Hac Günlüğü-Gitmeden evvel giderken

28.11.2008

Cuma saat 13.12

Geçen Cuma akşamı aldığımız vize müjdesinin ardından haccın tam havasına girmişken, bir iki aksama, gecikme ve pasaportun bize ulaşması sıkıntısı, hasretimi daha da derinleştirdi.

Gariptir ki, bir o kadar da tevekkülle beklemeyi netice verdi. Bir iki gün bir hayli sıkıştım. Gidememe hali beni çok etkiledi. Sonra ferahlayan bir hal, kalben, aklen, zihnen ve ruhen oradaymışım gibi Risale haber’in hac günlüklerini veren Said Hoca ve Mehmet Hoca şahsında oraları yaşadım.

 

Ama gitme ümidim, son kapı kapanmayana kadar tesirini sürdürdü.

Derken Cuma müjdesi, aksamanın bertaraf olduğunu Şaban Bey’le öğrenmemize vesile oldu.

 

Bu satırları yazarken, daha önceki gidişlerden de farklı bir heyecan ve titremenin beni sardığını söylersem, bir hacı adayının psikolojisini anlamanıza vesile olur.

Ali Şeriati’nin dediği gibi, “Hac: istek, niyet ve yönelme, yani hareket ve aynı zamanda hareket yönüdür.”

 

Haccın psikolojisini, hikmetini ve felsefesini kendine has üslup ve derinliği ile çok manidar kılan mütefekkir Ali Şeriati’nin içi dolu haccı böyle. “Hac, sükûnun gidişidir” der. Bir itiraz kaydı da koyar sükunet için gidenlere. “Yoksa sen, kendi şehrinde sakin değil misin? Sükunet mi, sükun mu?” diye sorgular.

Ardından en anlamlı tarifini yapar: “Hac, sükunun gidişidir.”

 

Her şeyi, nefis cihetiyle ve dünya adına öldürerek gidiyorsunuz. Hayatınızı, hayat bağlarınızı, kendinizi ve her şeyinizi aklınızdan ve kalbinizden atıp gidiyorsunuz. Manen ölüyorsunuz, ta ki dirilesiniz. İnsan ölmeden nasıl haşrini yaşayabilir ki? Birinci ölüm, ikinci diriliş. Ve ebedül abat.

 

İnsan hacca gitmeden, zihnini silmeden, manasını doldurmadan nasıl karşılanabilir ki?

Düşündükçe, gafletimin hükmeden hicranına gidiyorum.

İnşallah gideceğiz.

İşlerimi yapamaz oldum. İş avdet edince, “gerçek işe” yöneldik.

Bu defa daha sade gideceğim. Öyle uzun uzun hazırlıklarla uğraşmayacağım. Sonra yabancı bir yere mi gidiyorum?

Kardeşlerime, ehl-i beyte, mükemmelliğin rehberine, Resurullah’a gidiyorum

 “Yük almak, ne büyük ahmak” dedim kendime. Böyle çıktı içimden.

Belki fotoğraf makinesi, belki bir ufak dizüstü bilgisayar. Birde risalelerim. Birkaç parça eşya. Hatta onlar bile oradan alınabilir.

 

İlk iki parçayı Risale Haber için almak zorundayım. Sizsiz olmaz. Sizinle olur. Zaten öldüğümüzde siz oluyoruz. Fena bulduğumuzda bakinin cilvelerine mazhar oluyoruz. Vücudu mucidine bıraktığımızda, mukabilinde fiyatlanıyoruz ve lezzetleniyoruz. Bu lezzet, ruhumuzun lezzeti. İmanın, marifetin ve muhabbetin Allah adına bize verdiği mükâfat olan ruhun lezzeti.

Her paragraf başında nefesimin ne kadar derinleştiğini, her atışında ne kadar nurani iklime müheyya bir lezzeti kamçıladığını izah edemem.

Şu an yazmıyorum. Sadece paylaşıyorum. Şu anı, şu ana geleni, öncesi ve sonrası olmayanı. İşte buna “Günlük” demek de haksızlık. Çok kaba bir tartı olur gün demek. Hem de 24 saat gibi uzun bir zamana.

Takriben 20 dakika ara.

 

Vize sühuletine vesile olan mesai arkadaşım Şaban Bey’e kalbi dualarımla teşekkür ediyorum. O da eşiyle sükun edecek hacca. Duamız O’nunla.

Şükür, bir ara verdim az önce. Bu satırları yazmaya. Araya iki telefon girdi. İkisi de son anın vize ve bilet işiydi. Şimdi yine bir telefon. Ankara-İstanbul-Cidde hattı ve dönüşü.

Nasip olursa, 1 Aralık’ta gidiyoruz. Dua edin. Hakkınızı helal edin. Beraberce rahmani terennümlere devam edelim.

 

Bu arada bir hayırlı telefon daha. Bir teşebbüs için müşevvik bir telefon geldi. Şükür.

 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.