Goethe, Kırkıncı Hoca ve Said Nursi

Goethe, Kırkıncı Hoca ve Said Nursi

Prof. Dr. İbrahim Özdemir daha önce yazdığı Alman düşünür Goethe ve Mehmet Kırkıncı Hocaefendi ile ilgili yazısını Risale Haber okuyucusu ile paylaştı...

Prof. Dr. İbrahim Özdemir’in yazısı
RİSALEHABER

Bu yazıyı 15 Haziran 2013 tarihinde Gaziantep’te yazmıştım. Bir takım sağlık sorunları yaşadığını duyduğum Muhterem Mehmet Kırkıncı Hocaya sağlık ve afiyet dileğiyle Risale Haber okuyucularıyla paylaşıyorum.

Dünya ve Türkiye’nin Gezi olaylarına odaklandığı bir zaman diliminde, Gaziantep’te meşhur Kırkıncı Hocayı dinliyoruz. Klasik İslam medrese geleneğinin son temsilcilerinden biri olan hocanın alamet-i farikası ise ilk bakışta dikkat çeken “uzun ve bembeyaz sakalı” ile âdeta rükûa durmuş bedenidir. Buna tatlı Erzurum şivesini de eklemek lazım.

Elindeki 99’luk tesbihi çekmesi; her an Allah’ı zikretmesi etrafında olup bitenleri görmesine engel değil. Hele hele ders okunurken onu dalmış gitmiş; ya da yaşının verdiği bir doğallıkla uyukluyor zannederken aldanıyor ve yanılıyorsunuz.

Birden bir arabanın gecenin karanlığını delen güçlü farları gibi gözleri parlıyor; bunu ise tebessüm ile açılmaya başlayan dudakları takip ediyor.

Elde tesbih, kalpte zikrullah ile meşgul bu zatın ağzından âdete hikmet damlaları dökülüyor. Dinleyenlere bakıyorum.

Kimisi bu manzara kaşsısında ne yapacağını şaşırmış hocaya baka kalmış; kimisi ise bu hikmetten toplayabildiği kadar topluyor.

Kimi kalbine ve hafızasına adeta nakşederken, kimi not alıyor. Doğal olarak çağın bize sunduğu imkânlarla kimisi, de cep telefonu ile sesli ve görüntülü olarak kaydediyor.

Hoca sözü Risale-i Nur’da geçen birkaç kavramdan hareketle ünlü Alman düşünür ve edebiyatçı Goethe’ye getirdi. (1749-1832).

Yakın bir arkadaşı olan Johann Christian Kestner’in zamanın Goethe’sini şöyle tanımladığını da hatırlayalım:

“Goethe, muhteşem hayal gücüne sahip bir dehadır. Kendi ruhunun yaratıcısıdır. Asil bir düşünce tarzına sahiptir. Goethe, tam bir karakter adamıdır. Tüm zorluklar ise ondan korkmaktadır”.

Bu arayış ve tecessüsün sonucu olarak genç Goethe, zihnen Yakın Doğu’ya yönelmiş; Arapça ve Farsçayı öğrenmiştir. Kuran’ı hatmetmiş ve İran’ın efsanevi şairi Hafız’ı okuma fırsatı bulmuştur. Ünlü tarihçi Hammer’in Kur’an çevirisini sürekli olarak okumuş; Almanya’da İslamiyet’e pozitif yaklaşan ilk edebiyatçı olmuştur.

Kırkıncı Hoca konuşmasına âdete her bir kelimeyi tek tek seçerek ve hikmetle süsleyerek şöyle devam etti:

“Goethe son demlerini yaşıyordu. Talebeleri mahzun ve mükedder üstatlarının etrafında oturmuş onu izliyor; âdete ölmesini istemiyorlar. Goethe bir anda yatağından doğrulur. Talebeleri bir şey isteyip istemediklerini sorarlar.

Allah’ı ve O‘nun yarattığı kâinatı anlamak için hayatını tüketen Goethe perdeleri açmalarını ister ve ağır ağır konuşmaya başlar:

"Işık, daha çok ışık!"

Buradaki ışıktan kasıtın, dışarıdan gelen ışıktan fazlası olduğunda tüm Goethe yorumcular birleşir.

Kırkıncı Hoca da bunu “Bir avuç marifet! Bir avuç marifet!” olarak yorumladı. Ona göre bu büyük ruhun son istediği “Bir avuç marifet” idi. Allah’ı daha iyi tanımaktı!

Hoca yaşından beklenmeyen bir ses tonu ve par par parlayan gözleri ile muhataplarına yöneldi:

“Üstadımızın Marifet, Marifetullah ve Muhabbetullah vadisinde söylediklerinin anlamını şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi?”

“Bir de Goethe’nın bu haykırışından sonra 20. Mektubun başındaki mukaddimeyi yeniden okumak lazım”.

“Ne diyor büyük üstadımız: Kat'iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır; insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır”.

“Cinlerin ve insanların en parlak saadeti ve en tatlı nimeti ise bu “marifetullah içindeki muhabbetullahtır”.

“İşte insanlığın bütün meselesi bu! Marifetullah ve Muhabbetullah. Bilmediğiniz, tanımadığınız bir şeyi nasıl seveceksiniz ki! Üstadın tüm gayesi bize onu tanıtmak ve O’nu sevdirmektir”.

Eve geldim.

E-Kütüphanemde Goethe ile ilgili, kitaplara baktım. İnternet’te onun sözlerinden derlenmiş vecizelere okudum. Dikkat ve ilgimi çeken bir kaçını buraya alıyorum.

“Sahip olduğum en yüksek hikmet; hürriyetlerini ve hayatlarını her gün yeniden fethederek ona sahip olanların hikmetidir”.

“Gönlün ne kadar büyük olursa olsun, o görünmez nesne ile doludur.

Yüreğin mutluluktan dolup taşınca, ona istediğin adı ver;

Mutluluk, sevgi, gönül, ışık, Tanrı...

İsim gürültüden başka bir şey değildir.

Göklerin ihtişamını bizden gizleyen bir sistir...”

Peygamber Efendimiz (sav. ) hakkında söylediği şu ifadelerle bitirelim:

“Gerçek aydınlanmalı artık,

Muhammed’in (s) başardığı gibi;

Yalnız bir tek Allah diyerek

O, dünyayı fethetti”.

Dünya Görüşün bakış açısını nasıl değiştirdiği ile ilgili bir örnek:

Said nursi, “uhuvvet” konusunu anatırken, her müminin sadce etrafındaki aleme bakarak, mümin kardeşini sevmesi için binlerce sebep bulabileceğini söyler.

Bunun şartı ise “imanın verdiği nur ve şuur ile” bakıldığında esma-i İlahiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri görülebilir. Bir de örnek verir:

Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir.

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın! (Mektubat, 22. Mektup ( 264 )

Özellikle “Hâlıkın bir, Mâlikin bir, Mabudun bir, Râzıkın bir oluşu, aslında tüm insanların kardeşliğini gösteririki, Yunus Emre’nin “Yaratandna ötürü tüm yaratılanları sevmesi” aynı mantığa dayanmaktadır.

Kainata ve kendilerine Kur’an’ın bakışaçısıyla bakanlar, herşeyi farklı görürüler. Adeta kianat kitabındaki herbir şey bir ayna ve bir nur olur. Daha doğrusu, esmanın tecellilerini yansıtan aynalara dönüşür ve herşey O’nu gösterir. 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum