Güya Allah'ı takdis ederken... 2: Allah'ı aciz bırakmak

"Muhakkak ki, Biz, herşeyi bir ölçüye göre yarattık." Kamer sûresi, 49. ayet

"Sayılara gizemli ve kutsal işlev yükleyen ve onları gizli hakikatlerin sembolleri olarak gören ilk kişi Pisagor olarak görülür. Kanaatimiz o ki, Pisagor bunu kendisi icat etmemiş, Mısır'da intisap ettiği sır dininin rahiplerinden öğrenmiştir. Muhtemelen Babil büyücülüğünün temelinde de bu kült vardır. Daha sonra Yahudi kabalacılığına geçmiş ve büyü formülleri ebced/cifir üzerinden yapılmıştır."

Mustafa İslamoğlu, Kur'an'ı Anlama Yöntemi isimli eserindeki ebced/cifir eleştirisine bu cümlelerle başlıyor. 'Kanaatimiz odur ki... Muhtemelen...' gibi 'bulmadan önce bulacağına zaten iman etmiş' ifadelerini bir kenara koyarsak, İslamoğlu'nun eleştirisini, daha bu girizgâhından itibaren, 'hakikati ıskalamış' görüyorum. Bir kere İslamoğlu, kendi dogmasını kabullenmemizi bekliyor eleştirisine başlarken. Diyor ki: "Sayılara gizemli ve kutsal işlev yükleyen ve onları gizli hakikatlerin sembolleri olarak gören ilk kişi Pisagor olarak görülür." Siz de bunu böyle kabul edin.

"Nerede görülür? Kim görmüştür? Görürken neye yaslanmıştır?" Daha bunları sormadan da bunun bir dogma olduğunun altını çiziyorum. Zira sayıların 'gizli hakikatlerin sembolleri olduğunu' bize ilk öğreten Pisagor değil, Allah'tır. Kainatta bilim namına ne varsa, bu matematiksel/ölçülü dengenin üzerine kurulmuştur ve zaten bunların keşfiyle oluşmuştur. Bugün fizik olsun, kimya olsun, biyoloji olsun, astronomi olsun (veyahut daha alt kolları/üst dalları olsun ele alınan) hepsinin bize gösterdiği şey: Allah'ın varlığı sayı sayı, rakam rakam ifade edebildiğimiz orantılarla, formüllerle, ölçülülükle yarattığıdır. Kainatı 'bilinmek' üzere yaratan Allah, yarattığını da rakam rakam okunabilir kılmıştır. Ve evet, Mustafa İslamoğlu'nu, 'rakamları gizli hakikatlerin sembolü olarak kullanma yöntemini' Allah'tan alıp Pisagor'a vermekle itham ediyorum.

 "Evet, herbir nebatın çiçek açması zamanında ve sümbül vermesi ânında tebessümkârâne mânevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir. Ve o mîzan ise, maharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir. Ve o nakş-ı san'at, lûtuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir. Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle bir lisân-ı şehâdettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder, hem evsafıyla tavsif eder, hem cilve-i esmâsını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder."

Yukarıdaki metinden devam edelim: Allah, kainatta, bizim rakamlarla ifade ettiğimiz manaların üstüne esma bilgisini yüklemiştir aslında. Çiçeğin yaratılışındaki düzen; önce, ilmi gösteren bir ölçülülük içinde tebessüm eder bize. Ve biz bu nizamı rakamla ifade ettiğimiz gibi, formülünü de yine rakamlarla keşfederiz. Bu ölçüler altında yüzümüze sanat tebessüm etmeye başlar sonra. Ölçülülük öyle bir düzeye varır ki; aklın farkettiği hakikatin dışında, göze de hoş görünen bir hüsne/güzelliğe bürünür. Sonra o sanat, yine rakamlarla süslü daha derin bir dünyaya çağırır sizi. Ta parmak izlerinize, retina kalınlığınıza, genlerinize kadar işlemiş; ve yine rakam rakam okunan, size özel ihsan manaları da içeren, bir zinet/süs ile karşınıza çıkar.

Bunların edebiyatını yapmadan önce hep rakam rakam okursunuz hakikatlerini. Ve bilim, rakamlarla (ve rakamla) derinleştikçe, yani rakamla ifade ettiğimiz ölçücüklerle yaratılmış bir varlığı önümüze serdikçe, biz de esmaya uzanan yollar buluruz oradan. O rakamlar bir şekilde karşımıza çıkar rahmet deriz. Başka bir şekilde tebessüm eder cemal görürüz. Korkutacak kadar büyüdüklerinde celalle sallanırız, vs...

Matematik esbaptaki ölçülülüğü ifade ettiğimiz dildir aslında. İnsan kendiliğinden bir matematik icad etmemiştir. Onun yaptığı sadece kainatta olanı keşfetmektir. İnsanı, kendisini tanısın diye yaratan Allah; kainatı da kendisini tanıtacak bir labratuvar olarak yaratmıştır. John Green, Aynı Yıldızın Altında romanında buna ne hoş değinir:

"Neye inanıyorum biliyor musun? Üniversitede bir matematik dersi vardı, hocamız ufak tefek ve yaşlı bir kadındı. Hızlı Fourier dönüşümlerinden bahsediyordu ve bir cümlenin ortasında durup; ‘Bazen evren fark edilmek istiyormuş gibi görünüyor’ dedi. Ben de buna inanıyorum. Bence evren beklenmedik bir şekilde bilince eğilimli ve kısmen de zekayı mükafatlandırıyor. Çünkü zarafetinin gözlemlenmesinden keyif alıyor."

Aynı şeye, Hani Tanrı Ölmüştü kitabında Robin Collins şöyle dokunur: “Biz, fizikte esrarengiz denecek derecede uyum, simetri ve orantı görürüz. Ayrıca benim ‘keşfedilebilirlik’ adını verdiğim birşey ile karşılaşıyoruz. ‘Keşfedilebilirlik’ ile kastettiğim şu: Doğa kanunları adeta bizim akıl/zihin düzeyimizde birileri tarafından keşfedilsin diye dikkatle düzenlenmiş gibidirler.”Aynı kitapta Gulliermo Gonzales ve Jay Wesley Richards ise şunları ekler bu paralelde:

Dünya’da akıllı bir yaşamın var olmasına izin veren aynı şartların, ayrıca evrenin gözlemlenmesi ve analiz edilmesine de tuhaf bir şekilde uygun olduğunu gördük. Ve bunun bir rastlantı olmadığına inanıyoruz. Aslında evrenin keşfedilmek üzere tasarlanıp tasarlanmadığı konusunu gündeme getiriyoruz. (...) Burada vurgulamak istediğim esas nokta, bizim var olmamızı mümkün kılan nadir özelliklerin aynı zamanda etrafımızda olup bitenler hakkında keşifler yapmak için de en iyi ortamı sağladığıdır. Aslında Dünya’da bilimsel keşifler yapma şartları o kadar hassas ayarlanmıştır ki, bunları tamamen şansa atfetmek için kendimizi epeyce zorlamamız lazım.

Ben işte bu yüzden Mustafa İslamoğlu'nu 'Allah'ı keyfine göre sınırlamakla' itham ediyorum. Kendi aklını vahyin rağmına merkeze almakla, vahyin sarahaten "Bende öyle birşey yok!" demediği bir meselede, hakkında varolan hadisleri de görmezden gelerek, kainatı matematiksel mesajlarla donatmış bir Allah'ın bunu vahyinde yapmadığını, arayanların da dalalette olduğunu söylemekle, asıl 'sapan'ın kendisi olduğunu haykırıyorum. Suistimalleri mi gösterecek bana? "Birşeyin yokluğuna suistimali ile mi hükmedilir?" diye sorarım o zaman. Hem her ilmin suistimali olabilir. Bediüzzaman da şarlatanların bu ilmi çok suistimal ettiğini söylüyor. Fakat bir ilmi suistimal, o ilmin reddine karine olur mu?

Ebcedin/cifrin suistimalini Hurufîler yapıyorsa, biyolojinin suistimalini de Evrimciler yapıyor. Fakat nasıl ki, ikincisinin dalaleti biyoloji bilimini bilim olmaktan tardetmiyor, kovmuyor; birincisinin sapkınlığı da Kur'an'da matematiksel bir mesajının da olmadığı anlamına gelmiyor. Bir kere sen baştan; 'Allah vahyinde matematik kullanmaz' önkabulün ile konuşmaya başlıyorsun. Bunu da Kur'an'dan değil, Pisagor'u okuduğun yerden çıkarıyorsun. Allah, senin önkabulüne uymak zorunda mı? Aciz insanlar bile mezartaşlarına böyle sözler, şiirler yazdırırken veyahut çocuklarına, doğum tarihlerine denk gelebilen isimler koyabilirken (merhum Mehmet Akif Ersoy'un babasının da ona böylesi bir isim verdiği anlatılır); Allah neden vahyinde bunu yapmaktan aciz kalsın? Sen öyle inanıyorsun diye, Allah (hâşâ) insandan aciz mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum