Güya Allah'ı takdis ederken...12: İslamoğlu'na Allah yazdırmıyor mu?

Seri uzadı, ama bitiremiyorum, çünkü yazacak çok şey var. Yazmayayım, yazmayayım desem de hazret yazdırıyor. Ah, ben ne dedim? "Yazdırıyor..." dedim. Şimdi İslamoğlu beni de şirk koşmakla falan suçlamasın. Yahut şu yazımı (yahut yazdıklarımı) Kur'an yerine koymakla falan... Öyle ya, doğru şekilde ifade etmem gerekiyorsa 'yazdım' demeliydim. Fakat durun, doğrusu gerçekten bu mu? Yazdığım şeyleri gerçekten ben mi yazıyorum? Sebepler dairesinde bakarsan, evet; fakat hakikate/tevhid dairesine bakarsan, hayır. Benim ve bizim bütün fiilerimizin sahibi aslında Allah'tır. Ne yazarken yazan benim, ne konuşurken konuşan sensin! İslamoğlu'nun yüreğine insin istemem, ama aslında 'yazdıran' da 'konuşturan' da Allah'tır. Herhalde bunu kendisi de bilir. Çünkü müslüman olabilmek için asgarî bu şartı arıyoruz imanda.

Peki, "Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı!" buyuran Kur'an bize ne anlatmak istiyor? Eğer İslamoğlu kafasıyla düşünecek olursak burada (haşa) bir ikircik var. Hem 'attın' diyor Kur'an hem 'sen atmadın, ancak Allah attı!' diyor. Eğer mecaz nedir bilmeyenlerdenseniz, Uluhiyet ve Rububiyet dairelerini ayıramayanlardansanız, bu ayetin içinden çıkamazsınız. Fakat ben bu ayete bakmakla Cenab-ı Hakkın bize büyük bir ders verdiğini görebiliyorum. Bu dünyada, bu hayatta neyi 'yaptım' sanıyorsan, aslında yapan sen değilsin, yapan ancak Allah'tır. Çünkü senin gücün değil bir file, bir karıncaya, bir sineğe; bir fiile bile yetmez. Fiilleri yaratan ancak Allah'tır. Lakin sebepler dairesindeyiz. Mecazımız olmadan Allah'ı bilemeyiz.

Birinci 'atmak' sendeki mecazı kasteder. Zahiren atan sen görünüyorsun. İkinci atmak, o fiili yaratmanın harikalığı ile seni 'yaratıcı' olmaktan azleder, aslında atan sen değildin.

 "Hem bilmüşahede sabittir ki, bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idâmı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. Hem vücut, herhalde mevcut bir illet ister, muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir; ademî birşey, mâdum bir şeye illet olur."

İşte her fiil böyle bir vücuda bakar. Her yapmak, bizim yapmayı arzu etmemiz dışında büyük bir organizasyon işidir. İnsan her yapmayı arzu ettiğinde, eğer kainatta ona eşlik etmezse, hiçbir şeyi başaramaz. Yalnız insan mı böyledir? Hayır, aslında bütün varlık 'ismiyle' hareket edip kuvvetine dayanacağı bir ilaha muhtaçtır.

"Nasıl ki, görsen; bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin, o adam kendi nâmiyle, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir, devlet nâmına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder. Öyle de, herşey Cenab-ı Hakkın nâmına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar."

Şimdi hakikaten bana komik gelen birşeyi anlatacağım: Bedii gibi, Mevlana gibi kelimelerde mecaza müsaade etmeyen Mustafa İslamoğlu her nedense iş 'yazmak' gibi bir fiile geldiğinde bu sefer mecaz yapılmamasını bir kusur gibi görmeye başlıyor. Mesela diyor ki, Kur'an'ı Anlama Yöntemi kitabında; "Bu iddiaların en acayibi de, Risaleler için kullanılan 'yazdırıldı', 'izin olmadığı için yazılmadı', 'manen icbar ediliyorum' yollu beyanlardır. Risalelerin Kur'an'la kıyaslanması ise bir başka fecaattir. Buna göre nasıl ki, Kur'an Allah Resulü'nün eseri değilse, Risaleler de Said Nursî'nin eseri değilmiş. O, sadece Nur Risaleleri'nin tercümanı, tebliğcisi imiş..."

Öncelikle (bu kısım pek bilimsel olmayacak) o senin dilin tutulsun ki, böyle iftirayı atıyorsun. 'Nasıl ki, Kur'an Allah Resulü'nün eseri değilse, Risaleler de Said Nursî'nin eseri değilmiş...' Bu ifadeyi Risale-i Nur'da gösteremiyorsan, geçtiği cümleyi paylaşıp bizi ilzam edemiyorsan müfterisin, yalancısın! Zira Risalelerin hiçbir yerinde böyle bir kıyaslama geçmiyor. Ama senin zanaatin böylesi demagojiler, uydurmalar olduğu için şaşırmamak gerek. Aynı kitapta bunun gibi neler neler yapıyorsun. Bana komik gelen: Normalde kelimelerde mecaza müsaade etmeyen sen, bu sefer de Bediüzzaman'ı mecaz kullanmadığı için suçluyorsun. Demek sence, "Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı!" sırrınca bir âlim 'yazdım' değil 'yazdırıldı' dese, 'canım istemedi' değil 'izin olmadığı için yazılmadı' dese, 'kendimi yazmaya mecbur biliyorum' değil 'manen icbar ediliyorum' dese hemen kelamını Allah kelamı yerin koymuş oluyor, öyle mi?

Uluhiyet dairesinden bakınca hangi fiili aslında sen yapıyorsun? Sen ki, mecaz beğenmezsin; asıl Bediüzzaman 'yazdım' dese "Haşa, ne yazması? Yazdırıldı. Hepimize Allah yazdırıyor. O yazdırmasa biz yazamaz, o atmasa biz atamazdık!" demen gerekmez mi?

Kur'an okuyorsun, ama nasıl okuyorsun? Nasıl bir kafayla, nasıl bir gözle hatmediyorsun? Tahlilin nasıl bir keyfî kaideye bağlı ki, işine gelince mecaz kullanmak suç oluyor, işine gelince de kullanmamak? Bedii'de, Mevlana'da mecaza müsaade etmeyen sen, 'yazdırıldı'yı görünce de 'illa mecaz kullanacaktı, yoksa kelamını Allah kelamı yerine koyuyor' deme cüretini gösterebiliyorsun? Yazık senden, senin bu ikircikli dilinden Kur'an dersi alanlara. Kendi aklının yoluna getirmek için kimbilir daha neleri eğip bükeceksin. Ve yine de sana âlim mi diyecekler? En nihayet Mustafa Özcan abinin sözüne geliyorum ben de: "Tutarsızlıklar bir meşrep veya mezhep olursa  bu 'İslamoğlu mezhebi veya meşrebi' olabilir."

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum