Haklı olmak, haklı kalabilmektir en çok da!

Günden güne kitlesel bir ayıba dönüşen bir söylem, git gide boğazımızı sıkıyor. Haklılığını haksız kelamına mazeret gören bir yanlış, üstelik de ‘ana gövdeye’  dost görüntüsüyle sazı gittikçe eline alıyor.

Sözün güzelliği kısalığındadır; dindar/dini hassasiyetlere sahip kimi insanların basında ve sosyal medyada yer alan bazı yorum ve paylaşımlarından söz ediyorum. Dinin ve dindarın nezahetine hiç yakışmayacak sözler, bir çoğunun üzerinde oynanmış garip/çirkin resimler veya vebal gözetmeyen ‘özdeyişler’, kısacası: “yanlışa yanlışla mukabele” tanımına tam örnek bir dolu yanlış iş ve eylem..

Sorsan, ‘bir yanlışı eleştiri ya da münker bir hususu ifşa gayreti’ diye açıklanacaklar ama, ortaya çıkan/ortada olan şeyin tarifi ise ne yazık ki sözlüklerde “hakaret” maddesiyle eşdeğer.

Şu sıralar güncel oldukları için, özellikle de bazı gruplara yönelik çoğu daha baştan “bağcı dövmeye” yeminli paylaşımları ve beyanatları kastediyorum daha da açık ifadeyle. Ve bunları da, son yıllarda memleketteki pek çok karar dönemecinde ehl-i dinin kahir ekseriyetiyle ters düştüklerine inandığım her iki gruba da organik bir mensubiyeti olmayan-üstelik de kendilerine pek çok itirazı ve eleştirisi bulunan birisi olarak söylüyorum: Evet, artık görmemiz gerekiyor ki, o tür hakaretamiz paylaşımlar bazen benim gibi ‘hariçten gazelcileri’ bile yaralayan bir doz ve üsluba girmiş durumdalar!.

Dahası, aslı itibariyle “din, dindar, Müslümanlık, cemaat” gibi değerlere halel getirmek de demek olan bu “haklıyı haksız kılan” hakaretli paylaşımlar karşısında, acaba diyorum çoğu zaman; Hz. Musa ve Hz. Harun aleyhimüsselam’a “firavuna karşı bile” kavl-i leyyinle (tatlı ve yumuşak bir tarzda) konuşmayı emreden (Taha S., 20/44) o İlahi buyruğu özellikle de böylesi imtihanlarımızda kolektif bir unutma ameliyesine tabi tutma cüretimiz nedendir acaba?

Nedendir, “Onların Allah’tan başka yalvardıkları tanrılarına hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a hakaret etmesinler, ...” (En’am S., 6/108) fermanıyla müşriklerin “ilah bildikleri şeylere dahi” hakaret etmemiz bize yasaklanmışken; bize ne oluyor ki, müminlerin görüşlerini, tavırlarını, tercihlerini, siyasetlerini veya akıllarını beğenmediğimiz liderlerini veya değerlerini çoğu zaman ancak hakaret ederek eleştirebiliyoruz acaba?

Oysa hakkı ve doğruyu batıl ve yanlış yollarla, yani mümine yakışmayacak tarzlarda ‘savunuyor’ olmanın bir cezası da, karşı çıkılan o yanlışın bu kez de inat ve husumetle savunulması değil midir haliyle?.

İşte, ‘başkaları neyse de’, bu gerçeği bildiğinden emin olunan kimselerin de aynı hatayı –hem de artırarak- sürdürüyor olmaları, memlekette yeşermeye yüz tutmuş mümin ümidi adına endişeye sevk ediyor insanı zaman zaman. Dahası, doğru şekilde itiraz ettiğimiz yanlışlara git gide yanlışlarla karşı çıkılması, doğruluk yanındaki konumumuzu sarsacaksa eğer, bunun vebali en çok da karşı çıkışın üslubunu ve araçlarını doğrudan saptıranlaradır muhakkak.

Elhasıl, tamir ve ıslah niyetiyle yola çıkmış bir “eleştiri arabası”, ‘karşı tarafın’ yanlışları mazeret kılınarak tahrip sokağına sapmış bir ‘hakaret kağnısına’ (ç)evrilmeye başlamışsa eğer, bu, (ve bunun ihtimali bile) üslubumuzu, eleştiri araçlarımızı ve hepsinden de önemlisi niyetimizi tekrar düzeltmemize dair bir ihtardır zannımca. Zira koca bir insanlık tarihi bile, haklı başlangıçlardan ziyade haklı bitirişlerin önemli olduğunu anlatan bir vakıalar tarihidir bize!.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum