Gül Yetiştiren Adam Kaldı mı?

Gül Yetiştiren Adam Kaldı mı?

Recep Şükrü Güngör'ün yazısı...

Gül yetiştiren adamlar geçen yüzyılın ilk çeyreğinde yaşadılar. Onurlu durdular. İnandıklarından taviz vermediler. Siirt’te, Mardin’de, Malatya’da, Erzincan’da ve en meşhuru Maraş’ta yaşadığı bilinen bir gerçek. Okurlar sadece Maraş’ta yaşayanın destanını okudular. Rasim Özdenören olmasaydı onu da bilemeyecektik. Rasim Bey, Maraş’ta yaşamış bu gül yetiştiren adamı başkalarından duymuş.  Duymasaydı ondan da haberdar olmayacaktık.

Gül yetiştiren adamı bize tanıtan ne? İlk önce Batıcılık cinnetine karşı olması, bizim biz kalmamamız için sivil itaatsizlik eylemini seçmiştir. İsyan mı etmiştir? Evine kapanmış, komşuların çocuklarına elif cüzünü öğretmiştir. Elli yıl sonra bir sabah vakti, torunuyla ulucamiye namaza giderken bütün dünyası allak bullak olur. Elli yıl önceki esnaf yoktur. İç çamaşırlarını teşhir eden dükkanlar, yiyecekleri vitrine sürenler, göstermekten imtina edilen giysilerin askılarla sergileyenler… Sonra cami. Camide topluluğun bir Avrupalı gibi giyinişleri…  Sakalsız bıyıksız imam, pantolonlu, fötr şapkalı cami cemaati.

Hangi ülkenin, hangi milletin halkı bu insanlar? Gül Yetiştiren Adam şaşırıp kalmıştır. Halkı eleştirirken, yabancı bulurken, kendini de ak sütten çıkmış ak kaşık görmez. Kendini de eleştirir. Keşke kapanmasaydık eve, der. Keşke çalışsaydık, bu toplumu koruyabilirdik belki. Yakup Kadri’nin Yaban romanında Celal de benzer bir yabacılığı yaşar. Ahmet Celal moderndir. Pantolonludur. Hurafelere inanmaz. Köylüler ise onun zıddına, hurafelere inanırlar, şalvarlıdırlar. İmamın dediklerine inanırlar. Ahmet Celal ise Ankara’ya inanmaktadır. Gül Yetiştiren Adam Yaban’ın kahramanın tersten okunmasıdır. Kendi halkının yerleşik değerlerini yitirişinden ıstırap duymaktadır. Yaban ise halkın süregelen inanışlarını terk etmemesinden rahatsızdır.

Gül Yetiştiren Adam kaldı mı?

Köşede bucakta vardır belki. Lakin, biz onların o asaletli sivil itaatsizliğinden habersiziz. Evine çekilen, dışarıyla bağını kesmiş insanları sormuyorum. Gül Yetiştiren Adam’ın kavradığını kavrayan, o duruşu, o izanı yaşatan/yaşayan kaldı mı diyorum. Sağıma bakıyorum yok, soluma bakıyorum yok. Sağım ihale, solum makam.

Ne yapmalı? Ümitsizliğe yer yok. Adam yetişmiyor dediğimiz okullarda hasretini çektiğimiz nesilden bireyler yetişiyor. Üniversitelerden ufuk insanları yetişiyor. Yeterli değil elbette. Daha çok yetişmesi için çaba sarf ediliyor.

Gül Yetiştiren Adam’ın zihniyetini taşıyan nesil hayatın içinde, akışın tersine kürek çekmeyi göze alan nesildir. Bunun ipuçlarını görüyorum. Toplumun içinde toplumun bir cinnete sürüklenmesini gören, bundan ıstırap duyan bir nesil… İğneyle kuyu kazar gibi zor yetişiyor.

Mustafa Reşit paşa 1838’de İngilizlere kendi konağında kimselerden habersiz İngilizlere imtiyazlar verirken yanında bir tane genç yoktu. İngiliz elçisi vardı sadece. Toplumu batılılaştıracağına inandı ve bugün görüyoruz ki Reşit Paşa başarılı oldu. Yüz yıl sürdü çabasının meyveye durması. Gül Yetiştiren Adam’ların yetişmesi, meyveye durması, toplumu tesiri altına alması yüz yıl sürmeyecek işallah.

Sevgili okurum, okullar tatile giriyor. Çocuklarımızı yaz eğitimine alalım. Yüzme, güreş, tenis gibi spor; elifcüzü, fıkıh, hadis gibi din, bağlama, gitar, resim gibi sanat eğitimleri aldıralım. Yaz gününü yalnızca eğlenceyle geçirmesin çocuklar. Mümkünse bir iş yerinde tecrübe edinsinler. Unutmayalım, eli sanatlı insanın sözü de sanatlı olur.