazarat, s. 30
12-Divan-ı Harb-i Örfi, s. 32.
13-Hutbe-i Şamiye, s. 97.
14-Divan-ı Harb-i Örfi, s. 17.
15-Hutbe-i Şamiye, s. 34.
16-Divan-ı Harb-i Örfi, s. 75.
17-Aynı minvaldeki değerlendirmeler için bakınız: Şualar, İstanbul: Envar Neşriyat, ss. 280, 350, 363, 367, 432; Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Envar Neşriyat, ss. 228, 651.
18-Münazarat, s. 23.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum