Göklerin ve yerin hükümranlığı ancak Allah’ındır!

Göklerin ve yerin hükümranlığı ancak Allah’ındır!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Sûresi 113-116. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

113-Hakikaten onların, Cehennem ehli oldukları kendilerine belli olduktan sonra, akrabâ bile olsalar, ne peygamberin ne de îmân edenlerin, müşrikler için mağfiret dilemeleri (doğru) olmaz!(1)

114-İbrâhîm’in, babası için mağfiret dilemesi ise, sâdece ona söz verdiği bir va‘dden dolayı idi. Fakat gerçekten onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şübhesiz ki İbrâhîm, elbette çok içli (çok âh eden, inleyen) ve yumuşak huylu (bir peygamber) idi.

115-Allah ise bir kavmi, kendilerini hidâyete erdirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça dalâlete düşürecek değildir. Muhakkak ki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.

116-Şüphesiz ki göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) ancak Allah’ındır! (O) hayat verir ve (O) öldürür!(2) Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır!

(1)Peygamber Efendimiz (asm), ölüm döşeğindeki amcası Ebû Tâlib’e îmân etmesi teklîfinde bulunduğunda müsbet bir cevab alamaması üzerine: “Şâyet bundan men‘ edilmezsem, senin için mağfiret dilemeye devâm edeceğim” deyip, vefâtından sonra da onun için istiğfâr ediyorlardı. Bunu gören Sahâbe-i Kirâm’dan (ra) bazılarının da, müşrik olarak ölmüş kendi akrabâları için istiğfâra başlamaları üzerine bu âyet-i celîle nâzil olmuştur. (Râzî c. 8/16, 220)

(2)“Bir Kadîr-i zü’l-Celâl, bir Hakîm-i zü’l-Kemâl mütemâdiyen (devamlı) tavâif-i mevcûdâtı (varlıkların tâifelerini) ve her tâife içindeki cüz’iyâtı (ferdleri) ve o tâifelerden teşekkül eden (meydana gelen) âlemleri, kudretiyle hayat verip tavzîf eder (vazîfelendirir). Sonra hikmetiyle terhîs edip, mevte (ölüme) mazhar eder, âlem-i gayba gönderir. Dâire-i kudretten, dâire-i ilme çevirir. 

İşte hiç mümkün müdür ki: Şu kâinâtı, hey’et-i mecmûasıyla (her tarafıyla) çevirmeğe muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayâta ve mevte bir ferd gibi mazhar etmeğe kudreti yetmeyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip, yeryüzüne takıp, sonra mevt ile ondan koparıp alamayan bir Zât, mevt ve imâteye (ölüme ve öldürmeye) sâhib çıkabilsin? Evet, en cüz’î bir zîhayâtın mevti (en küçük bir canlının ölümü) dahi hayâtı gibi bütün hakāik-ı hayat (hayâtın hakīkatleri) ve envâ‘-ı mevt (ölüm çeşitleri) elinde bulunan bir Zât-ı zü’l-Celâl’in kānûnuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarûrîdir.” (Mektûbât, 20. Mektûb, 71)