Görülmeyen hastalıklarımıza dikkat!

Öteden beri iç dünyamda olup bitene karşı ilgi duyarım. İlgi duyarım da beni içten kemirenlere karşı ne kadar başarılı olabiliyorum konusunda bir şey söyleyemem. Kimsenin bilgisinde olmayan, ancak yumak olmuş bir sürü takıntılarımın olduğunu başkaları bilmiyor olabilir, ama ben biliyorum. İç dünyasına dikkat eden ve birkaç dakika içinde olup biteni izleyen herkes aç kurtlar gibi dönüp dolaşan kötüye bulaşmış duygularını hisseder; ama farkına varıp da bunlarla mücadele etme işine kolay kolay koyulamaz.

Oysa, yalnızca iç dünyamızı değil, dış dünyamızı da karartan o kadar çok içsel, manevî hastalıklarımız var ki, huzursuzluğumuzun çoğu bunların yüzünden olduğunu çoklarımız bilmez. Hatta kimileri bu tür hastalıkların “benim fıtratım” diyerek onulmaz olduklarına hükmeder. Hiçbir hastalık yok ki, onun tedavisi olmasın; hiçbir dert yok ki, onun şifası bulunmasın. Ne kadar yıkıcı yanlarımız varsa o kadar da iyileştirici ve düzeltici yanlarımızın olduğunu unutmayalım. Bir bütünüz biz. Neye yoğunlaşırsak o yanımızın hem bedenimize ve hem de duygusal dünyamıza hâkim olup çıkar.

İmanla geliştireceğimiz bakış açısıyla elbette birçok yaralarımızı sararız. Hatta kuvvetli iman, hastalıklarımızın kaynaklarına inmemiz için de iyi bir yöntem kazandırır bize. Fakat çoğunlukla bilgi ve birikimle olan bir şey bu… Buna herkesin yetişme tarzının yeterli bir düzeyde olması her zaman mümkün olmayabilir. Derinlere kök salmış duygusal hastalıklarımı düşündüğümde, ta Asr-ı Saadette geçen, çoğumuzun bildiği bir olayı hatırladım. Hani Allah Resulünün (asm) ahirete şeref verdiğinin hemen akabinde sahabeler arasında büyük bir panik yaşanmıştı. Allah Resulünün ölümünün son derece üzdüğü Hz. Ömer, “Kim Resulullah öldü derse” diye kılıcını çekerek etrafını tehdit ettiği bir sırada Hz Ebubekir çıkagelmiş ve soğukkanlılıkla önce Hz. Ömer’i teskin etmiş, sonra da sahabelere hitaben  “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy’dır, ölümsüzdür.” diye kutsal davasının en büyük ilkesini hatırlatan meşhur konuşmasını yapmıştı. Hz. Ömer, orada, bu davranışıyla Hz. Ebubekir’in büyüklüğünü daha da iyi kavramış ki, onu saygı ve sevgiyle kucaklamış. Hz. Ömer gibi bir insan bile zaman zaman cahiliyet döneminden kalma eski alışkanlıklarına dönerek onları istemese de yaşayabiliyor. Ancak o gibilerin yaşamalarıyla bu tutumlarından tövbe etmeleri bir oluyor.

Eski alışkanlıklarımızı atmak öyle kolay değil. Çok gayret ister. Paslı çividir onlar. Duygu eğitimi ile onları tedavi etsek bile az da olsa izleri kalabilir. Tamamen içimizden atılmaları ise hem zaman ve hem de yoğunlaşma ister.

Doğu mistisizmi bu tür hastalıkların üzerinde çok durmuş. Bir önceki yazımda bu tür zehirli hastalıkların seksen dört bin çeşidini çıkarılmış olduğundan söz ettim. Ama onlar asıl kaynağa, yani iman temeline inemedikleri için, ileri sürdükleri yöntemlerle istenilen iyileşmeye erenler, kendi yöntemlerince de olsa son derece sınırlı. Arzu edilen yöntem, çoğunluğun uygulayabileceği yoldur. Onlar bizde olan Cadde-i Kübra’dan yoksundurlar. Elbette bizim de onlardan öğreneceğimiz lokal yöntemler var. Batı da bu duygusal hastalıkların farkına varmış ki, İslam dünyasını atlayarak çareyi Doğu mistisizminde aramaya kalkıştılar. Onlar da bilmediler ki, duygusal alışkanlıkların daha kısa yoldan tedavisinin asıl kaynağı bizde, İslam’da, çağımızın bir Kur’an açılımı olan Risale-i Nur’dadır.

Bana göre bu alan son derece bakir; ciddi anlamda el atılmamış desek yanlış olmaz. Risale-i Nur, bu gözle bakıldığında duyguların üzerinde çok durduğunu görürüz. Onlar iyi bir psikolog, aynı zamanda dolu olan biri tarafından irdelenip bu konuda elimizdeki dev eserin bakış aşısını yansıtarak, bize ve Batı dünyasına ışık tutulmasında son derece ihtiyaç var. Anekdotlar halinde değinmeden önce günümüz psikoloji çevresinin duygu alışkanlıklarına temas etmek istiyorum.

Duygu alışkanlıklarından kurtulmak için hem Batı ve hem de Doğu mistisizminden yararlanarak iki yöntem geliştirdi Tara Bennett-Goleman ve “Duyguların Simyası” adlı kitapta da bu yöntemlerin üzerinde uzun uzadıya durdu. Biri uyanıklık meditasyonu ve diğeri ise bilişsel tedavinin şema tedavisi denilen bir yöntem. Biri eski ve diğeri çağdaş olan bu iki yöntem, uygulamaya geçildiklerinde bizde duygusal alışkanlıklara ilişkin bir bilinç oluşturuyor. Bu iki yöntem ya da başka yöntemlerle bu alışkanlıkların farkına varıyoruz. Farkına varmak, bir anlamda bizde var olan duygusal hastalığımızı teşhis etmek demektir. Teşhis ise tedavinin yarısıdır.

Şema terapisi olan bu çağdaş yöntem, insanda var olan bu tür hastalıkların haritasını ortaya koyuyor. Bu harita ile, bize bulaşan bizim de istemediğimiz hallerin birer hastalık, hem de tedavi edilebilecek hastalık olduğunu öğrenmiş oluruz. Her şey bilgiye dayanır. Hastalıklarımızı bilmezsek, kendimizi bu ahtapotumsu sarmaldan nasıl kurtarabiliriz? Çağımızda, bu bilişim teknolojisinde bunları bilmemek elbette mazeret değil. Hastalıklarımızı bilmediğimiz için de çoğu zaman bu garip huylarımızı muhataplarımıza da dikte etmeye çalışırız. Yanlışlarımızı doğru olduklarına hükmederek başkalarına dayatırız da bazen. Bu gibi duygusal alışkanlıklar doğru bildiklerimizin ve doğru yaptıklarımızın önünde en büyük engel olmuş olurlar. Muhataplarımız anlık gördüğü şeylere mi inansın yoksa bizim söylediklerimize mi?

Şemaların gösterdiği duygusal alışkanlıkların, takıntıların çok çeşitleri vardır. Çoğumuzda da bunlardan en azından bir ya da ikisi, hatta birkaçı da birden bulunur. Yaygın olanlarını saymaya çalışırsak: Güvensizlik, toplumsal dışlanma korkusu, çevredekilerce beğenilmeme korkusu, başarısızlık kaygısı, başkalarınca sevilmeme kaygısı, birilerini çekememe, geçim korkusu, kendimizi önemsiz görme duygusu, çevremizden saygınlık bekleme, kıskaçlık, öfke, ölüm korkusu vs…

Tara Bennett, hastalarıyla meşgul olurken bu ve buna benzer hastalıklardan kurtulmak için iki yöntem geliştirdi. Biri farkındalık, duygusal alışkanlıkların farkına varmak. Bu hastalığın farkına vardığımızda hemen bunlarla mücadeleye girişmemiz gerekir. Aksine alışkanlıklar hayatımızdaki olaylarla tetiklenir de bütün algılarımız ve tepkilerimiz bunların egemenliği altına girer. Bizi daha fazla ele geçirdikçe tekrarlanıp dururlar. İlişkilerimizi, işlerimizi, kendimiz ve evrene bakış biçimimizi allak bullak ederler. Yakaladığımız duygusal alışkanlığımızı iyileştirinceye kadar onunla mücadeleyi bırakmamamız gerekir. İşte farkındalık duygusal alışkanlıklarımızla mücadelemizin ilk adımıdır.

Diğer bir adım ise, uyanıklıktır. Kendimizde gördüğümüz bu takıntılardan bir ya da ikisinin farkına vardığımızda, nasıl işlediklerine dikkat etmektir. Bunlara karşı ne kadar uyanık olursak o kadar oların etkisinden kurtulmuş oluruz. Zaten hangi hastalıklarımız bizi rahatsız ettiğini bildik mi gerisi kolay. Dini terimle duygusal hastalıklarımızın her farkına varışımız aslında bir tövbedir. Onlarla mücadele eylemine girmemiz ise bir fiili duadır. Tamamen içimizden atabiliriz de atmayabiliriz de; en azından yolunda tetikte olmuş oluruz.

Kimde bu hastalıkların biri ya da ikisi yok ki? Her an davranışlarımızla kendilerini gösteren hastalıklarımıza karşı duyarsız kalmak, sosyal aktivitemize de zarar verir, birlik ve kardeşliğe de. İhlas denilen erdemli davranışlarımızın zehridir bu alışkanlıklarımız.

Risale-i Nur’da İkinci Lem’a, baştan sona bu iç, manevi hastalıklarımıza vurgu yapar. Hz. Eyyub Aleyhisselam, dış hastalıklarına karşı “Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” şeklindeki duasına, uzun zaman sabrından sonra sarılınca görünen hastalıklarından kurtulmuş Allah’ın izniyle. Bu dua aslında Eyyub Aleyhisselamın bir farkındalığıdır. Bediüzzaman, “Hz. Eyyub Alehisselamın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır(1).” söyleyerek, içimizdeki hastalıklarımıza dikkat çeker. İyileştirme çaresi olarak da “İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’tan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar.(age)” diyerek de bunlara karşı tetikte ve uyanık olmamızı, bunların irdelenerek gün ışığına çıkartılmasını, bize neler yaptıklarını görmemizi ve gerektiğinde bunların tedavisinde uykularımızın kaçmasını ister.

İşte burada, “bizim hastalıklarımız nelerdir?” diye hiç olmazsa kendi iç dünyamızda bunun sorgulamasını yapmamızda yarar var. Çocukluktan beri edindiğimiz ya da bize dayatılan duygusal alışkanlıklarımız olmadı mı? 0-6 yaş dönemi, kişiliğimizin oluştuğu dönem. Yetiştiğimiz çevre de belli. Hiç mi derinlerimize kök salmış alışkanlık, bağımlılık ve şartlanmışlıklarımız olmadı? Eğri oturalım doğru konuşalım, başarılı olalım ya da olmayalım, kaç kişimiz bu hastalıklarımızla hummalı mücadeleye girişmiş? Gece uykularını kaçırmış? Bir köşeye çekilerek bu alışkanlıklar yüzünden gözyaşı dökerek Yaradan’ına yalvarmış?

Günümüzde günahlar öyle tek tek değil, organize olmuş olarak saldırıyorlar. İçimize vesveseler, şüpheler atarak imanımızı zedeliyorlar. Eğer bu hastalıklarımızın farkında olmazsak, uyanıklıkla değil de uyuşuklukla onları karşılarsak, küfrün eşiğine kadar gideriz. Bediüzzaman, bu korkunç sonu orijinal kendi deyişiyle bize şöyle haber veriyor: “Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah, içinde küfre gidecek bir yol var (age).”  

Bu nasıl önlenir? Tövbe ile, günahın farkına varmakla… Uyanık davranarak bu kötü alışkanlığın, yani günahın, yanlış tutumun farkında olmazsak, içimizde kurt değil kocaman bir yılan olur (age). Bizi yutar. Bütün değerlerimiz altüst olur. Acılar, sıkıntılar, moral çöküntüler bizim yakamızı bırakmaz. Günahlar, kötü alışkanlıklar çoğaldıkça, onların cenderesinden kurtulmak da bir hayli zorlaşır. İşin en kötüsü, yaptığımız eylemlerin de Allah için olmasına engel olurlar. Hiçbir işimizde içten olamayız. Bu ise bizim özgürlüğümüzün en büyük engelidir. Özgür olmadığımız işlerde asla biz olamayız.

İkinci Lem’a, cidden bu yazı çerçevesi doğrultusunda üzerinde düşünülmesi gereken bir risale. Duygu eğitiminin de nirengi noktasını teşkil eder. Risalelerin daha birçok yerlerinde orijinal parçalar var. Umarız, onlara yoğunlaşmakla birçok gizli, ancak etkileri davranışlarımıza yansıyan hastalıklarımız geride kalır ve bu anlamdaki farkındalığımız birliğimize de katkı sağlar.    

Dipnot:
(1)Bennett- goleman, Tara.(2003). Duyguların Smyası. Alfa Yayınları, İstanbul
(2)Bediüzzaman, Said Nursî (2005). Lem’alar, s:21 Y.A.N. İstanbul.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.