Gizli isyan

Gizli şirk kadar tehlikelidir “gizli isyan.”

Görünüşte kişi kendine zulmedenlerden şikayet eder. Veya hak ettiği halde bir hakkının elinden alındığından. Veya ulaşması mutlaka lazım olan ama ulaşamadıklarından dem vurur.

Görünüşte haklı gibidir. Zahiren hakkı gasp edilmiş veya haksızlığa uğramış ya da mahrum bırakılmıştır.

Sürekli birilerinden veya bir şeylerden şikayet eder. Bu şikayeti ne kendisine ne etrafındakilere abes gelmez. Ekseriyetle insanların tavrı budur.

Bu durum gittikçe müzminleşir ve şikayetine “evet haklısın” yorumları aldıkça kişi kendini daha bir haklı görmeye başlar.

Peki bunun ardındaki mana nedir?

Aslında kişi kimden ve neden şikayet etmektedir?

Sebebler neticelerin sahibi midirler? Perde olmanın ötesinde ne tesirleri vardır ki?

Bu noktada Bediüzzaman’ın kader ile olan mukâlemeleri bize bir fikir verir.

Kadere hitap ederken Bediüzzaman’ın hep kullandığı bir sıfat vardır: “Adil Kader”…

Evet, Bediüzzaman zulmeden insan ile âdil kaderi birbirinden ayırır. “beşer zulmeder, kader adalet eder” diyerek yeni bir pencere açar bize. insanların mahkumu olmadığını kaderin mahkumu olduğunu söyler.

Zulmedenlere, zulmün kökünü kurutan daimi bir faaliyet ile mukabele eder. Zalimleri değil zulmün köklerini hedef alır. Zira o zalimler de ölüp gideceklerdir fakat zulmün ana kaynağı olan küfür devam edecektir.

Zalimlerde takılıp kalan ve kaderin adaletinden gafil bir nazar daim sebeplerle meşguldür. Zalimlere sövüp saymakla bütün enerjisini tüketir de zulmün kökünü kurutmanın yollarını aramaz.

Zalimin zulmü Bediüzzaman’a vazifesinde âdeta bir teşvik kamçısı olmuştur. Musibetlerin ardı sıra ve kesintisiz sıralanmaları ona musikinin nağmeleri gibi gelmektedir. Artan zulüm ve şeytan ve avanelerinin gittikçe azmaları âdeta doğru yolda olduğunun tasdikçileri olmuş gibidir.

Bediüzzaman’ın kadere hitaben olan konuşmaları ciddi bir araştırma konusudur. Kedere ne dedi? Başına neler geldiğinde mukabelesi ne oldu? Zalimlere karşı ne yaptı? Bunca zulüm altında nasıl değil pes etmek gittikçe artan bir enerji ve çevresindekilere büyük bir şevk vererek yoluna devam etti?

Evet gerçekten de Bediüzzaman’ı anlamaya çok muhtacız.

Çaresi olan şeyde acze düşme der Bediüzzaman bize. peki biz ne yapıyoruz???

Çare aramak yerine daim bir şikayetin bataklığına kendimizi gömerek yeis zulümatına kendimizi göz göre göre boğduruyor muyuz?

Çare aramak yerine derdin çaresizliğini nakarat gibi tekrar ede ede âdeta içimizdeki şeytanın sözcüsü mü oluyoruz?

Müceddidin derslerini durağan bir kalıba sokarak kendi kendimize büyük bir kötülük mü ediyoruz? 

Ölümün silkelemesinden evvel kendimiz silkelenmezsek, karanlık kuyuların dibinde olmayı bilerek isteyerek kabul etmekten vaz geçmezsek bilelim ki hiçbir şey değişmeyecek.

Bediüzzaman’ı anlamaya çalışmazsak bilelim ki hiçbir şey değişmeyecek ne enfüste ne afakta…

Şaşaalı ifadelerle başkalarına övmeye çalıştığımız Bediüzzaman’ı anlamaya gayret etmez ve anlamaya çalışanları da “haddini bilmezler” olarak etiketlemeye devam edersek bilelim ki hiçbir şey değişmeyecek.

Kendini değiştirmekten aciz bir insanın başkalarını değiştirme sevdası ne kadar da asılsızdır.

 Tecdid ruhundan uzak olanın Müceddid olan Bediüzzaman’ı anlamak davası ne kadar anlamlıdır?

***

Şikayete devam eden şekavette kalır.

Artık şikayeti bırakıp, hikmetin peşine düşmek zamanıdır. Anlamak için bakmak, yargılamak için değil. Bir kalıba koymak için değil hürriyetin önündeki engel olan ve imanın gerektirdiği hürriyet ve onura yakışmayan kalıpları ve tek tipleştirmeleri kırmak için gayret etmek.

Elbette eline Risale-i Nur’un cümlelerini alıp önüne gelenin kafasını kırmak iman ve Kur’an’a uyan bir üslup değil. Güya kendi kafa fenerimiz ile bütün yanlış adamları tesbit etmek, bütün yanlış düşünenleri “bizim alanımız”dan sürgün etmek şefkatin eseri olmasa gerek.

Av bekleyen bir avcı gibi biri sevmediğim\anlayamadığım bir söz etse de versem ağzının payını tavrı kime fayda sağladı ki? Hangi kalbleri birleştirip hangi akılların bir araya gelmesini netice verdi?

İnsanın kendinden başkasına ayar vermeye kalkması elbette haddi aşmaktır. Şefkat etmek ve anlamaya çalışmak ise insanlığının gereği. Bütün mü’minleri sevmek ise imanın gereği.

Her ne kadar bu garip zamanın insanları başına vura vura ve itile kakıla iş yapmaya alıştırılmış iseler de Kur’an’ın ve ona ayine olan Risale-i Nur’un üslubu bu değil. Şimdiye kadar hor görülüp aşağılanmak yolu ile hizaya geleni gördük mü? Eline geçen ilk fırsatta zulmedecek insan yetiştirmenin yoludur bu. Bir zalimler güruhu yetiştirmenin yoludur aşağılayarak ve hor görerek baskı ile –güya- had altına alma, eğitme çabası. Gerek aile içi gerek dünya içi tecrübeler bunu öğretmedi mi bize?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum