Hadis devreden çıkınca Kur’an’ı hangi akıl izah eder?

Bir süredir İmam Şafii’nin hayatını konu alan bir roman çalışmasına devam ediyorum. Dönemin şartlarına göre Ehl-i Sünnet ulemasının gösterdiği muazzam gayretleri ve İmam Şafii’nin de o mücadeledeki fonksiyonu gerçekten takdire şayan. Hususan İmam Şafii’nin Fıkıh Usulü konusunda attığı temel ve özellikle de Hadis konusundaki neşriyatı, onun hem bulunduğu asır açısından rahatlatıcı hem de sonraki asırlar için yol gösterici mahiyette.

Konu Hadisler olunca sıcağı sıcağına duyulan küçük bir mevzu bile hemen dikkati mucip olabiliyor. Bir cümle bile olsa, arkasında büyük bir fikri sakladığı için küçük görülmeyip bir anda insanın âlemini kaplayabiliyor.

Hadisleri Kim Reddeder?

“Kur’an’ı ön plana çıkarma” başlığı altında Hadisin reddedilmesi meselesinden bahsediyorum.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Hadisi reddetme fikri, iki ayrı kesimden gelir. Dini sevmeyen, din ile kavgalı olanlar birinci kesimi oluşturur ki bunlarda toptan reddetme söz konusudur. Buna Kur’an da dâhildir. Fakat ikinci bir kesim vardır ki bu, birincisinden daha tehlikelidir. Bunu fark etmek için bunların söylemlerine ve söylemlerinin yankılarına bakmak yeterlidir. Nitekim birinci kısmın kim olduğu, din aleyhtarlığı belli olduğu için onlara karşı daha dikkatli ve tedbirli olunabiliyor. Ancak aynı şey bu ikinci kısımda pek mümkün olmuyor. İçeriden gelen bir itiraz, dışarıdan yapılan saldırıdaki kadar kolay savuşturulmuyor. Üstelik bunlar ekranlarda çok sık görülerek insanları yönlendirme pozisyonunda olan, itibar edilen, fikirleri benimsenen kişiler olunca durum daha da ciddi bir hal alıyor.

Fikirleri “dini bid’at tortularından arındırma,” “peygamberi iftiralardan kurtarma” gibi cümleler eşliğinde geldiği için pek çok insan bunu önkabulle hemen benimseyebiliyor ya da en azından mütehayyir kalabiliyor. Öyle ya, dinin bid’atlardan arınmasını kim istemez ki! Resulullah’ın (a.s.m.) iftiralardan kurtulması her mü’minin arzu ettiği bir şey değil midir?

Oysa bu o kadar da masum değildir.

Niyetlerini sorgulamıyoruz. Kimsenin niyetini sorgulamak kimseye düşmez. Ancak söyledikleri ve yaptıkları, bunun çok tehlikeleri havi olduğunu alenen gösteriyor.

Tehlikeli Bir Çaba

Nitekim bu zatların Uydurulan Din’lerini okuyup da dehşete düşmemeniz işten bile değildir. Seçtikleri hadisleri ustalıkla sıraladıklarını ve akabinde bunlarla “din” olup olmayacağı görüşü okuyucuya bırakılıyormuş gibi “kararı sen ver” kabilinden dini akla ve mantığa kurduran izahlar, okuyanı içten içe sarsar. Yani aklı hakim kılan izahlar fazlasıyla yer bulur bu mecrada. Kur’an “Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?” sorularıyla aklı muhatap alır ama akıl yalnız başına din koyma/kaldırma yetisine sahip değildir. Fazlasıyla Seküler kokular geliyor bu yaklaşımdan...

Fakat asıl beni ürküten husus bunlar olmadı. Çünkü aklı başında her mü’min bunu bilir ve buradaki cerbezenin farkına varır. Asıl benim tehlikeli bulduğum husus, hadisleri savunmak için verilen cevapların serdedilerek bir bir çürütülmeye çalışılması. Yüzeysel bir nazarla bakıldığında haklı da görülebilecek cevaplar var bunların arasında. Buna da tamam diyebilirsiniz; ancak binbir uğraşla tümseğe çıkardıkları bu red tekeri orada kalır mı? Yuvarlanıp o tümsekten aşağı inmez mi?

Nitekim bu kadar aklî gibi görünen izahın bir adım ötesi, Kur’an’a dayanıyor. Çünkü Kur’an-ı Kerim, o Hadislerin sahibi tarafından bize ulaşmış bulunuyor. Hadis hakkındaki bu kadar olumsuz izahtan sonra, “Resulullah’ın en güvenilebilecek tek hadisi Kur’an’dır” demek neyi değiştirir ve kimi ikna eder ki? Siz ona giden bütün yolları çökerttiniz az önce.

Ben bu zatların niyetlerini bilemiyorum. Belki de cidden bir bid’at rüzgârı hissediyorlar. Belki cidden yalan ve uydurma hadislerin dine verdiği zararın farkında oldukları için insanları buna karşı uyarmaya çalışıyorlar. Ancak bunun yolu genelleme yapmaktan mı geçer? Bütün hadisleri toptan yok saymakla mı bu mesele hallolur? Peygambere isnat edilen yalanları ayıklama yolu varken tamamını devre dışı bırakmak ne kadar masum olabilir?

Bunu çok tehlikeli olarak görüyorum. Kur’an’ı anlatan Hadisleri devre dışı bırakırsanız Kur’an nasıl, neye ve kimin aklına göre anlaşılır? O zaman, Arapça konuşan bir topluma Arapça olarak inen Kur’an’ı, hiç Arapça bilmeye lüzum da görmeden, sırf meallere (tabii ki kendi görüşüne en yakın olanına) bakarak hüküm vermeye kalkanlar meydan alır yürür. İşte kaş yapayım derken göz çıkarırsınız da farkında olmazsınız (niyetiniz halisse).

Hadisler Kur’an’ın Kalkanıdır

Kur’an’da hükmü açık olan ayetler vardır ki bunlar zaten detaylı bir şekilde izah edilmiştir. Buna tamam denebilir. Çünkü bunlarda ayrıca kalkıp da “Bu acaba ne olabilir?” demeye, bunun için Hadis aramaya lüzum yoktur. İmam Şafii buna Ramazan örneğini verir. Onunla ilgili detaylı bilgi olduğu için kimse kalkıp da “Acaba emredilen oruç Şaban’da mı tutulur yoksa Recep’te mi?” diye sormaz.

Ancak her konu böyle midir? Resulullah’a (a.s.m.) emir şeklinde gelen ve açıklaması onun uygulamalarına bırakılan çok sayıda ayet var. Hadislere bakılmadan bunları anlamaya kalkarsanız azıcık yapmakla “Tamam, yaptım” deyip işin içinden çıkmak isteyenlere kapı açmış olursunuz. O zaman sadece lügat karşılıkları anlaşılır ve bunu da herkes anladığı gibi yapmaya kalkar. Hurafelere, bid’atlara o zaman kapı açılmış olur.

“Namaz belli vakitlerde müminler üzerine yazılmıştır” deniyor ayette mesela. Hadi 5 vakit, 3 vakit tartışmalarını bir yana bırakalım. O vakitlerde kaç rekât kılınacak? Nasıl kılınacak? Daha da ötesi, Arapçaya vakıf olmayan kimileri çıkıp “Burada kast edilen sizin dediğiniz gibi eğilip kalkmak değildir. Salat, dua etmektir” diyebiliyor. Şayet namaz böyleyse bunu herkes yapıyor. Dinle alakası olmayan insanlar bile “Benim kalbim temiz. Ben şöyle şöyle yapıyorum zaten” diyebiliyor. O zaman Kur’an’daki o ikazlar, uyarılar kimin için? Zaten herkes dua ediyor, herkesin yardım ettiği birileri var. Oysa ne o namazdır, ne de bu zekât!

“Kur’an’ı tek ölçü bilmek” bu ve daha binlerce tehlikeyi beraberinde getiriyor. Ve “uydurulan din” asıl böyle ortam buluyor.

Peygamber Bir Postacı mıdır?

Böylelerinin peygamberlerin görevleriyle ilgili oturtamadıkları hususlar var. “Allah’ın elçisi” derken, “Allah’tan aldığını getirip bize teslim etti, vazifesi bitti” şeklinde bir postacı derecesinde değerlendiriyorlar. En azından ben öyle görüyorum. Çünkü mesela yine aynı kitapta tenkit için paylaştıkları şu Hadis ve devamında ekledikleri izahından bunu anlamak mümkün:

“Hazreti Peygamber çocuğa doğumunun yedinci gününde isim konmasını, çocuğun yıkanarak pisliklerden temizlenmesini ve kurban kesilmesini emir buyurdu.” Tirmizi, Edeb 63/2834; Ebu Davud 2837

Bu hadisi okuyan, bu hadiste kötü bir şey görmeyebilir. Fakat Kuran’da, çocuğa yedinci günde isim konmasının veya kurban kesilmesinin “emredildiği”ne dair hiçbir şey yoktur. Sorun, hadisteki “emir buyurdu” ifadesindedir; Peygamber’in bu uygulamayı emretmeden, kendi tercihiyle yaptığını düşünebiliriz, sonuçta bu uygulamalarda Kuran’a aykırı bir yön yoktur. Fakat dinde olmayan bir emri ve sevap kavramını dine ilave ettiği için bu hadis de uydurmadır. İllaki hadisin zararlı bir şey ifade etmesi gerekmez. Hatta hadis iyi bir şeyi dahi “sevap” veya “emir” diye dine sokuyor veya zararlı bir şeyi mekruh yapıyorsa bile; dine ilave getirdiği için hadisin yine uydurma olduğu anlaşılır. Bu tip uydurmaların sebebi, kitabın 5. Bölümünde değindiğimiz gibi dini sevdirmek olabilir. Fakat sebebi ne olursa olsun, insani olanı Allah’ın dinine katmak, insani ile Allah’tan olanı karıştırmaktır ki bu da dine ihanettir.

Bu cümlelere yüzeysel bakılınca bazı dimağlarda kendisine yer bulabilir. Ama bir dakika! Bahsettiğiniz zat herhangi biri değil. Allah’ın kitabını getiren Resulullah’tan (a.s.m.) bahsediyoruz. Ve burada kullanılan ifadeler de tüyler ürpertici. Resulullah’ın (a.s.m.) Kur’an’da olmayan ifadeleri “uydurma” ve bunu Allah’tan olana karıştırma da “ihanet” olarak niteleniyor (Kur'an'a karıştıran da yok zaten, Resulullah'a (a.s.m.) hürmeten sünnetine icabet edenlerin yüzünü kızartmaya çalışıyor). Üstelik çok iyi niyetle bile olsa, güzel bir şey bile olsa şeklinde de vurgulanıyor. Bir insan Hadis, mezhep tanımazsa ve Peygambere de (a.s.m.) postacı nazarıyla bakarsa, açıklamaları da mevzunun bu kadar uzağına düşer.

Oysa Cenab-ı Hak, Kur’an’da “O ancak kendisine vahyolunanı söyler” diyerek Resulullah’ın (a.s.m.) sözlerinin mahiyetini bize bildirir. Bunu da “Burada kast edilen Kur’an’dır” diye tevil ediyorlar ya! İşte burada da Hadisler olmayınca ayetleri herkesin nasıl aklına göre istediği tarafa çektiğinin açık bir örneğidir.

Bu mevzuda Bediüzzaman Mektubat’ta, 19. Mektup’ta şöyle bir izaha yer verir:

Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam, hem beşerdir, beşeriyet itibarıyla beşer gibi muamele eder; hem resuldür, risalet itibarıyla Cenâb-ı Hakkın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy iki kısımdır:

Biri vahy-i sarihîdir ki, Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur: Kur'an ve bazı ehadis-i kudsiye gibi.

İkinci kısım, vahy-i zımnîdir. Şu kısmın mücmel ve hülasası, vahye ve ilhama istinat eder; fakat tafsilatı ve tasviratı Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselama aittir. O vahiyden gelen mücmel hadiseyi tafsil ve tasvirde, zat-ı Ahmediye aleyhissalatü vesselam, bazan yine ilhama, ya vahye istinat edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilat ve tasviratı ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.

İşte meselenin hülasası budur. Hadislerin de vahye veya ilhama mazhar olma cihetini gözardı ederek, Resulullah’ı “vazifesini bitirdi, gitti” şeklinde görerek hata ediyorlar.

En Selametli Yol

İşte, bütün bu meseleler gösteriyor ki, aklı ve mantığı haddinden fazla öne çıkaran Mutezileler, Cehmiyeler bir süreliğine de olsa kafa karıştırıp beraberinde de bazılarının kalbinde derin şüphe yaraları açarak gidiyorlar. Ancak Ehl-i Sünnet’in aklı devreden çıkarmayan ve fakat her şeyde de onu öne çıkarmayan yolu, en selametli ve en güvenli yol olarak sağlamlığını korumaya devam ediyor.

Kur’an’ın anlaşılmasını isteyenlerin Hadisi inkâr etmesi değil, onu sahiplenmeleri gerekmez miydi? Çünkü Hadis, Resulullah’ın (a.s.m.) en büyük mucizesi olan Kur’an’ı daha parlak gösteren eşsiz bir koruyucudur. O koruyucu giderse asıl o zaman “Kur’an’daki Din” başlıkları altında yeni yeni icatlar ortaya çıkmaya başlar. İşte o zaman tehlike kol gezmeye başlamıştır!

Allah muhafaza!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum