Hac günlüğü-2

31.11.2008 Ankara 18.25
Ankara Esenboğa hava limanında son bilet kontrolündeyiz.
Sakin ve yalnız bir hal.
Vize son anda çıkınca, hazırlanmamız da hemen oldu. Bavulu alıp çıktık.
Çünkü kabul makamı bir şey istemiyor. Sadece “isteyin vereyim” diyor. Yolcular sıra beklerken sessiz ve sakinler.
Akşam hüznü sanki.
Benimki farklı. Cidde’ye İstanbul’dan geçeceğiz.
Dolayısıyla yolcular İstanbul yolcuları.
Belki yolculuğu kutsal mekânlara gidecekler de var. Dilerim öyle olsun.
Orta yaşlı bir grup var sırada. Birincinin elinde bir deste pasaport var. İnşallah hacca gidiyorlardır.
Uçağın kalkışı gecikeceğe benziyor. Eskiden bu durum çok tepki alırdı. Sabırsızlanma, sızlanma olurdu.
Şimdi daha kabullenici bir durum var herkeste.

Yolculuk günü
01.12.2008
Saat 08.20 İstanbul havaalanında uçaktayız. Yerleşiyoruz. Hacıların sakin ve canlı hareketleri devam ediyor. 4E koltuğundan, pencere kenarı 4F’ye, kafiledeki Saffet Hoca’nın talebiyle geçtik.
Arapça anons başladı. İstanbul’u saran güneşin, sabahı ısıtan huzmeleri camdan içeriye aydınlık kattı. İstanbul’da hava yumuşak. İklime göre güneşin hissedilişi çok hoş. Belki de hacılara gülümsemek istiyor.
Özel bir firmanın uçağı. Suudi uçakları ile kıyaslanamayacak kadar mütevazı. Aslında kimsenin uçağa filan bindiği yok. Nereye bindikleri, nereye oturdukları değil, nereye inecekleri, daha doğrusu çıkacakları ile zihinler meşgul.

Airbus AB321 ile uçak harekete hazırlanıyor. Güneşin hoşnutluğu devam ediyor. İkaz anonsları başlıyor. Türkçe uyarı, bilgilendirme ve tavsiye anonslarından sonra daha uzunca bir anons Arapça yapıldı. Bitiş ifadesi manidardı:  “Şükren li ibadiküm…”
Türkçenin anonsu ise şöyle bitiyordu: “İlginize teşekkür ederiz.”
İkisinde de şükran/teşekkür vardı. Temel bir farkla; Arap, ibadet edilene “şükür” dedi, teşekkür etti. Türk ise ilgiye teşekkür ediyordu. Bariz bir fark. Sanırım sistemimizin ruh halini çok güzel yansıtıyordu. Suudilerin de hassasiyetini.

En azından, gönül isterdi ki, bu dönemlere has hacılara hitap eden bir mesaj, uçak kabin memurlarına öğretilsin. Bunu o an gözlemlemek bile, hala Türkiye’de olduğumuzun bir alameti. Menzile girdikçe, nazarlarımız kutsi mekânlara odaklanacak inşallah.
Kış şartları, havaalanı içinde de hissedilmedi, şimdi de. İhramlar bile sıcak gelmeye başladı.
İnsanların heyecanları, sıcaklığı, sükûneti ve sabah feyzi belki de ayrı bir zihni ısınma ve ülfetin kapılarını açıyor ki, ısınıyoruz, esinleniyoruz.
Yine Resurulullah’tan (asm) bahseden Arapça bir anonstan sonra uçak yola çıktı. Bu seferi, hakkımızda hayırlı eylemesini diledi Rabbimizden.
Bu tercümeyi, bir koltuk arayla yanımda oturan komşum Saffet Yıldırım Hoca’dan alıyorum.
Saffet Hoca ile yan yana düşünce tanışıyoruz. Siması sıcak ve yumuşak. Çanakkale’den kafile sorumlusu/görevlisi olarak katılıyor. Emekli imam. 2002’den beri Dilruba Turizm ile çalışıyormuş. “Dilruba bizim” diyor.

Anlaşılan o ki, Saffet Hoca’dan yol boyunca merakımıza cevaplar alacağız. Uçağımız yürümeye başladı. Uçmaya hazırlanıyor, beraberce, bizim rahvanımız. Bize musahhar olmuş bir binek, bir teknoloji harikası, bir “medrese-i seyyare”.
Bir an, aylar, yıllar süren kervan yolculukları ve hicaz seferleri aklıma geldi.
Şükretmemiz gereken bir çağda, nimetler içindeyiz. 
Hiçbir mazeretimiz yok. Mukaddes mekânlara yollar açık, uçaklar var, firmalar da var. Eminim ki sizi götürecek paranızda.
O yoksa yine siz teşebbüs edin. Zihninizde, duygularınızda ve amelinizde teşebbüsü başlatın. Allah bir kapı açar.
Ya umre, ya Hac. Mutlaka bir gelin derim. Evinize gelir gibi gelin. Yorulmadan, fazla düşünmeden, hesap kitap yapmadan çıkın yola.
Diyeceksiniz ki, “istiyoruz olmuyor, başvurduk kura çıkmadı, kim istemez ki?”
Zahiren haklısınız. Eyvah, bir an için gelmek isteyenlerin dünyasına gittim. Yoksa ben gitmeden geri mi döndüm. Onlara mı karıştım.
Hayır, hayır. Yine haccı konuşuyoruz. Hacca gitmek isteyenler, haccı özleyenler, Kâbe’yi görmek isteyenleri konuşuyoruz.
Âcizane kanaatim o ki, belki üstüne farz olmayanlar dâhil, mutlaka bir umre düşünmeli. Düşündüğünüzden eminim, istediğinizden de, hatta başvurduğunuzdan da.
“Başvurmak” yerine, acaba “zihni, kalbi, aklı, niyeti, fikri, hissi, şiddetli arzuyu ve çıkmayan rüyayı mı” vurmak gerekir.
Baş “vurmak” ya da bütün zerrelerimizle kendimizi “vurmak” yani vurulmak.

“Yaralıyam…Yaralıyam…” “Medineye varamadım, gül kokusu alamadım… Ben Resule doyamadım” dercesine, sitemsiz arzu, sıkı bir zihni yoğunluk, kalpten bir uyanış/yakarış, sebepleri doğuran iradeli bir tercih ve tahsisat, mutlaka yol verecektir.
Şimdiden zihninizi, önceliğinizi ve niyetinizi hac için bütçelerseniz, önceliklendirirseniz, inanın bir yol sizi bulacak. Son anın “vize”siyle duyanlar soruyor: “Nasıl aldın, buldun?”
İnanın ne aldık, ne bulduk. “Vize” bizi buldu. Sebepleri, Cenab-ı hak halketti. Diğerleri zahiridir, vesiledir.
Tamamen takdir ve tecelliye göre olur. İsteriz, olmasa da kabulleniriz. O da mükâfatını fazlasıyla bulur.
İçinizi çok yaktıysa, bir sebep gelir, sizi bulur.
“Tasarruf sahibi, dilerse kabul, dilemezse, nihayetinde yine kabulle sevabımızı alıyoruz” diyeceğiz.
Hacca gitmenin sırrı ve şuuru, her daim bizi hac şuurunda yaşatabilir. Esası da budur.  Allah, bu niyete hepimizi layık kılsın.

Uçağımız hala kalkamadı. Yürüyor… Şimdi durdu. “Hava trafiğinin yoğun” olduğunu anons ettiler.
Bizce de hava trafiği yoğun. “Mele-i alanın hadsiz sakinleri” yanınızda, melek misal duygularla hacca yönelen binlerce insanın manevi hava koridorlarını bir düşünün.
Cevv-i semanın en mutlu olduğu zamanlar. Zilhiccenin rahmani hareketine, Ramazan’dan sonra nail olunabilecek en müstesna zamanlar.
Bizce de hava trafiği, dua trafiğinden daha az yoğun. Beşeri trafikler sıraya girip beklerken, ilahi trafik, her “an-ı seyyal” kabilinden duaların yoğunluğunu, elleri, gönülleri semaya açılmış milyonlarca hacının dili ile rahmet bulutuna dönüştürüyor.
Bekletmeden, beklemeden ve en ufak bir haksızlığa mahal vermeden.
Uçağımız, kalkış öncesi hız yapmak üzere.
Evet, biz hızlandıkça, uçup semalaştıkça, manevi atmosferin kucağında, semavi duyuşların  (…Ve uçak kalktı. İstanbul, deniziyle, tarihiyle, ufku görünen ve siluete dönüşmeye namzet görüntüsüyle ‘güle güle’ diyor. Ufkumuz, deniz üstünde sisli bir geçişe hazırlanıyor) etkisiyle, yükseldikçe yerden, arzdan ve arıziden kopuyoruz.

Yazdığım bloknotun sayfa numarası 111 oldu. Onu yazdım. Yani 1.gün 11.sayfa demek. Bu kodlama “Sırr-ı tevhit” ve “ittifak/ittihad-ı maksat” içinde bir hakikati hatırlattı.
Omuz omuza üç elifin ittihadı, aynı yöne, hedefe kilitlenmiş bir üçlü aradı zihnim. Arz, sema ve nuraniyet. Bu üçlü, yer zemin, gök tavan olduğunda, bütün mahiyetine hâkim ve hükmeden, içini dolduran nuraniyet var.
Hızlıdan “…Hazirun…Bi selamaetiküm…” kaydedebildiğim bir anaons geçti Arabi kardeşimiz.
Saffet Hoca, imdadımıza yetişti. Tercümesini yaptı konuşmanın: “Cenab-ı Hakkın kıymetli misafirleri, uçağımıza hoş geldiniz. Yolculuğumuzun sağlık ve sıhhat içinde geçmesini niyaz ediyorum.”
Şükür, ekip halindeyiz şu an Saffet Hocamla. Fiilen böyle. Rehberlik ve danışmanlık alıyoruz. Güzel olan vasfı, istediğimiz kısımlara mahsus bilgi veriyor, açıklamasını yapıyor. Onun dışında kendi dünyasında. Benim için iklimlendirici. Bir şey sormuyor. Ve mütebessim bakışlarıyla muhabbete vesile oluyor.
Şimdi (09.20) semanın ışıklarından yeri aydınlatan, görünür kılan yeryüzüne bakıyoruz. Muhteşem bir manzara. Sakinlerin meskûn mahallerindeki gündemleri, bu nurani hava trafiğinde pek geçerli görünmüyor. Uçağımız, otomatiğe bağlanmış gibi gidiyor.
Dengeli, sanki durağanlaşmış.

Saat 09.25 Tasavvurlarımız kendini çoktan aşmış. Yine bir anons:
“Euzubillahimineşşeytanirrecim.Bismillahirrahmanirrahim. ….Hacınız mebrur olsun” diyor görevli.
Hac-ı temettuya niyeti hatırlatıyor. Benzer şekilde hac-ı kıran ve ifrad için. Hacılarımızın çoğu hac-ı temettu.
Telbiye başlıyor.
 “Allahümme lebbeyk. Lebbeyke la şerikeleke lebbeyk. İnnel hamde venni’mete ve lehül mülk. La şerikeleke lek.”  Uyumayan hacılar içten bir sesle beraberce söylüyorlar.
Şimdi ikram kokuları gelmeye başladı. Servis yapıyorlar. Nimetlenmenin, rızıklanmanın manevi atmosferinde beşer olmanın ihtiyacıyla “Lezzet-i cismaniye” faslından “Lezzet-i ruhaniye”ye destek kısmında “ekl ve şürb” başlıyor.
Merak ettiyseniz mönüden bahsedeyim.
Reçel, krem tereyağı, su, portakal suyu, meyve tatlısı, kek ve sıcak yemek olarak tavada yapılmış yumurta, balık ve az şehriye
Servis paketi sundular mönü de.
Bu arada Türkiye’nin “hassasiyet karnesi”ne biraz değinmek istiyorum. Notu siz verin.
Yemekte kolonyalı mendil de vardı. Din görevlisi haramların başladığını söyleyerek kullanılmaması için uyardı. “Acaba Suudiler mi dikkatli davranmadı?” soruma, din görevlisi “Suudiler kullandırmaz. Kiralanan uçak yapmış olabilir” dedi.
Uçak, Türkiye’den.
Bir hassasiyet zaafı da kabin görevlisi personelinin, şeklen örtü kepi dışında yolculara ve hac dönemine uygun olmamalarıydı.
Bu arada bir anons: Uçakta doktor varsa arkaya davet ediliyor.
Belki de zayıf ve hasta yolcular için doktor tedbiri yol boyunca alınmalı. Sadece bir düşünce.
Bir başka hassasiyet kırılması, banka reklamları ile ön panoların işgal edilmiş olması.
Mesela dini müzik ve mesaj vs. elektronik hiçbir hizmet yoktu.
Ayrıca hitap ve anonsların mutlaka hacı adaylarına özgü bir üslup, ifade ve kutsiyete layık olması gerekir.
Şuan mavi bulutların üstündeyiz. Sağ taraf pencereden beyaz bulutların ülkesi görülüyor. Kozasını açmış pamuk tarlaları gibi. Belli bölgelerde sık ve büyük parçalar halindeler. Mavi ülkelerin arasına ise, küçük adalar gibi küçük şehirler yerleşmiş sanki.

Saffet Hocamızla sohbet ediyoruz. “Kaçıncı gidişiniz?” diyorum. “Yedi” duyar gibiyim. Tekrar soruyorum. “Yirmi yedinci” diyor. Üç sene 3’er ay kalmış.
Bu 27.sinde ne demek istersiniz?
“Her gidişimde kalbimde ve yüreğimde hep yenilenen bir huzur yaşıyorum. Peygamberimizin mekânları ile şerefleniyoruz.”
“En farklı ne yaşıyorsun? Mesela şu an ne düşünüyorsun”
“En farklı olan; Rabbimin, ‘Ka’beme yaklaşanların üzerinden gidin bütün günahlarını alın, huzuruma temiz getirin, onları öylece kabulleneceğim” emrini meleklere verişi ve meleklerin bizi tasaffi edip, huzura hazırlaması, kalben ve gönülden ‘Allah’ın misafiri olmamı ve günahsız döneceğimin hazzını yaşıyorum.”
Benim anlamam için o hazzı nasıl tarif edersiniz? Nasıl bir hal, duygu?
“Evvela, Allah’la karşı karşıya gelme huzuru ve etkisi veriyor. Bu mekânda her istediğimin kabul olduğunu kalbimde hissediyorum.”
“Başka?” diyorum.
“Bire yüz bin vaadi var Allah’ın. Bu vaadi aldığım zaman, gönlümdeki hazzın daha da coştuğunu hissediyorum”
“Bu mekânda Allah’ın bol ikramının olduğu hususlardan biri; Mübarek Kâbe’ye yağan 120 rahmetten istifade ettiğimi kalben ve ruhen hissediyorum.
Bir de Cenab-ı Hak mahşerde kullar hakkında Hacerül Esved’i şahitçi kılacak.
Rükn-ü yemanide 70 bin melaikeyi ‘Ey meleklerim, bakın kullarım şu anda misafirleriniz ve benim Ka’bemi tavaf etmektedirler. Onların bu hallerine şahitçi olmanızı istiyorum.’
“Bir de o emin belde de küçücük yavrusuyla ıssız bir yerde Hz. İbrahim, eşi Hacer validemizi bir-iki günlük yeme içmeleri olduğu halde, onları o halde bırakıp giderken; Hacer validemizin  ‘Ya İbrahim! (Ağlıyor Saffet Hoca. Hıçkırıkla, zerrelerinde yaşıyor geçmiş anılarını. Gözyaşları akıyor) Bizi bu ıssız yerde bırakıp nereye gidiyorsun? Ya Hacer, bu gidişim Allah’ın emridir. Onun için gidiyorum.’
“Hacer validemizin bu teslimiyeti karşısında Cenab-ı Hakka olan imanının, bağlılığının ne kadar kuvvetli olduğunu görüyorum. Ve bundan da kendimi, imanımı, imtihan ederek kendi hayatımda kendime daha şuurlu bir şekilde yön vermeye çalışıyorum.
Bu mekânlardaki mübarek yerlerin bize kazandırdığını anlatmakla yazmakla mümkün olmaz. Bunu yaşamak lazım.”
Sözün bittiği yerdeyiz. Saffet hoca en kalbi ve tebessümlü bir vicdanla, haccın kalbinde ve ruhunda meydana getirdiği inşirahı, hasreti ve inkişafı anlatırken duruyor, dalıyor ve “Siz sorun ben söyleyeyim” diyor.

Hocam, 27 gidişin en müstesna anı nedir?
Bu arada kalem ihtiyacımız oluyor. Servis istiyoruz kabin memurundan. Onunla tanışıyoruz.
Semih, kabin memuru. 27 yaşında. 3 yıldır çalışıyor.
Hac yolcularını taşırken neler hissettiğini soruyorum. İsteyerek bu seferleri tercih ettiğini söylüyor. Çoğunun böyle olduğunu anlatıyor.
“Şükür umremi yapıyorum. Hacı yolcularına daha tahammüllü ve sabırlı olduğumu hissediyorum.”
Bu ara konuşmayı Saffet Hocayla birlikte dinliyoruz.
Saffet Hoca’nın gözleri hala dolu, kan çanağı. Bu halinden çok memnunum. “Bırak kendini” diyorum.
“Evet, Hocam, en müstesna anınız?”
“En müstesna anım; Cenab-ı Hak bana Kâbe’mizin bir şubesi olan camide otuz beş sene İslam için, insanlar için 5 vakit ezan-ı şerif okuyarak davet etmemi nasip eyledi. Bunun neticesinde ise, ben öyle inanıyorum ki bu görevi severek yaptım.
‘Ey kulum senin bu sevgine karşılıkta benim evimde, benim misafirlerime ikramda bulundun, hizmette bulundun, biz de bu ikramı gereği gibi yerine getiriyoruz elhamdülillah.’
İşte budur…”
Saffet Hoca’nın dünyası,  düşünceleri, duyguları ve duyuşları öylesine semavileşiyor ki, yüzü kızılımsı bir ağlamaya şahitlik ediyor. Bunları bu yolculukta anlatırken aşkının şevkinden, sanki ilk gidercesine bu aşkı ve şevki tattırdı yolculuk.
Gözümün önünde yaşayarak anlatmasını, yolculuğun yoluna veriyor. ‘Yoksa anlatamazdım’ diyor.
“Gelmek isteyip de, gelemiyorum” diyenlere ne tavsiye edersiniz hocam?
‘Maddi hayatla manevi hayatı eşitlemeleri, manevi hayatı öne çıkarmaları, Allah’a çok dua etmelerini.
Seherde, sabahın erkeninde âşıklar Allah’a yalvarırken, geceleri kimsenin olmadığı bir anda dua ederken, kalbi ve gönlü coşa gelmiş, göz pınarından yaşlar akarcasına Cenab-ı Allah’tan istemeliler. bu istemek de kalbi gönlü aşk dolu, Hz.Muhammed’in yüzü suyu hürmetine, bu mekânlarda imanları uğrunda canlarını feda eden Sahabe-i Kiram (yutkunuyor, yaşıyor) Ehl-i beyt, Ravza-i mutarraha ve bunları da katarak çok dua etmesi lazım.
İstemesi lazım, niyaz etmesi lazım ki, Cenab-ı Hak yapılan bu dualar hürmetine ona da nasip edecektir inşallah.
Mevla’mızın isteklerinden, ikramından bahsettik. Bir de insanlığı cehaletten kurtaran İslam gibi bir dini dünyaya yayan Cenab-ı Hakkın “Beni sevdiğiniz gibi Habibimi de sevin” dediği, Onun yüzü hürmetine peygamberimizden bahsetmeden geçemeyiz.”

Tam anons
11.30 Mikat sınırına yarım saat var.
Saffet Hocadan son cümle istiyorum:
“İnşallah zamanı gelince peygamberimizi de anlatırım” deyip başlıyor anlatmaya. Coşuyor. Hızını kesemiyorum.
“Allah’ın sevdiğini sevmeliyiz.”
“Hz. Peygamber’in yaşantısının örnek olması gerekir.”
“Helak değil, hidayet istemiş herkese”
Kuran-ı Kerim onun yüzü suyu hürmetine indi.
Mekkeliler ona inanmadığı halde, Muhammed Emin, yani emin insan diyorlardı.
“Kim ki beni dünya gözüyle görmemişse, Ravzama gelir, bana selam verir, ben de onun selamını alır ve şefaati üstüme vacip olur.”
Bundan da anlaşılıyor ki; Allah’ın izniyle Hz. Peygamberin duası ve mahşerde şefaati onun ümmetinin üzerine olacaktır.
Onu çok sevmeli, onun yüzü suyu hürmetine Allah’tan af dilemeliyiz.
Mikat sınırına yaklaşıyoruz. Takriben 20 dakikamız var.
Mikat, bir hac terimi. İhramın iki vacibinden biri, mikat sınırlarını ihramlı geçmektir.
İnşallah buna yaklaşıyoruz.
Mikat, “ihrama girme yeri ve zamanı” demektir. Bu yerler Harem, Hıll ve Afak olmak üzere üçtür.
İlk sınırlar, Hz. İbrahim zamanında Hz. Cebrail’in rehberliğinde belirlenmiş. Mekke’ye giriş yollarının sınırlarını belirleyen bu Harem/Haram bölgedir.
Hıll, yerleşim alanlarını kapsarken, Afak/Ufuklar ise Hıll dışında kalan afakîlerin bulunduğu uzak yerlerdir.
Biz, Şamlıların ve Mekke’ye Şam cihetinden gelen Mısırlılar ile Kuzey Afrikalıların mikat güzergâhından uçakla geçeceğiz.
Mekke’ye yaklaşık 187 km. mesafede. Burası Cuhfe olarak geçen mevkidir.
Süveyş kanalını geçerek uzandığımız bu yolculuk, güneşin tam tepemizde pencereden karşılayan sıcaklığı ile ruhumuzu ısıtmaya mülâyemet veren duyguların semadaki semavi duyuşları birbirine münasip düşüyor.
Şu an Kızıldeniz’in üzerinden geçiyoruz. Kızıl deniz kenarındaki Rabiğ mevkii de bir dönem mikat sınırı olarak kullanılmış.
Özel mekana, özel bölgeye, özel izinle, sınırla, kaideyle giriliyor.
Kızıldenize vuran parlak güneş olmazsa, bir-iki gemi siyahlığı  fark edilmezse, suyu ve denizi bu kadar yakın gibi görmeyeceğiz.
Şimdi/şimdilerde/anlarda;
Arz deniz oldu, sema güneş oldu ve nuraniyat bütün sınırıyla mikat mahalline yakınlaşıyor, yakınlaşan yüreğimiz yakın yapıyor. Yakın/akın bir hal.
Telbiyeler başladı. Her nefis sessiz, biraz sesli farklı tonlarda “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” demeye  başladı.
Uçsuz bucaksız deniz…

Arapça anons:
Mikat’a girdik (11.55)
“Esselamü aleyküm Ya Resulallah”
Bizi kabul etti.
Lebbeyk
Huşunun mahcubiyeti ve zenginliği sardı her yerimizi. Deniz, ufkunu, sonsuzluğa gidişin alameti bir sınırsızlığa taşırken, ufkun kaybolduğu bir deniz koyuluğundan sahil beyazlığı ile çevreleyen çemberinde bir sini gibi gökyüzünün maviliğine teslim ettiğimiz bir nuraniyet yaşanıyor alemde. 
“İnişe geçiyoruz” diyor uçak görevlisi.
Kulağımız çınlıyor ve kalem duruyor.
“Allahümme Salli ve Sellim….”
Arzın kucağındaki deniz karşılıyor bizi uçakta.
Güneşin her damladaki vücudunu yansıtan ışık taneleri, pırıltılar; İslam güneşinin her müminin kalbindeki iman cevheri/nuru ile bütünleşmiş adeta.
Deniz üstündeyiz. Altında binlerce mahlûkun şahitliğini   temsil edercesine olgun, sessiz ve kucaklayıcı.
Farklı bölgenin, iç ürperten, hürmet ve dikkat veren, rikkat ve şefkat uyandıran bütün halleri bir arada denizin kızıl ismini, ateşten nura çeviriyor.
Gemiler ve sahiller, bizi karşılamaya hazır. Yakın mesafe fark ediliyor.
Nefsimizin limanını terk edeli, başladı bu yolculuk. “Salih-i Selamet” limanına yanaşıyor.
Cidde’ye ineceğiz.
Mekke’ye çıkacağız.
 Aşk kente varacağız.
İlahı aşkın nuraniyet sembolü Kâbe’ye gönül kavuşacak.
Cidde’nin üstündeyiz. Havaalanına inmek üzereyiz. Yayılmış düzenli bir kent görünümünde. Trafik akışı otobanlarda çok canlı görünüyor. Sayabildiğim aynı yönde 6 şerit görünüyor.
Bütün yollar, ağlar, uçaklar ve araçlar; insanlar, yer ve gök, hepsi bir menzilin çekim alanına odaklanmışlar.
Yeni Cidde, çok planlı.
Yine Salâvat-ı Şerifelerle canlanıyoruz.
Cidde-havaalanı arası, vaha kültürünün ve çölümsü görüntüsü ile diğer tarafta ardı sıra birbirine sinmiş dağlar.
Esselamü aleyke ya Resullah!
Ya ehl-iarz…
12.10
“Kral Abdulaziz uluslar arası havaalanına hoş geldiniz” anonsu Arapça
Hayat da, kalem de durdu.
Sonrası, sonrasını biz değil şartlar belirleyecek.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.