Hafızai beşer

Gazetelerde yazdı. Ekranda izlenme rekoru kıran dizilerin çekildiği konak ya da villalar merak konusu oluyormuş.
Öyle ki, internette ya da emlakçılarda “Aşk-ı Memnu’nun sokağında kiralık ev” şeklinde ilanlar bile verilmeye başlanmış.
Daha önce de “Asmalı Konak” dizisini merak edip, dizinin çekildiği konağı ziyaret edenler vardı.
Ne oldu?
Unutuldu.
Televizyon dipsiz bir kuyu gibi… Tüketir, kullanır ve unutturur.
Aşk-ı Memnu dizisi şimdilik gündemde. Gerçi, dizinin konusu baştan sona gayr-ı ahlaki… Toplumda karşılığı yok. Gün gelir, magazin programlarında attıkları her adım haber malzemesi olan kişiler de unutulur.
İnsanlar önce merak eder, sonra unutur.
Çünkü, “hafızai beşer, nisyan ile maluldür.”

ISLAK İMZA, NASA’YA!

Albay Dursun Çiçek… Belki son iki ayda en çok konuşulan isim.
Hani “Îrtica ile Mücadele Eylem Planı” belgesindeki imzanın sahibi.
Her ne kadar imzayı inkar ediyor olsa da, bilirkişi raporları ve mahkeme kararı imzanın Çiçek’e ait olduğuna kanaat getirdi.
Hatta, askeri mahkeme bile…
Ama o, inkara inatla devam ediyor.
Çiçek’in aynı zamanda avukatı olan kızı İrem Çiçek, “ıslak imza”nın incelenmesi için yurt dışına gönderilmesini istemiş.
Ne değişecek anlamıyorum.
Peki, diyelim “yurt dışı”na gönderildi. İmza yine Çiçek’e ait olursa ne olacak?
Bu sefer “Nasa”ya, yani uzaya mı gönderilmesini isteyecekler?
Bu inkarcılıkta inat nereye kadar merak ediyorum.

TOPLUMU DEJENERE EDEN HASTALIK

Ne demişti Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye:
“Eşcinsellik bir hastalıktır, tedavi edilmeli.” (Basın)
Vayy! Sen misin bunu diyen?
“Urun ha, yaşatman” naraları atılmaya başlandı. Bir kısım medya “pembe” baltalarını çıkararak, bakana yüklendikçe yüklendi.
CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ise:
“Eşcinsellik hastalık değildir. Hatta kuvvet komutanı bile olabilir” dedi.
Hemen, Pembe Hayat ve KAOS-GL Dernekleri temsilcileri Sevigen'i TBMM'deki odasında ziyaret ederek, kendisine teşekkür etti. Yine o malum medya, allayıp/pullayıp manşetten verdi bu haberi.
CHP bu… İlla her şeye muhalefet edecek ya.
Bakanın sözlerine kızıp bağıracağınıza, bilim adamlarına ve bu konuda eğitim görmüş uzmanlara gidin, sorun:
“Eşcinsellik bir hastalık mı” diye?
Toplumu dejenere eden her türlü sapıklık, hastalık!
Yeryüzündeki bütün dinler bunu söyler.
Kötü alışkanlıklardan sayılan sigara için bütün kurum ve kuruluşlar seferber olurken, toplumu içten içe çürüten ve hatta kavimlerin helakine sebebiyet veren bu “sapıklığa” niye topyekün tedbir alınmasın?

MEDYA VE İFŞAAT

Önce gazeteci/yazar Ergun Babahan’dan bir açıklama geldi:
“Fatih Altaylı ile Tuncay Özkan, MİT ajanıydı.” (Basın, 15.03.10)
Sonra; gazeteci/yazar Fatih Altaylı’dan, Babahan’a cevap gecikmedi. Hatta öfkelendi:
“Türk basınının en derin çukurundaki adam.” (16.03.10)
Bu sefer Babahan sordu:
“Sen ‘Kod adı Siyah’ olan Mit ajanı mısın?” (17.03.10)
Cevap:
“İnsanlığın yüz karası.”
Buyurun bakalım. Biri “iddia” ediyor. Öteki, öfkeleniyor, ama “hayır ben ajan değilim” diyemiyor. Muhataplar kavga ederken, bir bakmışsınız bir kısım sırlar “faaş” edilmiş, ortalığa dökülmüş.
“Yalaka, düzenin adamı, haysiyetsiz” diye.
Ne diyelim:
Tencere dibin kara…
Seninki benden kara!

DARBE MEDYASI

Gerek eski medya patronu Dinç Bilgin’in gerekse “çok satan gazetenin” eski yayın müdürünün açıklamaları gösteriyor ki, 28 Şubat gibi ağır bir travma döneminde gazete patronları Ankara’da ihale yarışına dalmış.
Medya üzerinden güç sağlama, ilişki kurma, siyasete yakın durma işleri ile bu günkü sistemi kurmuş bunlar.
Her ne kadar konjonktür değişmiş; gazetelerin artık haber saklama lüksü sona ermiş gibi görünüyorsa da, medya hala bir güç… Arınması ne kadar sürer bilinmez.
Ergun Babahan’ın (Sabah Gazetesinin eski Yayın Müdürü) sözlerini hatırlatalım:
“28 Şubat süreci gazetecilerin hem ruhunu satın aldı hem de onları çok pasifize etti. Manşetler değiştirilebiliyor, her şeye müdahale edilebiliyor. Kimse itiraz etmiyordu.”
“Mafya bile gazetecileri ve patronları doğrudan tehdit ediyordu o dönemde.”
Hatırlıyorum.
Ben de tehdit edilmiştim.
Öldürülen bir mafya babasının eşi, eğlence sektöründe gayr-ı ahlaki organizasyonlara el atmıştı. Bunu kendisine yakıştıramadığımı lisan-ı münasip bir dille köşeme taşımıştım.
Ertesi gün o bayandan tehditvari bir telefon geldi. Kimyam bozulmadı. Ama bu görüşme, mafyanın köşe yazılarını çok dikkatle takip ettiklerini anlamama yardımcı oldu.
Asker “demokrasi” yazanlara müdahale ediyordu.
Mafya ise “organize işler”i…
Neyse ki, bu düzen uzun sürmedi. Şimdi mafyanın önde gidenleri hapiste. Siyasete düzen vermeye çalışan “Ergenekoncular” ise yargıda.

MANEVİ HASARA HAZIR MIYIZ?

Olası bir deprem karşısında İstanbul’da olası hasar tesbiti yapılmış.
Depremin 7.5 büyüklünde olması durumunda Zeytinburnu’nda 8 bin, iç kesimdeki Bayrampaşa- Bahçelievler- Güngören ilçelerinde 22 bin 540, Fatih’te 4 bin 700, Küçükçekmece’de 8 bin 50 binanın ağır hasar görmesi veya yıkılması bekleniyor…muş.
Görünen o ki, İstanbul’un 125 binadan 44 bini, 7.5’luk sarsıntıya dayanamaz!
Peki, manevi hastalıklarımıza karşı biz ne kadar dayanıklıyız?
Bu konuda hasar tesbiti yapılabilmiş midir?
Sanıyorum, bu alanda ciddi bir çalışma yok. Ama olması elzem.
Olası bir manevi hasara karşı tedbirimiz olmalı.
İşte Risale-i Nur işte burada ehemmiyet arzediyor.
Kur’anın tefsiri, çağın hastalıklarına deva Risale-i Nur’u görmezden gelmek depremden daha tehlikelidir. Çünkü, bu zamanda, bu çağın hastalıklarına tek ilaç var, o da Risale-i Nur’dur.

ÖLÜM OYUNU

“Ölüm Oyunu” adı altında Hollywood’da defalarca çekilmiş korku filmleri var…
Ama bahsedeceğimiz konu, bir film değil.
Tam tersi, bu isimde bir yarışma programından bahsedeceğiz.
“France 2” kanalı için çekilen “Ölüm Oyunu” kurmaca bir yarışma programı…
Bunun için stüdyo hazırlanmış. 80 yarışmacılara yanlış cevap veren grup “rakip” yarışmacılara “elektrik vererek” onları sınıyor.
Aslında bu bir deney.
Bir deneyin parçası olduklarını bilmeyen salondaki izleyiciler de “elektrik şoku” sırasında galeyana gelerek “ceza, ceza” diye bağırmış. Aslında yarışmacıların rakipleri profesyonel aktörler ve elektrik şoku da sahte…
Belgesel ekibinde yer alan psikolog Jean-Leon Beauvois, amaçlarının televizyonun manipülatif gücünü göstermek olduğunu belirtiyor ve şu sonuca varıyor:
“Televizyon gücünü kötüye kullanmaya karar verirse herkese her şeyi yapabilir.”
Fransız psikolog haklı.
Televizyon deyip geçmemeli.
“Psikolojik işkence” aletine dönüşebilen bu ekranlara biz Türkler nasıl dayanmışız bir hatırlayın.
Ekranlar “askeri vesayet” altındayken, her türlü psikolojik harekat uygulanıyordu.
Reha Muhtar’lar geçti bu ekranlardan. Daha ne diyeyim.
Velhasıl.
Dayanıklılık bizim işimiz!

DARBE TÜMÖRÜ

Haydi hayırlısı!
Yeni hazırlanan Anayasa değişikliği paketinin sürpriz maddesi belli oldu.
Buna göre, Anayasa’nın geçici 15. maddesi değiştirilecek.
Yani, darbecilere mahkeme yolu görünüyor.
Yani, 12 Eylül’e yargı yolu açılıyor.
Madem tersten gidiyoruz. 12 Mart’ı, 27 Mayıs’ı da yargılayalım.
Ama arada 28 Şubat ve 27 Nisan e-Bildiriyi atlamadan.
Çünkü bu hastalık bir tümör. Bu tümörü kazımadan demokrasiyi yaşatmamız mümkün değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum