Güneşin Doğduğu Yere, Nurs’a Yolculuk

"Van Medresetüzzehra Sempozyumuna Doğru-1" 

Risale Akademi ekibi olarak Osman Gökmen, Caner Kutlu ve Muhammed Benek ile birlikte Üstadın doğup, büyüdüğü yerlere gitmek için yollardayız. “Bediüzzaman’ı en güzel şekilde nasıl anlayabiliriz ve bütün kainata en güzel şekilde nasıl anlatabiliriz?” sorusunu yedeğimize alarak yollara düşüyoruz. Güneşin doğduğu yere, Üstadın geçmişine doğru yürüyoruz.

İnsan bedenden ve ruhtan, kainat  mekandan ve zamandan mürekkep.

Batı dünyasında zaman lineer, çizgisel bir anlam taşıyor. Geçen zamanın tekrarı yok. Herşey eskiyor. Her şey yok olup gidiyor. İslam düşüncesinde ise zaman döngüsel, dairevi. Zaman çıkrık gibi dönüyor. Her şey özüne dönüyor. Her şey başa dönüyor. Onun için bizde yolun sonu başıdır, yolun başı da sonudur. Zaman her daim devinim içindedir.

Batılı için yolun başı da, sonu da ölümüdür. Mümin için yolun başı da, sonu da doğumdur. Her yolculuk bir doğumdur. Her ölüm yeni bir doğumdur.

Doğu, bilgeliğin şehri. Doğu “şark” demek. Güneşin doğduğu yer demek.

Şark ve işrak…

İşrak, güneşin doğuşundan ufukta bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar geçen zamana işaret ediyor. İşrak, aydınlanma, güneşin doğuşu, tan ağarması demek. Gerçeğe ulaşmak akıl işi değil; keşif, ilham, hads (sezgi) şeklindeki ruhî ve kalbî kuvvetlerin işi. “İşrak” zamanı 1153-1191 yılları arasında yaşayan “Nur Heykelleri” isimli kitabın yazarı Şehabeddin Sühreverdi gibi İslam dâhisini doğurmuş. 

Güneş doğundan doğuyor, batıdan batıyor. Batı tarihi, güneşin, insanlığın battığı tarih. Bunun için batılı her şeyde bir batış, yok oluş, sönüş görüyor. Her şeyden trajedi üretiyor. Olanı olduğundan çok fazla görüyor. Değil mi ki güneş batarken varlığın gölgesi daha fazla olur. Batılı herşeyde ölümün emaresini hissediyor.  Herşeye ölümün gözünden bakıyor.

Mümin herşeye yeniden bir doğuş, bir yenilenme olarak bakıyor. Hayatı bir sinema perdesi olarak algılıyor.

Kanadalı gayrimüslim gazeteci Fred Red Anadolu Kavşağı isimli kitabında Said Nursi ve Mustafa Kemal üzerinden yakın Türkiye tarihini anlatıyor. Batılı değerlerle büyüyen Fred Red “Said”i anlamak ve anlatmak için yolcuğuna Üstadın vefat ettiği yer olan Urfa’dan başlıyor. (Fred Red her ne kadar yola Üstadın doğduğu Nurs yerine vefat ettiği Urfa’dan başlasa da sonradan “yola geliyor” hidayete eriyor. Nur şakirdi oluyor…)

Memleketin batı şehirlerinde doğup, büyümüş birisi olarak uzun süre ben de Fred Red gibi bir düşünce dünyasına sahiptim. Doğudakiler gibi anadan doğma değil, sonradan olma şakirttim. Fred’in durumunda olsaydım ben de Üstadın vefat ettiği Urfa’dan yola koyulurdum. Fred Red’e yardıma koştukları gibi, Nur şakirdi ağabeyler benim de yardımıma koştu da, yolu doğrulttuk, “şakirt” olduk.

Fred Red son dönem Türkiye tarihinde etkili bir şahsiyet olan ‘Said’i araştırmak  üzere yola çıkmıştı. Fred Red, Susana Tamaro gibi yüreğinin götürdüğü yere değil de aklının götürdüğü yere doğru gidiyordu. Yanında cep feneri hükmünde aklından başka bir kıblesi yoktu. Biz ise Sözler’de anlatıldığı gibi hayli “yüklü” olarak yola çıkıyoruz.

Kalbimizde bir güneş gibi Nurs’u, aklımızda bir kıble gibi Nursi’yi, kolumuzda bir saat gibi Risaleyi taşıyarak yollara düşüyoruz. Biz FredRed gibi aklımızın cep feneri ile aydınlattığı yollarla Üstadın vefat ettiği yere doğru değil, Üstadın, güneşin doğduğu yere doğru yürüyoruz. 

Ankara, Van, Hizan ve nihayet güneşin, nurun, Nursi’nin doğduğu yer olan Nurs’a, oradan da Nursi’nin yaşadığı nurlu beldelere doğru yola çıkıyoruz.

İsmail Benek ağabey bizi Ankara Hava Limanından yolcu ediyor. Bu hal beni 90 yıl öncesine, 1923 yılına götürüyor.

Yıl 1923.

Seyda Ankara Kalesinde. Zaman 23 Nisan çocuk bayramına çok yakın bir zaman olsa da Bediüzzaman’ın zamanı aynı zaman değil. İçi çocuklar gibi şen değil. Harb-i Umumiyi gören ihtiyardır. Üstadın çocuk kadar temiz kalbi yorulmuş, ihtiyarlamaya yüz tutmuş.Zaman başkalaşmış, dünya değişmiş, herkes dünyaya prestij eder hale gelmiş.

Ankara yeni bir zamana giriyor, Ankara Kalesi yeni bir sese bürünüyor. Bu devir yıkıcı, bu ses ürkütücü. Şanlı Osmanlı İmparatorluğu yıkılıyor, yerine yeni bir devlet kuruluyor. Bir “zaman” gidiyor, yeni bir “zaman” geliyor. İşte şimdi Bediüzzaman olmak zamanı.

Ankara Kalesinde şanlı Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığını, ihtiyar dünyanın ölüme doğru sürüklendiğini gören Seyda, şimdi kendi hayatında yeni bir dönemin, 2. Seyda döneminin başladığını görüyor ve bu yeni dönemin yeni devlet ile çetin bir mücadele içinde geçeceğini hissediyor.

Tüfek gibi doğrulur. Bir kurşun gibi seke seke Kale’den şehre iniyor.

Bir zaman sonra hızlı adımlarla istasyona doğru yürüyor. Birkaç samimi dostu onu uğurlamak için istasyonda bekliyor. Vedalaşıyor.

Tren... Trene biniyor. Tren Van’a doğru hareket ediyor... Elveda Ankara...

İsmail Benek ağabey bana Üstadı Van’a uğurlayan Üstadın yakın dostlarını hatırlatıyor.

İnsan nereye giderse gitsin, gittiği yer aslında kendisidir. Yoluyla giden yorulmaz. Ama öyle yolculuklar vardır ki, o yolda ne kadar çok yorulursanız o kadar çok kendinize yaklaşırsınız, kendinize varırsınız. Eskiden hacca at ve deve ile gidilirdi. Hac Kabe’ye varmak değil, kalbdeki Kabe’ye varmak. Bu yol ve yolculuk ne kadar çok meşakkatli olursa neticeleri de o kadar büyük ve uzun vadeli olur. Kabe’ye özlem yolculuk boyunca damla damla kalbinize dolar, bir zaman sonra kocaman bir okyanus olur. Zira Kabe’de ve Ravza’da bu okyanusa çok ihtiyacınız olacaktır.

Kabe’ye at ve deve ile giderseniz yorulursunuz.Bedenin ve cismaniyetin hayatından çıkıp, ruhun ve kalbin hayat derecesine varırsınız. Hayatı kalbin ve ruhun makamında yaşamaya başlarsınız. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde ordunun başında olan Muhammed Mustafa  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yol boyunca hayaliyle hep yanı başınızda olur. Belki size şah damarınızdan daha yakın olur. Yorulurum da uyurum, böylece rüyalarda onu görürüm diye kendinizi yordukça yorarsınız. Hicret esnasında Ebubekir’in (r.a.) Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yoldaşlık ettiği gibi Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hayallerde, rüyalarda, dualarda size yoldaşlık ettiğini hisseder, sevinirsiniz.

Şimdi Ankara’dan çıktığınızda iki saat sonra Kabe’de oluyorsunuz. Kalbiniz, ruhunuz, aklınız kıvama ermeden, işin çilesini çekmeden kendinizi Kabe’de buluyorsunuz. Haliyle bu yolculuğun getirisi size az olduğu gibi etkisi de kısa süreli oluyor. Hacdan maksat olan neticelerin bir çoğuna ulaşamıyorsunuz.

Üstad Ankara’dan Van’a trenle gitmiş. Kim bilir yolculuğu kaç gün sürdü. Kimbilir içinden neler geldi, geçti. Kim bilir içinde kaç dünya yıktı, kurdu.

Biz Ankara’dan Van’a  trenle değil uçakla gideceğiz. 80 dakika sonra kısmetse Van’da olacağız. Üstadın Van’a varıncaya kadar edindiği manevi müktesebatın belki de binde birini edinemeden Van’a varmış olacağız. Bu durum beni üzse de “bir şey hepten elde edilmese de bütün bütün de kaybedilmez” hakikati ile teselli oluyorum.

Uçağa biniyoruz. Ankara Ovasından geçiyoruz. Biz de Üstad’daki hüzünden ve kırgınlıktan eser yok. Şiire ve Yahya Kemal’e vuruyoruz kendimizi:

Bizdik o hücumun bütün aşkıyle kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

Gül yüzlü bir afetti ki her busesi lale;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visale!

Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin;
En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;
Allaha giden yolda meleklerle karıştık.

Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından;
Gördük ebedi cedleri bir anda yakından!

Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber;
Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber.

Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden
Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden! 

Üstad Ankara Ovasından geçerken hiç de çocuklar gibi şen değildi. Yeni dönemin sancılarını şimdiden hissetmenin ağrısı ile yol alıyordu. Tren vagon vagon, söz boğum boğumdu Üstadın kalbinde. Üstad sessiz…Üstad suskun…Üstad kırgın…Ama biz “Üstadımıza varacağız” diye çocuklar gibi şendik. O gün dev gibi bir orduyu yenebilirdik.

80 dakikalık yolculuktan sonra Van’a iniyoruz. Hava alanında Üstadımızı gören son şahitlerinden Selahaddin Akyıl ve Van Mevlidini organize eden Şahabettin Öztürkçü ağabey bizi karşılıyor.

Acaba Üstad Van’a geldiğinde onu karşılamaya kim gelmişti? Hayatta olsa Ubeyd muhakkak gelirdi. İhtimal ki Molla Habip ve Ubeyd’i temsilen birkaç talebesi gelmiştir. Buradan bakınca Selahaddin Akyıl ağabey Molla Habip ve Şahabettin Öztürkçü ağabey Ubeyd gibi görünüyor. Bu bize önümüzdeki günlerde Van’da, Bitlis’te, Nurs’ta yüzlerce Molla Habip ve Ubeyd’i göreceğimizi hissettiriyor, bir daha seviniyoruz…

Yarın devam edelim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum