Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Güller diyarının mutlu insanı (I)

Isparta, uzun yıllar Barla nahiyesi ile birlikte Asrın Manevi Sultanı Bediüzzaman’a ev sahipliği yapmış müstesna ve nurlu bir şehrimizdir.  Dönemin ve despot rejimin soğuk ve karanlık yüzüne mukabil, sıcak, müşfik ve nurlu bir yüz ile Üstad’ı kucaklamış ve bağrına basmıştır.

Ispartalılar, kadirşinas ve hakperest insanlardır. Her zaman vakar ve asaletlerini muhafaza etmişler, zulmün ve zalimin karşısında dik durmasını bilmişlerdir. Bunu da tam bir metanet ve sükunetle yapmışlar, asla şer güçlerin oyunlarına alet olmamışlar, tahriklere kapılmamışlar ve kirli tezgahlarına düşmemişlerdir.

1927 yılının başlarından itibaren Barla’da ikamete mecbur edilen ve şiddetli bir takip ve tarassut altında tutulan Mukaddes ve Nurlu Sürgün’e bütün safiyetleri ile sahip çıkmışlar, tehdit ve şantajlara da beş para ehemmiyet vermemişlerdir.

‘’Güllerin Efendisi’’nin aşkıyla dopdolu olan güller diyarının gül kokan insanları, güzel meziyetlerin sahibi olarak, kendilerine Kader-i İlahi’nin celbiyle misafir olarak gönderilen bu garip insana bütün misafirperverlikleri ile pervane olmuşlar, bu büyük hizmetin birer parçası haline gelmişlerdir.

1900 yılında Atabey’de dindar bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen Mehmed Tahiri, yetiştiği aile ortamının da etkisiyle dini meselelere büyük bir merak ve iştiyak arzusu ile büyümüş, Kurtuluş Savaşı’na katıldığı için de Gazilik unvanı ve madalyası almış, ancak kendisine bağlanan gazilik maaşını kabul etmemişti.

Barla’da başlayan Nur dalgası, Atabey’e varınca, buranın mütevazı, mütevekkil ve mütebbessim bir insanı olan Tahiri Mutlu’yu da kendine meftun etmiş ve bu müstesna insan da bu Nurun samimi ve ihlaslı bir sevdalısı ve kahramanı haline gelmiştir.  Hemşerisi Atabey’li Hafız Zühdü vasıtasıyla Risale-i Nur’u tanıyan Tahiri Mutlu, bir an önce Barla’ya gidip Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmenin heyecanını yaşamaya başlamıştır. 

Bu hizmet ve hamiyet insanı, 1931 yılında Barla’ya giderek Bediüzzaman’ı ziyaret ettikten sonra, bu ahir zaman hizmetinin ehemmiyetinin farkına varmış ve bütün varlığı ile iman ve Kur’an davasının fedakar bir davacısı haline gelmişti. Artık hayatının en büyük gayesi olarak, bu nurların intişarını dava edinen bu gönül insanı, bunun için de hiçbir fedakarlıktan kaçınmamıştır.

Teksir makinesinin kullanılmaya başlanması ve Nazif ve Selahaddin Çelebi’nin  fedakarlığı ile İnebolu’da böyle bir makinenin Nur hizmetine girmesi ile birlikte, neredeyse bütün maddi varlığını elden çıkararak İstanbul’da bir teksir makinesi alan ve Sav Köyünde bunu Nurun hizmetine veren Mutlu Tahiri, bu yönüyle de, Nur Hizmetinin tam bir saff-ı evveli olma şerefini hakkıyla kazandı. Üstad’ın ‘’bin kalemli Nurcu’’ dediği teksir makinesinin başında sabahlara kadar mumlu kağıt ve mürekkeple hemhal olarak bu büyük hizmeti yapma şerefini kazanan bahtiyarlardan olan Tahiri Ağabey, Nurlu eserlerin intişarında çok mümtaz bir vazifeyi tam manasıyla deruhte etti. ‘’Tevafuklu Kur’an’ın’’ basılması işinde de çok büyük gayretler gösteren Mehmed Tahiri, kıyamete kadar devam edecek bu büyük hizmetin öncü neferlerinden biri olarak büyük bir rüçhaniyete mahzar olmuştur. 

Varını yoğunu hizmet yolunda sarf etmekten çekinmeyen gönlü zengin bu hizmet eri, Kastamonu’da yazılan Ayet-ül Kübra Risalesi’ni okuyup, Üstad’ın da bu yöndeki isteğine muttali olduktan sonra, 1942 yılında bazı mülklerini satıp paraya çevirerek doğruca İstanbul’a gitmiş ve Ayet-ül Kübra Risalesi yeni harflerle bastırıncaya kadar da oradan ayrılmamıştı. Bu arada Sahaflar Çarşısı’nı defalarca ziyaret etmiş ve buranın tozlu raflarında Eski Said döneminde yazılan bazı eserleri görmüş ve bunları da alarak bastırdığı Ayet-ül Kübra Risaleleri ile birlikte Kastamonu’ya, Üstadının yanına gitmişti.

Mutlu ve Nurlu Tahiri, bütün bu hizmetleri yaparken takvasından hiçbir taviz vermemiş, Üstadından aldığı dersin gereği olarak ‘’azami takvayı’’ hayatının vazgeçilmez bir prensibi haline getirmiştir. Bu takva ve safiyeti nedeniyle Üstadın ‘’Tahiri gerçi velidir, fakat o, bu yönünü bilmez’’ iltifatına mahzar olmuştur.

Bütün varlığı ile sarıldığı ve sahiplendiği bu nurlu hizmet için hiçbir bedel ödemekten çekinmeyen Tahiri Ağabey, 1943 yılında Denizli ve 1948 yılında da Afyon’da Nur Üstad’ı ile birlikte hapis yattı. Daha sonraki yıllarda da  hakkında defalarca dava açıldı ve hapishaneleri ziyaret etti.

Hapishaneyi Medrese-i Yusufiye olarak gören her Nur Talebesi gibi, yattığı hapishanelerde de Nurları okumaya ve etrafındaki mahkumlara anlatmaya devam etti. Şahsi kaygıları ve sıkıntılarını her zaman geri plana itmeyi ve iman hizmetini her şeyin üstünde tutmasını bildi. Bu çok olumsuz şartlarda bile şahsi ibadet ve takvasından zerre kadar taviz vermemeye çalıştı. Bediüzzaman, Denizli Hapsinde, Tahiri Ağabey’in örnek bir halini şu şekilde ifade etmektedir: ‘’Feyzi'lerin bir kahramanı olan Ahmed Feyzi kardeşimiz de, Tahirî'nin koğuşu olan medresesinde aynen Tahirî gibi davranmalı. Ve gidenlerin yerinde, onların şakirtlerini Kur'ân ve Nur dersleriyle ve yazılarıyla teşvik etsin. Dün bana gönderdiği yeni talebelerin defterleri benim hazin halimi sevince tebdil etti, Elhamdü lillâh dedim.’’(1) 

Şualar’da geçen bir başka  mektup, Tahiri Ağabey’in diğer bazı ağabeylerle birlikte hapishanedeki hallerini göstermesi bakımından çok ilginçtir:

‘’Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste katî kanaatim gelmiş ki, Risale-i Nur ile kıraeten ve kitabeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir. Meşgul olmadığım zaman o musibet tezâuf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder. Bazı esbaba binaen, ben en ziyade Hüsrev'i ve Hâfız Ali (r.h.), Tahirî'yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. "Acaba neden?" derdim. Şimdi anladım ki, onlar hakikî vazifelerini yapıyorlar; mâlâyani şeylerle iştigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enâniyetten gelen hodfuruşluk ve tenkit ve telâş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itmi'nan-ı kalbleriyle Risale-i Nur şakirtlerinin yüzlerini ak ettiler, zındıkaya karşı Risale-i Nur'un mânevî kuvvetini gösterdiler. Cenâb-ı Hak, onlardaki nihayet tevazu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin. âmin.’’(2)

Yakın bir dostundan bir meselede sadakatsizlik gören ve bu duruma çok üzülen Bediüzzaman Hazretleri, ‘’Ya Rab, hakiki bir talebem yok mu?’’ diye  Allah’a iltica ettiği bir sırada kendisine gösterilen Tahiri Ağabey’in mutlu ve nurlu siması ile büyük bir huzur ve memnuniyet duymuş ve şükretmiştir.

Mahkemelerdeki müdafaalarında, zerre miktar bir telaş göstermeyen Tahiri Mutlu, Bediüzzaman gibi bir Müceddidin hizmetinde olduğunu ve Nur Risalelerini bastırmak ve dağıtmak için gayret gösterdiğini, o tahakküm ve istibdat günlerinin mahkemelerinde açıkça söylemekten asla çekinmedi.

Üstad’ın takdir ve tahsinine mazhar olan Tahiri Ağabey, şu ifadelerle ‘’Atabey Kahramanı’’ olarak tavsif ediliyor ve dualar alıyordu: ’’Mehmed Tahirî! Küçük Lûtfî'nin hayrü'l-halefi ve Atabey'in kahramanı, bu havaliye nurlu ve güzel hediyeleri çok kıymettardır. Rahmanür-Rahim, hazine-i rahmetinden ona ve pederine her hurufuna ve her kelimeye mukabil rahmet etsin. Amin.’’(3)

DİPNOTLAR:
1- Şualar, sayfa: 459
2- Şualar, sayfa. 282.
3- Kastamonu Lahikası, sayfa: 57

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum