Gölge

Balkonda serin serin oturuyorum. Biraz da yüksekçe yerdeyim. Ağustos’un sıcağı kavuruyor ortalığı. İster istemez etrafı seyrediyorum. Tam karşımda caddenin kenarında çok da büyük olmayan genç bir ıhlamur ağacı var. Baharda açan çiçeklerinin yaydığı güzel kokuyu söylememe gerek yok. Şimdi de gölge hizmeti veriyor. Altı neredeyse hiç boş kalmıyor. Sığınak gibi geniş, sevgi ve şefkat dolu. Sığınanların sadece başlarını değil, kalp ve ruhlarını da okşuyor, içlerini serinletiyor.

Bir araba geliyor, genç ıhlamur ağacının gölgesine park ediyor, sahibi birazdan işini bitirip dönüyor ve arabasını alarak çekip gidiyor. Ardından randevulu müşteri gibi bir başkası geliyor, ardından bir başkası, daha bir başkası.  İnsanın hayretle “Ne var bu ağacın altında?” diyesi geliyor.

Ne olmasın ki? Gölge var, serinlik var, sığınma var, beka aşkı var, sevgi var, şefkat var, fahr var, şeref var. Var oğlu var. Daha neler neler… Şimdi “Nereden çıkardın bütün bunları?” diyeceksiniz.

İnsanoğlu zayıf ve her şeye muhtaç bir varlıktır. Güçlü olana sığınmaya, O’nun sevgisine ve şefkatine; ihtiyacı görülünce de O’nunla gurur duymaya ve şereflenmeye  ihtiyacı var.
Mutlak güç ve kudret sahibi olan Allah’tır ve insanoğlu Allah yaratmıştır. Dolayısı ile insanın üzerine Allah’ın isimlerinin cilveleri düşer ve ona gölge ederler. Allah’ın bizim tasavvur edebildiğimiz bin bir isimine ıhlamur ağacı gibi bir şekil verilmiş olunsa, hayatımız boyunca şefkatle, muhabbetle ve merhametle gölgelendiğimiz ve himaye edildiğimiz bir Esma ağacı çıkar ortaya. 

Böyle bir Zatın mahluku, memluku ve kulu olmak fahr ve şeref için yetmez mi? Elbette yeter de artar bile.

İnsan bazan gaflete dalıp, yanlış gurura kapılıp bütün güzellikleri kendinin sanır, Rabbi ile olan nurani bağını koparır, O’nu  unutur. Yalancı gölgelerde, eğlence ve sefahatte serinlemeye çalışır, ama nafile… Ruhu daha çok yanar, kalbi ve vicdanı ecel terleri döker, karanlıklar içerisinde kalır.

Allah’ın gölgesinde taat ve ibadet var, kulluk var, iki cihan serinliği var. Birinci cihan imtihanını kaybeden, ikincisini de kaybetmiştir. Zaten imtihan ikincisi içindir. O dehşetli günde Peygamberimizin Liva-i Hamd Sancağı kurulur, güneş bir mızrak boyu indirilir, ardından, “haydi gölgeye buyurun” denir. O sancağın altına şarjı yüksek iman kuvvetiyle, namaz ve oruç ayağı ile, salih amel ve takva bineği ile gidilir. Bunlar yoksa Allah muhafaza kaldın ortada, kaldın güneşte, kaldın ateşte.

Kıyamet gününün dehşetini düşündükçe ürperiyorum, korkudan ikiye ayrılacak gibi oluyorum. Ağustos sıcağı binler katına çıkıyor, cayır cayır ateşler içerisinde kalıyorum. Azabım katlandıkça katlanıyor, tükenmez kalem misali yanıyorum yanıyorum tükenmiyorum. Çünkü kesilecek olan bilet tükenmez bir hayatın bileti.

Geleceğe yapılan düşünce seyahatleri, şimdiyi ve geleceği kurtarmamız için iyi bir fırsat. Bunu sık sık yaparız ama bir türlü dünya ötesine geçemeyiz. Kimimizin inancı yok, kimimizin tereddütleri var, kimimiz hazır lezzetlerin verdiği gafletle düşünmek istemez.
Bu dünya hakikat değil, bir gölge, sadece hakikatin yansıdığı bir ayna.  Gaflete dalıp yolu şaşırmamak, gölgeye yapışıp kalmamak ve aynayı baki sanmamak lazım.

Genç ıhlamur ağacının gölgesi bize, Yaratıcımıza taat ve ibadet hakikatini gösteriyor, ruh, kalp ve duygularımızı dünyada Esmanın, ahirette de Liva-i Hamd Sancağının gölgesine davet ediyor. Bu davete icabet hem farzdır, hem vaciptir, hem de sünnetttir. 

Bu dünyada genç ıhlamur ağacının gölgesine hakkıyla kim sahip çıkarsa, dünyasını da kurtarır, ahiretini de.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.